Tütsülendiği bir sırada, dokuma perdelere sıçrayan bir kıvılcım, Kâ'be'nin yanmasına sebep oldu. Hemen arkasından meydana gelen sel baskını da binayı tamamen harap etti.
Kâbe'yi yeniden inşa etmek için, Hz. İbrahim'in yaptığı yeşil taşlardan meydana gelmiş binanın yerinde kalmasına ve mabedin bir kısmının örtülüp diğer kısmının çatısız kalmasına karar verildi. Çünkü, eldeki malzeme yeterli edğildi. Esasen, Kâbe, dört duvarlı bir oda idi. Yıkılan binaya göre yüksekliğin arttırılmasına, çatısız kısma serbestcçe girilip çıkılmasına karar verildi. Bu kısımda merasimler ve yemin törenleri yapılacaktı.
Kâbe'nin onarımına başlandı ve nihayet sıra, mukaddes Hacerü'l-Esved'in (Siyah Taş), yerine konulmasına geldi. Her kabile, bu şerefe kendi nail olmak istiyordu. Bu sebeple, ihtilal çıktı ve haliyle çalışma durdu. Sonunda oraya ilk gelecek olanı hakem olarak seçmeye karar verdiler. Tevafuken oraya ilk gelen (Hz) Muhammed (sav) oldu. Onun dürüstlüğüne herkesin güveni vardı. Bu sebeple durumu ona arzettiler. Resulullah (sav) yere bir kumaş serdirdi. Taşı kumaşın üzerine koydu. Kumaşı kaldırmak üzere bütün kabilelerden bir temsilci çağırdı. Herkes-toyluca Hacerü'l-Esved'i kaldırdı ve sonra onu istenen yere bizzat kendisi koydu. Böylece herkes, yapılan işten memnun kaldı. Ne kadar hazin bir tecellidir ki, inşaat tamamlanınca Kâbe'nin her yanı heykellerle ve fresklerle süslenmiştir. Tarihçiler, Allah'ın evinin içinde 360 tane put olduğunu söylüyorlar. Böylece, bir olan Allah'ın evi, bir puthaneye dönmüş oluyordu.
Kâbe'nin yeniden inşası ve Allah Resulü'nün hakemliği hususunda şu ilahi nükteleri müşahede etmekteyiz:
. Hacerü'l-Esved'in yerine yerleştirilmesi Allah Rasulüne nasip olmuştur ki, bu hakemlik Resulullah'ın risalet nurunun yakında zuhur edeceğinin bir alameti olarak tecelli etmiştir.
Kabilelerin kalplerini telif edici bir yol bulması ve işi tatlıya bağlaması ve de, bu yolu çok kısa zamanda bulması da, onun zekasının kıvraklığı ve ferasetinin enginliğini göstermektedir. Bu da, peygamberî bir tavırdır.
. Bu olayda görüldüğü üzere, Allah Rasulü'ne Mekkelilerin tamamı güveniyor, sevgi ve saygı duyuyorlardı.
Fakat ne hazin bir tecellidir ki aynı insanlar, Hz. Peygamber kendilerini doğru yola davet etmeye başlayınca kendisine düşman kesilmiş, Kâbe'nin taşını yerine koymasından şeref duydukları insanı, Kâbe'ye sokmamışlar; Mekke'yi dahi kendisine dar edip, hicret etmesine sebep olmuşlardır.
Burada, küfrün insandaki iki ayrı tecellisi bariz olarak görülmektedir. Birincisi; bâtıl, ölçüsüzdür. Dün doğru dediğine, bugün yanlış diyebilir. Dün müdafaa ettiğini, bugün reddedebilir. Kısacası, batılın zemini kaygandır; fikriyatında temel bir esas ve ölçü yoktur. İkincisi ise; İnsan, fıtraten güzele meftun ve meyilli yaratılmıştır. Yani, ruh cihetiyle devamlı güzeli ve kemali arar; bu vasıflara da hayran olur.
İşte bundan dolayı, Peygamberlerin bir kısmının, Peygamberlik vazifesi gelmeden önce toplum tarafından çokça sevilip, takdir edildiğini görmekteyiz. O kavimler, elde edemedikleri faziletlere sahip olan insanlara değer vermişlerdir. Ne var ki, nefisleri onları bu hususta da aldatmıştır. Zira nefsin oyunlarından birisi de fziletleri herkesin ulaşamayacağı bir meziyet olarak gösterip kişiyi içerisinde bulunduğu kötü halde tutmaya çalışmaktır.
Bununla beraber, ne zaman ki peygamberler, kavimlerini de İslam'a çağırmışlar; işte o zaman tepkinin en aşırısını görmeye başlamışlardır.
Her devirde, yüksek fazilete sahip bir insan, çevresini nezih bir hayata çağırdığında, davetlinin hayranlık ve itimadı galip gelip, iman etmesi sözkonusudur. Fakat, karşısındakinin faziletli karşısında ezilen insanın nefsinde kibir, haset, aşağılık kompleksi gibi nefsi hastalıkların açığa çıkması da mümkündür ki, bu takdirde kişi, küfrün en kuvvetli mümessillerinden biri olabilir.
Kâbe'yi yeniden inşa etmek için, Hz. İbrahim'in yaptığı yeşil taşlardan meydana gelmiş binanın yerinde kalmasına ve mabedin bir kısmının örtülüp diğer kısmının çatısız kalmasına karar verildi. Çünkü, eldeki malzeme yeterli edğildi. Esasen, Kâbe, dört duvarlı bir oda idi. Yıkılan binaya göre yüksekliğin arttırılmasına, çatısız kısma serbestcçe girilip çıkılmasına karar verildi. Bu kısımda merasimler ve yemin törenleri yapılacaktı.
Kâbe'nin onarımına başlandı ve nihayet sıra, mukaddes Hacerü'l-Esved'in (Siyah Taş), yerine konulmasına geldi. Her kabile, bu şerefe kendi nail olmak istiyordu. Bu sebeple, ihtilal çıktı ve haliyle çalışma durdu. Sonunda oraya ilk gelecek olanı hakem olarak seçmeye karar verdiler. Tevafuken oraya ilk gelen (Hz) Muhammed (sav) oldu. Onun dürüstlüğüne herkesin güveni vardı. Bu sebeple durumu ona arzettiler. Resulullah (sav) yere bir kumaş serdirdi. Taşı kumaşın üzerine koydu. Kumaşı kaldırmak üzere bütün kabilelerden bir temsilci çağırdı. Herkes-toyluca Hacerü'l-Esved'i kaldırdı ve sonra onu istenen yere bizzat kendisi koydu. Böylece herkes, yapılan işten memnun kaldı. Ne kadar hazin bir tecellidir ki, inşaat tamamlanınca Kâbe'nin her yanı heykellerle ve fresklerle süslenmiştir. Tarihçiler, Allah'ın evinin içinde 360 tane put olduğunu söylüyorlar. Böylece, bir olan Allah'ın evi, bir puthaneye dönmüş oluyordu.
Kâbe'nin yeniden inşası ve Allah Resulü'nün hakemliği hususunda şu ilahi nükteleri müşahede etmekteyiz:
. Hacerü'l-Esved'in yerine yerleştirilmesi Allah Rasulüne nasip olmuştur ki, bu hakemlik Resulullah'ın risalet nurunun yakında zuhur edeceğinin bir alameti olarak tecelli etmiştir.
Kabilelerin kalplerini telif edici bir yol bulması ve işi tatlıya bağlaması ve de, bu yolu çok kısa zamanda bulması da, onun zekasının kıvraklığı ve ferasetinin enginliğini göstermektedir. Bu da, peygamberî bir tavırdır.
. Bu olayda görüldüğü üzere, Allah Rasulü'ne Mekkelilerin tamamı güveniyor, sevgi ve saygı duyuyorlardı.
Fakat ne hazin bir tecellidir ki aynı insanlar, Hz. Peygamber kendilerini doğru yola davet etmeye başlayınca kendisine düşman kesilmiş, Kâbe'nin taşını yerine koymasından şeref duydukları insanı, Kâbe'ye sokmamışlar; Mekke'yi dahi kendisine dar edip, hicret etmesine sebep olmuşlardır.
Burada, küfrün insandaki iki ayrı tecellisi bariz olarak görülmektedir. Birincisi; bâtıl, ölçüsüzdür. Dün doğru dediğine, bugün yanlış diyebilir. Dün müdafaa ettiğini, bugün reddedebilir. Kısacası, batılın zemini kaygandır; fikriyatında temel bir esas ve ölçü yoktur. İkincisi ise; İnsan, fıtraten güzele meftun ve meyilli yaratılmıştır. Yani, ruh cihetiyle devamlı güzeli ve kemali arar; bu vasıflara da hayran olur.
İşte bundan dolayı, Peygamberlerin bir kısmının, Peygamberlik vazifesi gelmeden önce toplum tarafından çokça sevilip, takdir edildiğini görmekteyiz. O kavimler, elde edemedikleri faziletlere sahip olan insanlara değer vermişlerdir. Ne var ki, nefisleri onları bu hususta da aldatmıştır. Zira nefsin oyunlarından birisi de fziletleri herkesin ulaşamayacağı bir meziyet olarak gösterip kişiyi içerisinde bulunduğu kötü halde tutmaya çalışmaktır.
Bununla beraber, ne zaman ki peygamberler, kavimlerini de İslam'a çağırmışlar; işte o zaman tepkinin en aşırısını görmeye başlamışlardır.
Her devirde, yüksek fazilete sahip bir insan, çevresini nezih bir hayata çağırdığında, davetlinin hayranlık ve itimadı galip gelip, iman etmesi sözkonusudur. Fakat, karşısındakinin faziletli karşısında ezilen insanın nefsinde kibir, haset, aşağılık kompleksi gibi nefsi hastalıkların açığa çıkması da mümkündür ki, bu takdirde kişi, küfrün en kuvvetli mümessillerinden biri olabilir.