Son Elçi son Peygamber Hz. Muhammed aleyhisselamın; "Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır" buyurduğunu ve Hz. Ali'nin de hayatı boyunca bu sıfatı liyaketle taşıdığını biliyoruz.
Hz. Ali'nin "ilmin kapısı olma" özelliği, kendisinden önce Hilafet makamında bulunan her üç Halife döneminde de ön plana çıkmış, çözümü imkansız gibi görünen nice meseleleri ona götürmüşler ve nice müşkillerini halletmişler.
Ümmetin ittifakı ile halife seçildikten sonra da, devlet yönetiminde sürekli bu vasfını ön plana çıkarmış, derin ilmi sayesinde bütün karışıklıklara rağmen adaletten, haktan hukuktan zerre kadar taviz vermemiştir.
Ehliyetine ve liyakatine güvendiği birisini kadılık görevine atadıktan kısa bir zaman sonra görevden alması üzerine o şahıs Hz. Ali'ye müracaat ederek; "Ey Müminlerin emiri! Bana bu görevi vermeseydin asla sana darılmaz ve kırılmazdım, ama görevi verdikten kısa bir zaman sonra görevden almış olman beni son derece üzdü, acaba bir yanlış mı yaptım, bir kusur mu işledim?"
İlmin kapısı olan Hz. Ali'nin verdiği cevap, hemen her devirde mahkeme salonlarının duvarlarına kocaman yazılarla asılması gereken bir cevap:
"Senin haberin olmadan bir duruşmanı izledim, senin sesin, muhakeme ettiğin adamın sesinden fazla çıkıyordu, sen devleti temsilen sesini ondan daha fazla yükseltirsen o adam meramını nasıl anlatacak, kendini nasıl savunacaktır?"
İlmin kapısı olmak başka bir şey.
O kapıdan beslenen, ilim şehrine Ali kapısından girenlerden ve hayatında binlerce ve her branştan ilim adamı yetiştiren Cafer Sadık hazretlerine bir soru soruluyor; bir adamın yanında sadece bir abdest alacak kadar su bulunsa ve yanında da aşırı susamış bir köpek olsa. Adam o su ile abdest alıp namaz kıldıktan sonra dönüp baksa ki köpek susuzluktan ölmüş, bu duruma ne dersiniz?
"Kıldığı namaz batıldır ve o adam günah işlemiştir, derhal tevbe-istiğfar etmesi gerekir, namazı da iade etmesi gerekir. Çünkü mevcut suyu köpeğe verip kendisi de teyemmüm ile namazını kılabilirdi ama köpek için sudan başka bir alternatif yoktu."
İlmin kapısı olmak başka bir şey, o ilim kapısının torunu olmak ve o mirasa layık olmak ta bambaşka bir nasip.
Alın bu ölçüyü, yaşadığımız dünyaya uygulayın, yaşadığımız ülkeye uygulayın, yaşadığımız çarpıklıkları bu aynaya tutun bakalım ne görüyorsunuz.
İlmin şehri nerde, ilim şehrinin kapısı nerde ve biz nerelerdeyiz, ne kadar uzaklara savrulmuşuz.
Hz. Ali'nin "ilmin kapısı olma" özelliği, kendisinden önce Hilafet makamında bulunan her üç Halife döneminde de ön plana çıkmış, çözümü imkansız gibi görünen nice meseleleri ona götürmüşler ve nice müşkillerini halletmişler.
Ümmetin ittifakı ile halife seçildikten sonra da, devlet yönetiminde sürekli bu vasfını ön plana çıkarmış, derin ilmi sayesinde bütün karışıklıklara rağmen adaletten, haktan hukuktan zerre kadar taviz vermemiştir.
Ehliyetine ve liyakatine güvendiği birisini kadılık görevine atadıktan kısa bir zaman sonra görevden alması üzerine o şahıs Hz. Ali'ye müracaat ederek; "Ey Müminlerin emiri! Bana bu görevi vermeseydin asla sana darılmaz ve kırılmazdım, ama görevi verdikten kısa bir zaman sonra görevden almış olman beni son derece üzdü, acaba bir yanlış mı yaptım, bir kusur mu işledim?"
İlmin kapısı olan Hz. Ali'nin verdiği cevap, hemen her devirde mahkeme salonlarının duvarlarına kocaman yazılarla asılması gereken bir cevap:
"Senin haberin olmadan bir duruşmanı izledim, senin sesin, muhakeme ettiğin adamın sesinden fazla çıkıyordu, sen devleti temsilen sesini ondan daha fazla yükseltirsen o adam meramını nasıl anlatacak, kendini nasıl savunacaktır?"
İlmin kapısı olmak başka bir şey.
O kapıdan beslenen, ilim şehrine Ali kapısından girenlerden ve hayatında binlerce ve her branştan ilim adamı yetiştiren Cafer Sadık hazretlerine bir soru soruluyor; bir adamın yanında sadece bir abdest alacak kadar su bulunsa ve yanında da aşırı susamış bir köpek olsa. Adam o su ile abdest alıp namaz kıldıktan sonra dönüp baksa ki köpek susuzluktan ölmüş, bu duruma ne dersiniz?
"Kıldığı namaz batıldır ve o adam günah işlemiştir, derhal tevbe-istiğfar etmesi gerekir, namazı da iade etmesi gerekir. Çünkü mevcut suyu köpeğe verip kendisi de teyemmüm ile namazını kılabilirdi ama köpek için sudan başka bir alternatif yoktu."
İlmin kapısı olmak başka bir şey, o ilim kapısının torunu olmak ve o mirasa layık olmak ta bambaşka bir nasip.
Alın bu ölçüyü, yaşadığımız dünyaya uygulayın, yaşadığımız ülkeye uygulayın, yaşadığımız çarpıklıkları bu aynaya tutun bakalım ne görüyorsunuz.
İlmin şehri nerde, ilim şehrinin kapısı nerde ve biz nerelerdeyiz, ne kadar uzaklara savrulmuşuz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025