Arap baharının adının geçmeye başladığı günlerden itibaren, Batının İslam âlemine yönelik faaliyetlerini kaleme alıyoruz.
Müslüman dünya tarafından maalesef her zaman inanılan bu senaryolar 2000 senesinden itibaren kılıf değiştirmişti.
Daha sonra CIA eli ile yapıldığının ortaya çıkmasına rağmen ikiz kulelerin vurulması bir milat olmuş ve Müslüman teröristler ile mücadele farklı bir meşruiyet kazanmıştı.
Aynı tarihler ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) de ilerlediği süreçti. BOP’un çok fazla ifşa olmasının ardından yeni bir yüz, ‘Arap Baharı’ aynı gaye ile Ortadoğu’da esmeye başladı.
Demokrasi, insan hakları ve özgürlük söylemleri ile yola çıkılmış, halk hareketleri ile başlayan karışıklıklar, liderlerin değişimine kadar gitmiştir.
Ancak ‘Arap Baharı’ esen hiçbir coğrafya huzur ve saadete ulaşamamıştır.
Çünkü Birleşik Devletler’in bölge üzerindeki asıl maksadı, kaynaklara ve suyollarına erişimdir. Yoksa Müslüman coğrafyaları düşünen zaten yoktur.
Liderleri değişen ülkelere ABD yanlısı kişiler getirilmiş, dışarıdan destekle başlatılan iç karışıklıklar bu sefer, lidere isyan eden gerçek halk hareketlerine dönüşmüştür.
Bu ülkelerden önce Fas Kralı Muhammed, Ürdün Kralı Abdullah, Suudi Kralı Abdullah ve Katar Emiri el Tani ABD toprağına dönüşen ülkeleri yönetmeye ses çıkarmayan kişilerdir.
Arap Baharı ile de Libya parçalanmış, Mısır’da ise ABD’ci Mursi’nin katı yönetimine karşı halk isyan etmiştir.
Tunus’ta bölgesel ayrımlardan bahsedilmektedir.
Parçalanma, bölünme ve küçülme kaçınılmazdır.
Bu tablo milli devlet anlayışının önemini ortaya koyuyor.
Batıya ram olmak veya olmamak; varlığını devam ettirebilmek veya yok olmak arasındaki çizgi, milli devlet sırrıdır.
İnsanı ve kaynakları ile var olabilen, dışarıdan gelen tehditlere bölünmez bir bütünlük ile karşı durabilecek, kenetlenmeyi sağlamış devletler tarih sahnesinde devam edebilirler.
Atatürk’ün, Lozan görüşmeleri sırasında Müslüman ve gayri Müslim dışında bir ayrımı kabul etmemesi de aynı gerekçe iledir.
O gün, etnik tüm ayrılıklar “İslam” şemsiyesi ile bertaraf edilmiştir.
Bugün ise farklı inançlara özgürlük adı altında getirilen açılımlar, özünde kendi inancımızı baltalamaktadır.
İnancına, değerlerine, tarihine, diline, bayrağına, gelenek ve göreneklerine bağlı kalan ve batıyı örnek almak değil, kendi değerleri içinde var olarak batıyla yarışan bir devlet olmak zorundayız.
Arap Baharına her şeyi ile karışan bir Türkiye’nin bu esintiden etkilenmemesinin tek yolu bu olacaktır.
Müslüman dünya tarafından maalesef her zaman inanılan bu senaryolar 2000 senesinden itibaren kılıf değiştirmişti.
Daha sonra CIA eli ile yapıldığının ortaya çıkmasına rağmen ikiz kulelerin vurulması bir milat olmuş ve Müslüman teröristler ile mücadele farklı bir meşruiyet kazanmıştı.
Aynı tarihler ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) de ilerlediği süreçti. BOP’un çok fazla ifşa olmasının ardından yeni bir yüz, ‘Arap Baharı’ aynı gaye ile Ortadoğu’da esmeye başladı.
Demokrasi, insan hakları ve özgürlük söylemleri ile yola çıkılmış, halk hareketleri ile başlayan karışıklıklar, liderlerin değişimine kadar gitmiştir.
Ancak ‘Arap Baharı’ esen hiçbir coğrafya huzur ve saadete ulaşamamıştır.
Çünkü Birleşik Devletler’in bölge üzerindeki asıl maksadı, kaynaklara ve suyollarına erişimdir. Yoksa Müslüman coğrafyaları düşünen zaten yoktur.
Liderleri değişen ülkelere ABD yanlısı kişiler getirilmiş, dışarıdan destekle başlatılan iç karışıklıklar bu sefer, lidere isyan eden gerçek halk hareketlerine dönüşmüştür.
Bu ülkelerden önce Fas Kralı Muhammed, Ürdün Kralı Abdullah, Suudi Kralı Abdullah ve Katar Emiri el Tani ABD toprağına dönüşen ülkeleri yönetmeye ses çıkarmayan kişilerdir.
Arap Baharı ile de Libya parçalanmış, Mısır’da ise ABD’ci Mursi’nin katı yönetimine karşı halk isyan etmiştir.
Tunus’ta bölgesel ayrımlardan bahsedilmektedir.
Parçalanma, bölünme ve küçülme kaçınılmazdır.
Bu tablo milli devlet anlayışının önemini ortaya koyuyor.
Batıya ram olmak veya olmamak; varlığını devam ettirebilmek veya yok olmak arasındaki çizgi, milli devlet sırrıdır.
İnsanı ve kaynakları ile var olabilen, dışarıdan gelen tehditlere bölünmez bir bütünlük ile karşı durabilecek, kenetlenmeyi sağlamış devletler tarih sahnesinde devam edebilirler.
Atatürk’ün, Lozan görüşmeleri sırasında Müslüman ve gayri Müslim dışında bir ayrımı kabul etmemesi de aynı gerekçe iledir.
O gün, etnik tüm ayrılıklar “İslam” şemsiyesi ile bertaraf edilmiştir.
Bugün ise farklı inançlara özgürlük adı altında getirilen açılımlar, özünde kendi inancımızı baltalamaktadır.
İnancına, değerlerine, tarihine, diline, bayrağına, gelenek ve göreneklerine bağlı kalan ve batıyı örnek almak değil, kendi değerleri içinde var olarak batıyla yarışan bir devlet olmak zorundayız.
Arap Baharına her şeyi ile karışan bir Türkiye’nin bu esintiden etkilenmemesinin tek yolu bu olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Sinem Baş / diğer yazıları
- Geçmiş olsun Sayın Baş / 23.03.2020
- Gün BTP iktidarına çalışma günüdür / 19.11.2019
- Tebrikler Türk milleti! / 02.04.2019
- Ne mutlu ‘BTP’liyim’ diyebilene / 06.03.2019
- 2. buluşma iktidarın ayak sesleri / 26.02.2019
- Artık ‘Bağımsız Türkiye Partisi’ demeliyiz / 05.02.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a çirkin saldırı / 11.01.2019
- Cumhuriyet ve iftiralar / 29.10.2018
- 10. Milli Ekonomi Modeli Kongresi / 29.05.2018
- Yarın 23 Nisan / 22.04.2018
- Gün BTP iktidarına çalışma günüdür / 19.11.2019
- Tebrikler Türk milleti! / 02.04.2019
- Ne mutlu ‘BTP’liyim’ diyebilene / 06.03.2019
- 2. buluşma iktidarın ayak sesleri / 26.02.2019
- Artık ‘Bağımsız Türkiye Partisi’ demeliyiz / 05.02.2019
- Prof. Dr. Haydar Baş’a çirkin saldırı / 11.01.2019
- Cumhuriyet ve iftiralar / 29.10.2018
- 10. Milli Ekonomi Modeli Kongresi / 29.05.2018
- Yarın 23 Nisan / 22.04.2018