İslami kişiliği ile dikkat çeken kimselerin sahip olması gereken bir vakar vardır. Öyle ki bu kimselerin karşısında insan hal ve hareketlerine çekidüzen verme ihtiyacı hissetmeli, sorularını gevezelik yapmadan iyice düşünüp taşındıktan sonra kısa ve net olarak sormalıdır.
Röportajcının "Ben bu şartlar altında günahkar mı oluyorum? Ben şimdi cehennemlik miyim?" gibi seviyesiz ve gayriciddi soruları edebindeki noksanlıktan çok, soruyu yönelttiği adamın kişiliğindeki boşluktan aldığı cesarettin tezahürüdür.
Çünkü ilim öğrenmek kastıyla yapılan bir sohbette, dinleyici anlatılanlardan kendi halinin hükmünü çıkarmakta pek zorluk çekmez. Mesela konuşmacı tesettürün emir olduğunu söyledikten sonra "Ben örtünmediğim için günahkar mıyım?" diye sormak soruyu soranın derdinin ilim tahsil etmek olmadığını gösterir ki; bir ilim adamına yakışmayacak ilk şey ilimden başka kasıtlara alet olmaktır. Hele hele böyle bir soruya "İnancınız varsa..." diye cevap vermek, değil ilim adamının, kuş kadar bile olsa beyin taşıyan hiçbir insanın yapmayacağı bir yanlışlıktır.
Çünkü "işlediği günahın günah olduğuna inanıyorsa günahkar olmak" ikinci bir okumayla "günah olduğuna inanmıyorsa günahkar olmamak" anlamına gelir ki bu itikadi olduğu kadar mantıksal da bir hatadır.
Onun için bu beyanatları veren din adamlarının din adına onca mürekkep yalamışlıklarına rağmen bu derece yakışıksız sözler söyleyebilmeleri ancak Resulüllah'ın "Allah'ın kitabından ar edinmek" ifadesiyle tanımlanabilir ve bu hal aynı zamanda kıyamet alametlerinden biridir.
Allah'ın kitabından ar edinmenin nedeni Allah'ın ayetlerindeki manayı anlayamamak bu anlayışsızlığın sebebi ise -bir hayli enterasandır- "haksız yere kibirlenmektir." Zira Cenab-ı Hak Kur'an'da şöyle buyurur:
"Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri ayetlerimi anlamaktan cevireceğim" (Araf: 146). Bu haksız kibir, din adamlarının davranışlarında "ben olmasam bu din helak olur" şeklinde vücud bulur ve pekçoğunun (haşa!) bir akademisyenin tezi kadar eleştirel okudukları Kur'an'daki anlaşılması hayli kolay bazı hükümleri bile kabulden mahrum kalışlarının nedeni de işte budur.
Bu manada bu din adamlarının söylemeye dillerinin varmadığı Kur'an hükümlerinden biri de ceza hukukundaki kısasa kısas kuralıdır ve bakınız Allah bu konuda ne buyurur:
"Ey akıl sahipleri; kısasta sizin için hayat vardır, böylece korunursunuz" (Bakara: 179).
Çok basit ama bir o kadar da hikmet dolu bir hakikat. Zira kısas cezası insanları öldürmek için değil, yaşatmak için var; cezası insanları öldürmek için değil, yaşatmak için var; cinayet gibi affı olmayan bir günahtan sakındırmak için var ve bu itibarla kısasa kısas hükmü bile Allah kuluna olan muhabbetinin bir tecellisi. Ama görmek için bir çift göz ve mütevazı bir gönül gerek...
İşte o göze, o gönle sahip olmayanlar yazık ki "İslamcı" diye nam saldıkları halde başörtüsünden, cihaddan, birden fazla evlilikten, miras ve şahitlik hukukundan ar ediniyorlar; bunları bir ayıp bir kusur gibi örtmeye çalışıyorlar.
"Rabbinin kusurunu örtmeye çalışan bir kul!"
Ne feci bir aldanış; çıkış noktasının kibir olduğunu düşündüğümüzde ne büyük bir tehlike!
Onun için "Müslümanım elhamdülillah" diyen kişinin yapması gereken şey tıpkı Peygamberin dediği gibi "Ben sadece Bana vahyolunana uyuyorum" (En'am: 50) demek ve her şart altında her zaman ve mekanda meşhur tabirle "erkek gibi" sözünün arkasında durmaktır.
Hiç şüphesi olmasın ki bunu yaptığında kibirlenerek erişmek istediği azamete helal yoldan ulaşacak ve böylece sahip olduğu vakarla Rabbine şirk koşmak zilleti yerine O'nu yeryüzünde temsil etmek izzetine kavuşacaktır.
Röportajcının "Ben bu şartlar altında günahkar mı oluyorum? Ben şimdi cehennemlik miyim?" gibi seviyesiz ve gayriciddi soruları edebindeki noksanlıktan çok, soruyu yönelttiği adamın kişiliğindeki boşluktan aldığı cesarettin tezahürüdür.
Çünkü ilim öğrenmek kastıyla yapılan bir sohbette, dinleyici anlatılanlardan kendi halinin hükmünü çıkarmakta pek zorluk çekmez. Mesela konuşmacı tesettürün emir olduğunu söyledikten sonra "Ben örtünmediğim için günahkar mıyım?" diye sormak soruyu soranın derdinin ilim tahsil etmek olmadığını gösterir ki; bir ilim adamına yakışmayacak ilk şey ilimden başka kasıtlara alet olmaktır. Hele hele böyle bir soruya "İnancınız varsa..." diye cevap vermek, değil ilim adamının, kuş kadar bile olsa beyin taşıyan hiçbir insanın yapmayacağı bir yanlışlıktır.
Çünkü "işlediği günahın günah olduğuna inanıyorsa günahkar olmak" ikinci bir okumayla "günah olduğuna inanmıyorsa günahkar olmamak" anlamına gelir ki bu itikadi olduğu kadar mantıksal da bir hatadır.
Onun için bu beyanatları veren din adamlarının din adına onca mürekkep yalamışlıklarına rağmen bu derece yakışıksız sözler söyleyebilmeleri ancak Resulüllah'ın "Allah'ın kitabından ar edinmek" ifadesiyle tanımlanabilir ve bu hal aynı zamanda kıyamet alametlerinden biridir.
Allah'ın kitabından ar edinmenin nedeni Allah'ın ayetlerindeki manayı anlayamamak bu anlayışsızlığın sebebi ise -bir hayli enterasandır- "haksız yere kibirlenmektir." Zira Cenab-ı Hak Kur'an'da şöyle buyurur:
"Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri ayetlerimi anlamaktan cevireceğim" (Araf: 146). Bu haksız kibir, din adamlarının davranışlarında "ben olmasam bu din helak olur" şeklinde vücud bulur ve pekçoğunun (haşa!) bir akademisyenin tezi kadar eleştirel okudukları Kur'an'daki anlaşılması hayli kolay bazı hükümleri bile kabulden mahrum kalışlarının nedeni de işte budur.
Bu manada bu din adamlarının söylemeye dillerinin varmadığı Kur'an hükümlerinden biri de ceza hukukundaki kısasa kısas kuralıdır ve bakınız Allah bu konuda ne buyurur:
"Ey akıl sahipleri; kısasta sizin için hayat vardır, böylece korunursunuz" (Bakara: 179).
Çok basit ama bir o kadar da hikmet dolu bir hakikat. Zira kısas cezası insanları öldürmek için değil, yaşatmak için var; cezası insanları öldürmek için değil, yaşatmak için var; cinayet gibi affı olmayan bir günahtan sakındırmak için var ve bu itibarla kısasa kısas hükmü bile Allah kuluna olan muhabbetinin bir tecellisi. Ama görmek için bir çift göz ve mütevazı bir gönül gerek...
İşte o göze, o gönle sahip olmayanlar yazık ki "İslamcı" diye nam saldıkları halde başörtüsünden, cihaddan, birden fazla evlilikten, miras ve şahitlik hukukundan ar ediniyorlar; bunları bir ayıp bir kusur gibi örtmeye çalışıyorlar.
"Rabbinin kusurunu örtmeye çalışan bir kul!"
Ne feci bir aldanış; çıkış noktasının kibir olduğunu düşündüğümüzde ne büyük bir tehlike!
Onun için "Müslümanım elhamdülillah" diyen kişinin yapması gereken şey tıpkı Peygamberin dediği gibi "Ben sadece Bana vahyolunana uyuyorum" (En'am: 50) demek ve her şart altında her zaman ve mekanda meşhur tabirle "erkek gibi" sözünün arkasında durmaktır.
Hiç şüphesi olmasın ki bunu yaptığında kibirlenerek erişmek istediği azamete helal yoldan ulaşacak ve böylece sahip olduğu vakarla Rabbine şirk koşmak zilleti yerine O'nu yeryüzünde temsil etmek izzetine kavuşacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.