İmam Rıza’nın ıtret ve ümmetin farkı üzerine münazarası
Mecliste Irak ve Horasan âlimlerinden bir grup vardı. Memun mecliste bulunan âlimlere, ‘Sonra kitabı, kullarımdan seçtiklerimize miras bıraktık’ ayetinin anlamını bana söyleyin, dedi
22.03.2024 17:42:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Rayyan bin Salt şöyle diyor: "İmam Rıza (a.s.) Merv'de Memun'un meclisine hazır oldu. Mecliste Irak ve Horasan âlimlerinden bir grup vardı. Memun mecliste bulunan âlimlere, 'Sonra kitabı, kullarımdan seçtiklerimize miras bıraktık' ayetinin anlamını bana söyleyin, dedi.
Âlimler: 'Allah-u Teala bu ayette bütün ümmeti kastetmiştir.'
Memun: 'Ya Ebe'l-Hasan! Sizin görüşünüz nedir?'
İmam (a.s.): 'Onlarla aynı görüşte değilim. Bana göre Allah-u Teala bu ayette Peygamber'in (s.a.v.) temiz ıtretini kastetmiştir.'
Memun: 'Allah-u Teâla, nasıl ümmeti değil de sadece Peygamber'in (s.a.v.) ıtretini kastetmiştir?'
İmam (a.s.): 'Eğer ümmeti kastetmiş olsaydı, onların hepsinin cennet ehli olmaları gerekirdi. Zira Allah, ayetin devamında şöyle buyuruyor: 'Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır, öne geçer. İşte bu, pek büyük bir lutuf ve ihsandır.'
Daha sonra hepsini cennet ehli olarak şöyle tanıtmıştır: 'Ebedî olan Adn cennetlerine girerler, orada altın bileziklerle süslenirler.' Bu nedenledir ki miras, tertemiz ıtrete mahsustur, başkalarına değil.'
Memun: 'Tertemiz ıtret kimlerdir?'
İmam (a.s.): 'Onlar Allah-u Teala'nın kendi kitabında şu şekilde vasfettiği kimselerdir: 'Ancak ve ancak Allah, siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit ricsi (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.'
Yine onlar, Resûlullah'ın (s.a.v.), haklarında şu şekilde buyurduğu kimselerdir: Ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'imi. Bilesiniz ki bu ikisi, havuzun başında Bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar.
Öyleyse, Benden sonra bu ikisi hakkında nasıl davranacağınıza dikkat edin. İnsanlar! Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Zira onlar, sizden daha âlimdirler.'
Âlimler: 'Ey Ebu'l-Hasan! Acaba 'ıtret' dediğin Âl'in kendisi midir, yoksa diğer kimseleri de kapsıyor mu?'
İmam (a.s.): 'Onlar Âl'in ta kendileridirler.'
Âlimler: 'Resûlullah'tan (s.a.v.) 'Ümmetim Benim Âl'imdir' diye nakledilmektedir. Ashab da inkâr edilmeyecek müstefîz (çeşitli kanallardan naklolunmuş) rivayette 'Muhammed'in Âl'i, O'nun ümmetidir' demişlerdir.'
İmam (a.s.): 'Bana söyleyiniz, acaba sadaka (farz zekât) Âl-i Muhammed'e haram mıdır?'
Âlimler: 'Evet, haramdır.'
İmam (a.s.): 'Sadaka bütün ümmete de haram mıdır?'
Âlimler: 'Hayır.'
İmam (a.s.): 'İşte 'Âl' ve 'ümmet' arasındaki fark budur. Yazık sizlere! Nereye götürülüyorsunuz? Kur'an'dan yüz mü çevirdiniz? Yoksa haddi aşan bir kavim misiniz? Acaba verâset ve taharetin (miras ve tathirin) hidayet bulmuş seçkinler hakkında olup başkaları hakkında olmadığını bilmiyor musunuz?'
Âlimler: 'Ey Ebu'l-Hasan! Bu konuyu neye dayanarak diyorsunuz?'
İmam (a.s.): 'Şu ayete: 'Ve and olsun ki, Biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik, soylarına da peygamberlik ve kitap verdik, öyle iken onlardan doğru yolu bulanlar var ve çoğuysa fâsıktırlar.'
Sonuçta, nübüvvet ve kitap mirası fâsıklara değil, hidayet olmuşlara mahsus oldu.
Nuh'un, Rabbinden şöyle bir istekte bulunduğunu biliyor musunuz: 'De ki: Rabbim, şüphe yok ki oğlum, ehlimdendir ve Senin vaadin de doğrusu haktır. Sen de hakimlerin hakimisin.'
Bu dileğin sebebi şuydu ki; Allah (c.c.) ona, kendisini ve ehlini (ailesini) kurtaracağına dâir vaatte bulunmuştu. Rabbi de cevabında şöyle buyurdu: 'Ey Nuh! O, kesin olarak senin ehlinden değil.
Çünkü o, kötü bir iş yapmıştır. Artık bilmediğin şeyi isteme Benden. Şüphe yok ki Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt vermedeyim.' (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
Âlimler: 'Allah-u Teala bu ayette bütün ümmeti kastetmiştir.'
Memun: 'Ya Ebe'l-Hasan! Sizin görüşünüz nedir?'
İmam (a.s.): 'Onlarla aynı görüşte değilim. Bana göre Allah-u Teala bu ayette Peygamber'in (s.a.v.) temiz ıtretini kastetmiştir.'
Memun: 'Allah-u Teâla, nasıl ümmeti değil de sadece Peygamber'in (s.a.v.) ıtretini kastetmiştir?'
İmam (a.s.): 'Eğer ümmeti kastetmiş olsaydı, onların hepsinin cennet ehli olmaları gerekirdi. Zira Allah, ayetin devamında şöyle buyuruyor: 'Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır, öne geçer. İşte bu, pek büyük bir lutuf ve ihsandır.'
Daha sonra hepsini cennet ehli olarak şöyle tanıtmıştır: 'Ebedî olan Adn cennetlerine girerler, orada altın bileziklerle süslenirler.' Bu nedenledir ki miras, tertemiz ıtrete mahsustur, başkalarına değil.'
Memun: 'Tertemiz ıtret kimlerdir?'
İmam (a.s.): 'Onlar Allah-u Teala'nın kendi kitabında şu şekilde vasfettiği kimselerdir: 'Ancak ve ancak Allah, siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit ricsi (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.'
Yine onlar, Resûlullah'ın (s.a.v.), haklarında şu şekilde buyurduğu kimselerdir: Ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'imi. Bilesiniz ki bu ikisi, havuzun başında Bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar.
Öyleyse, Benden sonra bu ikisi hakkında nasıl davranacağınıza dikkat edin. İnsanlar! Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Zira onlar, sizden daha âlimdirler.'
Âlimler: 'Ey Ebu'l-Hasan! Acaba 'ıtret' dediğin Âl'in kendisi midir, yoksa diğer kimseleri de kapsıyor mu?'
İmam (a.s.): 'Onlar Âl'in ta kendileridirler.'
Âlimler: 'Resûlullah'tan (s.a.v.) 'Ümmetim Benim Âl'imdir' diye nakledilmektedir. Ashab da inkâr edilmeyecek müstefîz (çeşitli kanallardan naklolunmuş) rivayette 'Muhammed'in Âl'i, O'nun ümmetidir' demişlerdir.'
İmam (a.s.): 'Bana söyleyiniz, acaba sadaka (farz zekât) Âl-i Muhammed'e haram mıdır?'
Âlimler: 'Evet, haramdır.'
İmam (a.s.): 'Sadaka bütün ümmete de haram mıdır?'
Âlimler: 'Hayır.'
İmam (a.s.): 'İşte 'Âl' ve 'ümmet' arasındaki fark budur. Yazık sizlere! Nereye götürülüyorsunuz? Kur'an'dan yüz mü çevirdiniz? Yoksa haddi aşan bir kavim misiniz? Acaba verâset ve taharetin (miras ve tathirin) hidayet bulmuş seçkinler hakkında olup başkaları hakkında olmadığını bilmiyor musunuz?'
Âlimler: 'Ey Ebu'l-Hasan! Bu konuyu neye dayanarak diyorsunuz?'
İmam (a.s.): 'Şu ayete: 'Ve and olsun ki, Biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik, soylarına da peygamberlik ve kitap verdik, öyle iken onlardan doğru yolu bulanlar var ve çoğuysa fâsıktırlar.'
Sonuçta, nübüvvet ve kitap mirası fâsıklara değil, hidayet olmuşlara mahsus oldu.
Nuh'un, Rabbinden şöyle bir istekte bulunduğunu biliyor musunuz: 'De ki: Rabbim, şüphe yok ki oğlum, ehlimdendir ve Senin vaadin de doğrusu haktır. Sen de hakimlerin hakimisin.'
Bu dileğin sebebi şuydu ki; Allah (c.c.) ona, kendisini ve ehlini (ailesini) kurtaracağına dâir vaatte bulunmuştu. Rabbi de cevabında şöyle buyurdu: 'Ey Nuh! O, kesin olarak senin ehlinden değil.
Çünkü o, kötü bir iş yapmıştır. Artık bilmediğin şeyi isteme Benden. Şüphe yok ki Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt vermedeyim.' (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.