Merak denilen duygu, her insanda az ya da çok bulunur. Merak, insanları geliştirip, yükseltebilecek bir yapıya sahipken, alçaltabilir de... Bu duygu, insanları aya çıkarabilirken, bir köşede yalnızlığa da itebilir.
Nice keşiflerin ardında güçlü bir merak ve bıkmadan çalışma azmi yatarken; nice olumsuzlukların ardında da bizi hiç ilgilendirmeyen, vaktimizi boşa hatta zarar yönünden doluya harcatan bir merak yatar. Bazen de iftira, dedikodu, aşağılama gibi rezil ahlaklarımıza kaynak yaparız bu duygumuzu. Rezil ahlaklarımızın esiri olarak, yalnızlığa mahkum edilişimizin perde arkasındaki sebeplerden biri de lüzumsuz meraklarımızdır. Kendine ve tüm insanlığa karşı, yerinde ve güzel kullanmasını bilene bir nimet olan bu duygu, bilinçsizce kullananlara cehenneme kesilecek bir biletin karşılığı da olabilir.
Tüm insanlığa indirilmiş mukaddes kitabımızda, bizleri direkt ilgilendiren o kadar çok mesele bulunmakta ki; bunları bir merak etsek, incelesek de değişsek, gelişsek ve yükselebilsek. Ne yazık ki bunları öğrenme konusunda çok meraksızız. Hatta kulağımıza bir parça çalınacak olsa, duymamış olmayı tercih ediyoruz. Kur'an-ı Kerim'de geçen ahiretle, kıyamatle, ölümle ilgili ayet ve sureleri merak edip, bizleri nelerin beklediğini bilsek de; kıyamet sahnesini, cehennemin dehşetini ve cennet bahçelerini hayal edebilsek. Neticede bu dünyada kendimizi oyalayıp, kandırıp, kendi felaketlerimizi kendimiz hazırlamasak. Bir kaç yıl önce derinden etkilendiğim bir olayı oldukça kısa ve teferruatsız bir şekilde sizinle paylaşmak istiyorum.
Ahbabımız olan bir ablanın babası hasta idi, onu ziyaret için yattığı özel bir hastaneye ailece gitmiştik. Amcayı çok sık görmezdim fakat biraz zayıflamış, güçsüzleşmiş bir halde buldum. Vücudunun bir kısmına felç gelmişti, tabii kolay değildi. Buna rağmen konuşabiliyor, memnuniyetini bildirebiliyordu.
Bu ziyaretten sonra yaklaşık bir yıl geçti geçmedi, ahbabımız olan abla bir gün bize geldi. Bu sefer babasının bize yakın bir başka özel hastanede yattığını, kısa zamanda bir kaç operasyon geçirdiğini, durumunun da çok ciddi olduğunu söylüyordu.
Bir kaç saat sonra bir telefonla telaşlanmıştık. Hemen bir taksiye bindik, bir kaç dakika sonra hastanenin kapısındaydık. Son derece konforlu, lüks olan, yerleri temizlikten ve ciladan pırıl pırıl parlayan hatta yürürken bile kayılabilen bir hastanedeydik. Odanın kapısını açtığımda yatakta, anne karnında daha doğmadan yatan bir bebeğin pozisyonunu almış, tek kişilik bir yatağın yarısını bile dolduramamış, küçücük bir canla karşılaştım. Sanki yatakta yatan, tanıdığım o amca değildi. Dış ortamla hiç bir ilişkisi olmayan, sadece zorla nefes alıp veren ve tavana doğru bakıp bakıp inleyen biriyle karşılaştım. Doktorlar, hemşireler etrafında fırıl fırıl dönüyor, ilaçlar enjekte ediyorlardı. Hala hatırladıkça içimi ürperten makinalarla bir şeyler yapıyorlardı ama nafile, her şey boştu. Vakit gelmişti, yolcu yola çıkmak üzereydi. Kızı zemzem suyu ile dudaklarını ıslatmaya, ben Kur'an okumaya çalışıyordum. Belki ne bir nefes geri ne de ileri atılabilecek olan vakit gelip çatmıştı. Ne o şatafatlı hastane, ne doktorlar, ne hemşireler, ne de o sevdikleri kimseler, hiç bir şey yapamıyorlardı. Sadece 70-75 yıllık dünya hayatında yaptıklarının, gitmekte olduğu yerde onu yükseltecek, mutlu edecek nitelikte eylemler olmasını, tüm günahlarının da affa uğramasını diliyor, dua edebiliyordum. Allah rahmet eylesin, o sabah da vefat etmişti.
İşte bir ömür böyle noktalanmış oldu. Her birimizin de böyle ayrı ayrı son noktaları olacak. İşte bu son noktalarımızın nasıl olacağını merak etmeliyiz. Bir Ayet-i Kerime'de, "Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu yapıp gönderdiklerini ve yapamayıp geride bıraktıklarını bir bir anlar" (İnfitar: 1-5) buyurulmuştur. Kapımız çalınmadan, aklımızı başımıza alıp, ebedi alemimizle ilgili konuları tek tek merak edip, karşılaşacağımız o güne hazır olmalıyız. Ömür sermayemizden başka bir alternatifimizin olmadığı bilincine hakkıyla varıp, yarın ahirette "Keşke şunları da yapsaydım" dememek için her fırsatı doğru değerlendirmeliyiz. Yüce Allah (cc); her birimizin son noktalarını ve ebedi hayatlarını, en güzel şekilde geçirecek olanlardan eylesin.
Hümeyra Ezergül
Nice keşiflerin ardında güçlü bir merak ve bıkmadan çalışma azmi yatarken; nice olumsuzlukların ardında da bizi hiç ilgilendirmeyen, vaktimizi boşa hatta zarar yönünden doluya harcatan bir merak yatar. Bazen de iftira, dedikodu, aşağılama gibi rezil ahlaklarımıza kaynak yaparız bu duygumuzu. Rezil ahlaklarımızın esiri olarak, yalnızlığa mahkum edilişimizin perde arkasındaki sebeplerden biri de lüzumsuz meraklarımızdır. Kendine ve tüm insanlığa karşı, yerinde ve güzel kullanmasını bilene bir nimet olan bu duygu, bilinçsizce kullananlara cehenneme kesilecek bir biletin karşılığı da olabilir.
Tüm insanlığa indirilmiş mukaddes kitabımızda, bizleri direkt ilgilendiren o kadar çok mesele bulunmakta ki; bunları bir merak etsek, incelesek de değişsek, gelişsek ve yükselebilsek. Ne yazık ki bunları öğrenme konusunda çok meraksızız. Hatta kulağımıza bir parça çalınacak olsa, duymamış olmayı tercih ediyoruz. Kur'an-ı Kerim'de geçen ahiretle, kıyamatle, ölümle ilgili ayet ve sureleri merak edip, bizleri nelerin beklediğini bilsek de; kıyamet sahnesini, cehennemin dehşetini ve cennet bahçelerini hayal edebilsek. Neticede bu dünyada kendimizi oyalayıp, kandırıp, kendi felaketlerimizi kendimiz hazırlamasak. Bir kaç yıl önce derinden etkilendiğim bir olayı oldukça kısa ve teferruatsız bir şekilde sizinle paylaşmak istiyorum.
Ahbabımız olan bir ablanın babası hasta idi, onu ziyaret için yattığı özel bir hastaneye ailece gitmiştik. Amcayı çok sık görmezdim fakat biraz zayıflamış, güçsüzleşmiş bir halde buldum. Vücudunun bir kısmına felç gelmişti, tabii kolay değildi. Buna rağmen konuşabiliyor, memnuniyetini bildirebiliyordu.
Bu ziyaretten sonra yaklaşık bir yıl geçti geçmedi, ahbabımız olan abla bir gün bize geldi. Bu sefer babasının bize yakın bir başka özel hastanede yattığını, kısa zamanda bir kaç operasyon geçirdiğini, durumunun da çok ciddi olduğunu söylüyordu.
Bir kaç saat sonra bir telefonla telaşlanmıştık. Hemen bir taksiye bindik, bir kaç dakika sonra hastanenin kapısındaydık. Son derece konforlu, lüks olan, yerleri temizlikten ve ciladan pırıl pırıl parlayan hatta yürürken bile kayılabilen bir hastanedeydik. Odanın kapısını açtığımda yatakta, anne karnında daha doğmadan yatan bir bebeğin pozisyonunu almış, tek kişilik bir yatağın yarısını bile dolduramamış, küçücük bir canla karşılaştım. Sanki yatakta yatan, tanıdığım o amca değildi. Dış ortamla hiç bir ilişkisi olmayan, sadece zorla nefes alıp veren ve tavana doğru bakıp bakıp inleyen biriyle karşılaştım. Doktorlar, hemşireler etrafında fırıl fırıl dönüyor, ilaçlar enjekte ediyorlardı. Hala hatırladıkça içimi ürperten makinalarla bir şeyler yapıyorlardı ama nafile, her şey boştu. Vakit gelmişti, yolcu yola çıkmak üzereydi. Kızı zemzem suyu ile dudaklarını ıslatmaya, ben Kur'an okumaya çalışıyordum. Belki ne bir nefes geri ne de ileri atılabilecek olan vakit gelip çatmıştı. Ne o şatafatlı hastane, ne doktorlar, ne hemşireler, ne de o sevdikleri kimseler, hiç bir şey yapamıyorlardı. Sadece 70-75 yıllık dünya hayatında yaptıklarının, gitmekte olduğu yerde onu yükseltecek, mutlu edecek nitelikte eylemler olmasını, tüm günahlarının da affa uğramasını diliyor, dua edebiliyordum. Allah rahmet eylesin, o sabah da vefat etmişti.
İşte bir ömür böyle noktalanmış oldu. Her birimizin de böyle ayrı ayrı son noktaları olacak. İşte bu son noktalarımızın nasıl olacağını merak etmeliyiz. Bir Ayet-i Kerime'de, "Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu yapıp gönderdiklerini ve yapamayıp geride bıraktıklarını bir bir anlar" (İnfitar: 1-5) buyurulmuştur. Kapımız çalınmadan, aklımızı başımıza alıp, ebedi alemimizle ilgili konuları tek tek merak edip, karşılaşacağımız o güne hazır olmalıyız. Ömür sermayemizden başka bir alternatifimizin olmadığı bilincine hakkıyla varıp, yarın ahirette "Keşke şunları da yapsaydım" dememek için her fırsatı doğru değerlendirmeliyiz. Yüce Allah (cc); her birimizin son noktalarını ve ebedi hayatlarını, en güzel şekilde geçirecek olanlardan eylesin.
Hümeyra Ezergül
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.