Tebliğ hakkı ve hürriyeti
O halde bu temel davet nasıl bir organizeye maliktir. Şimdi hep birlikte bunu görelim:
Şüphesiz İslâm'a daveti, Peygamberimiz Hz. Muhamemmed (sav) Efendimiz, Mekke devri ve Medine devri olmak üzere iki ana bölümde ele alarak çeşitli tavırlara ve de vasıtalara müraccat etmiştir. Dikkat edilirse görülür ki, Mekke'de gelen ayetlerin içinde içtimaî, hukukî, iktisadî mevzularda ahkâm-ı ilâhiye yer almamaktadır. Bu vadide nazil olan nikân, zekât, içkî, talak, alışveriş hükümleriyle ilgili ayetler, Medine devrinde nâzil olmağa başlamıştır.
Mekke, İslâm'ı yaşayan samimi mü'min cemaatin kadrolaştığı mekandır.
Mekke'de gece yarısı Beytullah'a girip ibadet eden Peygamber (sav), orada bulunan putları kırabilirdi. Ama yapmadı. O biliyordu ki, Haktan nasibini henüz alamamış bir topluluk, yapılan bu hareket karşısında kızacak, kin kusacaktı. Bu sebeple de dar olan imkânlar daha da daralacaktı. Halbuki yapılacak olan iş, zemini yumuşak tutup o putları evvela kalplerden çıkarmak, orada onları yıkmaktı ve de Resulullah (sav) bunu yaptı.
Resulullah'ın (sav) hayatı tetkik edildiğinde görülür ki, Peygamberimiz bir çok müşrikleri idare ederek onların tavassutu ile İslâm'ı yaymıştır.
İbn-i Abbas'ın rivayetinde Abdurrahman bin Avf, gördüğü hakaretten dolayı Peygamber'e gelerek: "Ya Resulellah, biz müşrik iken izzet içinde idik. İslâm'la şeref bulduk fakat müşrikler bizi zillete uğrattılar. Artık izin ver de gerekeni yapalım". Hz. Peygamber'in cevabı; "Hayır ben af ile emrolundum. Sakın bir çarpışma ve çatışmaya meydan vermeyiniz".
Cenab-ı Peygamber, Mekke devrinde muazzez ve mükerrem İslâm'ın fildişi kulesini Sahabe ile yapmıştır. O muazzez binanın yapı taşları Sahabe-i Kiramdır. Bu yapı taşlarının sağlamlığından olacak ki, Ezel ve Ebed'in Efendisinin methiyesine mazhar olmuşlar, haklarında; "Sahabem gökyüzündeki yıldızlar gibidir? Hangisine tâbi olursanız Hakk'a gidersiniz" buyurulmuştur.
Hülâsa: Demek isteriz ki, Mekke, İslâm binasını vücuda getiren Sahabe'nin yetiştiği yerdir. Burada zaruret hâsıl olduğu zaman müşrik bile olsa bir gayri müslimin himayesine girilmiş ve ondan yardım talep edilmiştir. Ve bu caizdir.
Medine ise, mü'minlerin dışa açıldığı, dış tabiata müteallik mevzuata ehemmiyet verildiği devirdir.
Bu kısa tarihî perspektifin ardından, çağın huzuruna çıkacak tebliğcinin kuşanması gereken estetik çizgileri tespit etmek yerinde olacaktır.
İslâm'a dâvet eden mü'minin bütün maksadı, muhabbeti, varlığı ve de gayreti İslâm olmalıdır. Hayatını sadece İslâm'a hizmete adamalıdır. Esasen her mü'minin bu hâlde olması zarurîdir. Heyhat ki bu cemaati bugün bulmak zor olduğu için sadece davet edenlerin bu hal ile hallenmesini şimdilik kâfi görüyoruz.
İslâm'a davet amelî olmalı. Davette nazireyeler pek müessir olmaz. Gerçi nazariyelerin rolü yok değildir. Ama amel, nazariyenin üstündedir.
İslâm'ın arzu ve isteklerini şahsî arzu ve isteklerin üstünde tutmalı; söylediğini bizzat kendi yaşamalıdır.
Kabiliyetli liderler yetiştirmeli. Zira dava, liderlerin omuzlarında yürür, yücelir.
O halde bu temel davet nasıl bir organizeye maliktir. Şimdi hep birlikte bunu görelim:
Şüphesiz İslâm'a daveti, Peygamberimiz Hz. Muhamemmed (sav) Efendimiz, Mekke devri ve Medine devri olmak üzere iki ana bölümde ele alarak çeşitli tavırlara ve de vasıtalara müraccat etmiştir. Dikkat edilirse görülür ki, Mekke'de gelen ayetlerin içinde içtimaî, hukukî, iktisadî mevzularda ahkâm-ı ilâhiye yer almamaktadır. Bu vadide nazil olan nikân, zekât, içkî, talak, alışveriş hükümleriyle ilgili ayetler, Medine devrinde nâzil olmağa başlamıştır.
Mekke, İslâm'ı yaşayan samimi mü'min cemaatin kadrolaştığı mekandır.
Mekke'de gece yarısı Beytullah'a girip ibadet eden Peygamber (sav), orada bulunan putları kırabilirdi. Ama yapmadı. O biliyordu ki, Haktan nasibini henüz alamamış bir topluluk, yapılan bu hareket karşısında kızacak, kin kusacaktı. Bu sebeple de dar olan imkânlar daha da daralacaktı. Halbuki yapılacak olan iş, zemini yumuşak tutup o putları evvela kalplerden çıkarmak, orada onları yıkmaktı ve de Resulullah (sav) bunu yaptı.
Resulullah'ın (sav) hayatı tetkik edildiğinde görülür ki, Peygamberimiz bir çok müşrikleri idare ederek onların tavassutu ile İslâm'ı yaymıştır.
İbn-i Abbas'ın rivayetinde Abdurrahman bin Avf, gördüğü hakaretten dolayı Peygamber'e gelerek: "Ya Resulellah, biz müşrik iken izzet içinde idik. İslâm'la şeref bulduk fakat müşrikler bizi zillete uğrattılar. Artık izin ver de gerekeni yapalım". Hz. Peygamber'in cevabı; "Hayır ben af ile emrolundum. Sakın bir çarpışma ve çatışmaya meydan vermeyiniz".
Cenab-ı Peygamber, Mekke devrinde muazzez ve mükerrem İslâm'ın fildişi kulesini Sahabe ile yapmıştır. O muazzez binanın yapı taşları Sahabe-i Kiramdır. Bu yapı taşlarının sağlamlığından olacak ki, Ezel ve Ebed'in Efendisinin methiyesine mazhar olmuşlar, haklarında; "Sahabem gökyüzündeki yıldızlar gibidir? Hangisine tâbi olursanız Hakk'a gidersiniz" buyurulmuştur.
Hülâsa: Demek isteriz ki, Mekke, İslâm binasını vücuda getiren Sahabe'nin yetiştiği yerdir. Burada zaruret hâsıl olduğu zaman müşrik bile olsa bir gayri müslimin himayesine girilmiş ve ondan yardım talep edilmiştir. Ve bu caizdir.
Medine ise, mü'minlerin dışa açıldığı, dış tabiata müteallik mevzuata ehemmiyet verildiği devirdir.
Bu kısa tarihî perspektifin ardından, çağın huzuruna çıkacak tebliğcinin kuşanması gereken estetik çizgileri tespit etmek yerinde olacaktır.
İslâm'a dâvet eden mü'minin bütün maksadı, muhabbeti, varlığı ve de gayreti İslâm olmalıdır. Hayatını sadece İslâm'a hizmete adamalıdır. Esasen her mü'minin bu hâlde olması zarurîdir. Heyhat ki bu cemaati bugün bulmak zor olduğu için sadece davet edenlerin bu hal ile hallenmesini şimdilik kâfi görüyoruz.
İslâm'a davet amelî olmalı. Davette nazireyeler pek müessir olmaz. Gerçi nazariyelerin rolü yok değildir. Ama amel, nazariyenin üstündedir.
İslâm'ın arzu ve isteklerini şahsî arzu ve isteklerin üstünde tutmalı; söylediğini bizzat kendi yaşamalıdır.
Kabiliyetli liderler yetiştirmeli. Zira dava, liderlerin omuzlarında yürür, yücelir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.