İman, kabul etmektir. Dinimizde, "Amentü'nün Şartları" diye belirlenen esasları kabul etmektir.
Tabii burada ilk kabul ettiğimiz, "Cenab-ı Vacibu'l Vücut Hazretleri'nin zatıdır. İnsan, Allah'ı kabul ediş ile kulluk kapısını açıyor. Madem ki kabul ediyorsun, o zaman, O'na karşı mükellefiyetlerinin de olması gerekiyor. Mükellefiyet şuuru da insana kulluk kapısını açıyor. Böyle bir vadiye giriyorsunuz.İman, aslında, insanı insan eden en önemli cevherdir, özdür, sıfattır, mahiyettir. Bir insanın vicdanının da hayat bulması, Allah'a bağlılığı ve O'na olan yakınlığı, korkusu münasebetiyledir. Bunu kalbinde duyan insan ancak beşeriyet içerisinde üzerine düşen vazifeyi bihakkın eda etmeye gayret edebilir. Onun için Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde, Cenab-ı Hak, "Ey İman edenler!" diyerek, "İman" kavramı üzerinde çok durmuştur. Mükellefiyet zaten imandan sonra gelir. Kabul ettiklerimiz, hayatımızda, fiil, düşünce, duygu olarak bize yansıyor; böylece hayat, inançla amel bütünlüğü haline gelmiş oluyor. Yani inanç, düşünce ile fiiller bir bütün haline gelmiş oluyor. Siz, inandığınız şey ile beraber varsınız. Veya var olan şey sizin inancınızın eseridir.Toplumlara baktığınız zaman; o toplumlarda, dinin güzel tarafı görülmüyor ise, sizin inancınız sadece kuru bir iddiadan ibaret kalır. "İman ettim" demek, aslında, kulun bir iddiasıdır. "iman ettim" demek mücerret bir olaydır. Esas olan kabulün amele dönüşmesidir. Onun için iman ettiğimiz güzelliklerin, insan menfaatine yarayan, insanları birbirine yakınlaştıran, kaynaştıran, aralarındaki hukuku düzenleyen, bütün insanları 'ahlak-ı hamide' sahibi yapan o inanç, hayatta aksiyon haline geldiği zaman, imanın tezahürü kendiliğinden ortaya çıkıyor.Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, insanı tarif ederken, onun iman eden, iman etmeyen, bir de iman etmediği halde inanmış gibi görünen olarak üç sınıfta ortaya koyuyor. İman eden insandan sudûr etmesi gereken fiiller, iman etmeyen insandan sudûr eden fiiller, iman etmediği halde, etmiş gibi görünen insanlarda zuhur eden haller, Kur'an-ı Kerim'de tek tek anlatılıyor ki, bir insan da nefis muhasebesi yapıp, hakikaten inandığını veya inanmadığı halde kendi kendini kandırdığını, bu ölçü ile, mikyas ile tespit edip bulabilir. Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: " O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler için bir yol göstericidir." (Bakara, 2/2). Burada Cenab-ı Hak, Müslüman'a sıfat atfediyor. Muttaki kişiler Kur'an'dan şüphe etmez buyuruyor.
Tabii burada ilk kabul ettiğimiz, "Cenab-ı Vacibu'l Vücut Hazretleri'nin zatıdır. İnsan, Allah'ı kabul ediş ile kulluk kapısını açıyor. Madem ki kabul ediyorsun, o zaman, O'na karşı mükellefiyetlerinin de olması gerekiyor. Mükellefiyet şuuru da insana kulluk kapısını açıyor. Böyle bir vadiye giriyorsunuz.İman, aslında, insanı insan eden en önemli cevherdir, özdür, sıfattır, mahiyettir. Bir insanın vicdanının da hayat bulması, Allah'a bağlılığı ve O'na olan yakınlığı, korkusu münasebetiyledir. Bunu kalbinde duyan insan ancak beşeriyet içerisinde üzerine düşen vazifeyi bihakkın eda etmeye gayret edebilir. Onun için Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde, Cenab-ı Hak, "Ey İman edenler!" diyerek, "İman" kavramı üzerinde çok durmuştur. Mükellefiyet zaten imandan sonra gelir. Kabul ettiklerimiz, hayatımızda, fiil, düşünce, duygu olarak bize yansıyor; böylece hayat, inançla amel bütünlüğü haline gelmiş oluyor. Yani inanç, düşünce ile fiiller bir bütün haline gelmiş oluyor. Siz, inandığınız şey ile beraber varsınız. Veya var olan şey sizin inancınızın eseridir.Toplumlara baktığınız zaman; o toplumlarda, dinin güzel tarafı görülmüyor ise, sizin inancınız sadece kuru bir iddiadan ibaret kalır. "İman ettim" demek, aslında, kulun bir iddiasıdır. "iman ettim" demek mücerret bir olaydır. Esas olan kabulün amele dönüşmesidir. Onun için iman ettiğimiz güzelliklerin, insan menfaatine yarayan, insanları birbirine yakınlaştıran, kaynaştıran, aralarındaki hukuku düzenleyen, bütün insanları 'ahlak-ı hamide' sahibi yapan o inanç, hayatta aksiyon haline geldiği zaman, imanın tezahürü kendiliğinden ortaya çıkıyor.Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, insanı tarif ederken, onun iman eden, iman etmeyen, bir de iman etmediği halde inanmış gibi görünen olarak üç sınıfta ortaya koyuyor. İman eden insandan sudûr etmesi gereken fiiller, iman etmeyen insandan sudûr eden fiiller, iman etmediği halde, etmiş gibi görünen insanlarda zuhur eden haller, Kur'an-ı Kerim'de tek tek anlatılıyor ki, bir insan da nefis muhasebesi yapıp, hakikaten inandığını veya inanmadığı halde kendi kendini kandırdığını, bu ölçü ile, mikyas ile tespit edip bulabilir. Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: " O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler için bir yol göstericidir." (Bakara, 2/2). Burada Cenab-ı Hak, Müslüman'a sıfat atfediyor. Muttaki kişiler Kur'an'dan şüphe etmez buyuruyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.