İmam Ali’nin Şıkşıkiye hutbesi
Allah’a yemin ederim ki, filanca halifeliği bir gömlek olarak giydi. O Benim hilafete karşı konumumun, milin değirmen için olan konumu gibi olduğunu bilir. Sel Benden iner, kuş Bana yükselemez
24.04.2023 19:16:00
"Allah'a yemin ederim ki, filanca halifeliği bir gömlek olarak giydi. O Benim hilafete karşı konumumun, milin değirmen için olan konumu gibi olduğunu bilir. Sel Benden iner, kuş Bana yükselemez. (Burada Hz. Ali konumunun yüceliğine işaret ediyor).
Hilafetle, arama bir perde sarkıttım. Ve onun hakkındaki düşüncemi içimde sakladım.
Kesik bir elle üzerine atlamayı ya da büyüğü iyice ihtiyarlatan, küçüğü yaşlandıran, mü'minin Rabb'ine kavuşuncaya kadar içinde, çabaladığı kör bir karanlığa sabretmek zorunda kalmayı düşündüm.
Buna karşı sabretmenin daha uygun oluğunu gördüğüm için üzülmeme, boğazımda düğüm olmasına ve mirasımın yağmalandığını görmeme rağmen, birincisi (Hz. Ebu Bekir) yoluna gidip hilafeti kendinden sonra falancaya (Hz. Ömer) arz edinceye kadar sabrettim."
Sonra El-Aşa'nın (Cahiliye devrinin şairlerinden biri) şu beytini okudu: "Devenin yükü üzerinde olduğum bugün ile Câbir'in kardeşi Hayyan'la beraber olduğum gün ne kadar farklıdır."
"Hayret! O, hayattayken hilafetten muaf tutulmayı istediği (Hz. Ebu Bekir'i kastediyor) halde, vefatından sonra bir başkasının başa geçmesini sağladı. (Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer'i halife tayin etmesine işaret ediyor).
Devenin memesini nasıl da ikiye böldü! Hilafeti, arazisi sert, kaba bir mülkiyet haline soktu. Ona dokunmak zorlaştı.
Hilafet işlerinde tökezlemek ve özür beyan etmek çoğaldı. Hilafetin sahibi, huysuz devenin binicisi gibidir. Onu sıkarsa burnunu yarar, gevşetirse kendini tehlikeye atar.
Allah'a yemin ederim ki, insanlar huysuz devenin yere yıkılmasıyla, renkten renge girmekle ve yolunu kaybetmekle imtihan edildi.
Zamanın uzunluğuna ve imtihanın şiddetine sabrettim. Kendi yoluna gideceği sırada, hilafeti beni de, onlardan birisi zannettiği bir gruba bıraktı. (Hz. Ömer'in belirlediği altı kişilik gruba değiniliyor.)
Aman Allah'ım, o ne şûra! Birincisinden daha faziletli olduğum, konusunda bir kuşku mu vardı ki, birbirlerine benzer kişilerle bir tutulur oldum?
Fakat yere konduklarında Ben de kondum, uçtuklarında Ben de uçtum. (Her şeye rağmen onlara muhalefet etmediğini kastediyor).
Derken, onlardan bir adam kendi kinine (Sa'd b. Ebi Vakkas) diğeri ise hısmına (Abdurrahman İbn-i Avf) meyletti.
Bu gruptan olup hayatı yemeğini yediği yerle, çıkardığı yer arasında, göğsünü kabartarak geçen üçüncüsü iktidara gelinceye kadar anlatmak istemediğim daha pek çok gelişme oldu.
Sonra da babasının çocukları o öldürülünceye ve oburluğu onu yüzüstü düşürünceye kadar onunla birlikte olup, Allah'ın malını devenin ot yiyişi gibi hapur hapur yediler.
Onun peşinden sırtlan yelesindeki kıllar kadar çok sayıda insanın, Bana ilgi göstermesi Beni şaşırttı. Her taraftan Bana akın ettiler. Öyle ki Hasan ile Hüseyin'in üzerine basıldı. Ve iki tarafım yarıldı.
Çökmüş koyun sürüsü gibi etrafımda toplandılar. Böyle yapmalarına karşılık işi üstlendiğimde bir bölük ahdini bozdu. (Cemel Savaşı'ndaki rakiplerini kastediyor) Bir grubu fırlayıp gitti.(Hariciler'i kastediyor).
Bir grubu ise bölücülük yaptı. (Muaviye ve adamlarını kastediyor). Sanki Allah'ın, "İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) Akıbet, takva sahiplerinindir" dediğini duymamışlardı.
Evet! Allah'a yemin ederim ki, onu duydular ve ezberlediler. Ancak dünya onların gözüne süslü göründü; süsü hoşlarına gitti.
Taneyi yaran ve ruhu Yaratana yemin olsun ki; biat için hazır olan bir topluluğun hazır olması ve yardım edenin de varlığıyla, hüccetin kıyamı olmasaydı, ayrıca Allah âlimlere bir zâlimin karnını tıka basa doldurmasına ve mazlumun aç kalmasına (Zâlime karşı çıkıp, mazlumu desteklemekten söz ediliyor) karşı hareketsiz kalmamalarını şart koşmasaydı, hilafet devesinin ipini sırtına atar, sonuncu¬sunu ilkinin kâsesiyle sulardım. Bulduğunuz bu dünyanız, Benim yanımda bir keçinin aksırmasından daha değersizdir."
Hutbesinin burasına gelince, Iraklılardan biri ayağa kalkarak O'na bir mektup verdi. O da okumaya başladı. İbn-i Abbas dedi ki, "Ey Mü'minlerin Emiri, konuşmana kaldığın yerden devam etsen!"
Hz. Ali şöyle dedi: "Heyhat ey İbn-i Abbas! Bu bir salyadır. (köpüktür) Önce ortaya çıktı, sonra yok oldu."
İbn-i Abbas dedi ki, "Allah'a yemin ederim ki, Mü'minlerin Emiri'nin istediği gibi bitiremediği bu konuşma için hayıflandığım kadar hiçbir konuşma için hayıflanmadım."
(Not: Şıkşıke kelimesi devenin ağzından çıkan salya, köpük anlamındadır.) (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Hilafetle, arama bir perde sarkıttım. Ve onun hakkındaki düşüncemi içimde sakladım.
Kesik bir elle üzerine atlamayı ya da büyüğü iyice ihtiyarlatan, küçüğü yaşlandıran, mü'minin Rabb'ine kavuşuncaya kadar içinde, çabaladığı kör bir karanlığa sabretmek zorunda kalmayı düşündüm.
Buna karşı sabretmenin daha uygun oluğunu gördüğüm için üzülmeme, boğazımda düğüm olmasına ve mirasımın yağmalandığını görmeme rağmen, birincisi (Hz. Ebu Bekir) yoluna gidip hilafeti kendinden sonra falancaya (Hz. Ömer) arz edinceye kadar sabrettim."
Sonra El-Aşa'nın (Cahiliye devrinin şairlerinden biri) şu beytini okudu: "Devenin yükü üzerinde olduğum bugün ile Câbir'in kardeşi Hayyan'la beraber olduğum gün ne kadar farklıdır."
"Hayret! O, hayattayken hilafetten muaf tutulmayı istediği (Hz. Ebu Bekir'i kastediyor) halde, vefatından sonra bir başkasının başa geçmesini sağladı. (Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer'i halife tayin etmesine işaret ediyor).
Devenin memesini nasıl da ikiye böldü! Hilafeti, arazisi sert, kaba bir mülkiyet haline soktu. Ona dokunmak zorlaştı.
Hilafet işlerinde tökezlemek ve özür beyan etmek çoğaldı. Hilafetin sahibi, huysuz devenin binicisi gibidir. Onu sıkarsa burnunu yarar, gevşetirse kendini tehlikeye atar.
Allah'a yemin ederim ki, insanlar huysuz devenin yere yıkılmasıyla, renkten renge girmekle ve yolunu kaybetmekle imtihan edildi.
Zamanın uzunluğuna ve imtihanın şiddetine sabrettim. Kendi yoluna gideceği sırada, hilafeti beni de, onlardan birisi zannettiği bir gruba bıraktı. (Hz. Ömer'in belirlediği altı kişilik gruba değiniliyor.)
Aman Allah'ım, o ne şûra! Birincisinden daha faziletli olduğum, konusunda bir kuşku mu vardı ki, birbirlerine benzer kişilerle bir tutulur oldum?
Fakat yere konduklarında Ben de kondum, uçtuklarında Ben de uçtum. (Her şeye rağmen onlara muhalefet etmediğini kastediyor).
Derken, onlardan bir adam kendi kinine (Sa'd b. Ebi Vakkas) diğeri ise hısmına (Abdurrahman İbn-i Avf) meyletti.
Bu gruptan olup hayatı yemeğini yediği yerle, çıkardığı yer arasında, göğsünü kabartarak geçen üçüncüsü iktidara gelinceye kadar anlatmak istemediğim daha pek çok gelişme oldu.
Sonra da babasının çocukları o öldürülünceye ve oburluğu onu yüzüstü düşürünceye kadar onunla birlikte olup, Allah'ın malını devenin ot yiyişi gibi hapur hapur yediler.
Onun peşinden sırtlan yelesindeki kıllar kadar çok sayıda insanın, Bana ilgi göstermesi Beni şaşırttı. Her taraftan Bana akın ettiler. Öyle ki Hasan ile Hüseyin'in üzerine basıldı. Ve iki tarafım yarıldı.
Çökmüş koyun sürüsü gibi etrafımda toplandılar. Böyle yapmalarına karşılık işi üstlendiğimde bir bölük ahdini bozdu. (Cemel Savaşı'ndaki rakiplerini kastediyor) Bir grubu fırlayıp gitti.(Hariciler'i kastediyor).
Bir grubu ise bölücülük yaptı. (Muaviye ve adamlarını kastediyor). Sanki Allah'ın, "İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) Akıbet, takva sahiplerinindir" dediğini duymamışlardı.
Evet! Allah'a yemin ederim ki, onu duydular ve ezberlediler. Ancak dünya onların gözüne süslü göründü; süsü hoşlarına gitti.
Taneyi yaran ve ruhu Yaratana yemin olsun ki; biat için hazır olan bir topluluğun hazır olması ve yardım edenin de varlığıyla, hüccetin kıyamı olmasaydı, ayrıca Allah âlimlere bir zâlimin karnını tıka basa doldurmasına ve mazlumun aç kalmasına (Zâlime karşı çıkıp, mazlumu desteklemekten söz ediliyor) karşı hareketsiz kalmamalarını şart koşmasaydı, hilafet devesinin ipini sırtına atar, sonuncu¬sunu ilkinin kâsesiyle sulardım. Bulduğunuz bu dünyanız, Benim yanımda bir keçinin aksırmasından daha değersizdir."
Hutbesinin burasına gelince, Iraklılardan biri ayağa kalkarak O'na bir mektup verdi. O da okumaya başladı. İbn-i Abbas dedi ki, "Ey Mü'minlerin Emiri, konuşmana kaldığın yerden devam etsen!"
Hz. Ali şöyle dedi: "Heyhat ey İbn-i Abbas! Bu bir salyadır. (köpüktür) Önce ortaya çıktı, sonra yok oldu."
İbn-i Abbas dedi ki, "Allah'a yemin ederim ki, Mü'minlerin Emiri'nin istediği gibi bitiremediği bu konuşma için hayıflandığım kadar hiçbir konuşma için hayıflanmadım."
(Not: Şıkşıke kelimesi devenin ağzından çıkan salya, köpük anlamındadır.) (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)