Hz. Ali nefs-i Peygamberî'dir
Mübahale ayetinde geçen "Enfüsena/Biz kendimiz"den maksat Resûlullah'ın kendisi ve Hz. Ali'dir (a.s). Fâtıma, Hasan ve Hüseyin (a.s), âyet-i kerimede, Hz. Resûl'ün Ehl-i Beyt'i olarak anılmakta, Ali (a.s) ise, nefs-i Peygamberî sayılmaktadır
17.02.2016 00:00:00
Sahih-i Müslim'de, Fadailu's-Sahabe bölümünde, Zeyd b. Arkam'a, "Resûlullah'ın zevceleri, Ehl-i Beyt'inden değil mi?" diye sorulduğu, Zeyd'in, "Zevceleri de bu ev halkından ama Ehl-i Beyt'i, kendilerinden başka (kendilerine olduğu gibi), sadakanın, zekâtın haram edildiği kişilerdir" dediği, "Onlar kimlerdir?" sorusuna, "Ali'nin, Akil'in Ca'fer'in, Abbas'ın soyu" cevabını verdiği; "Bunların hepsine de sadaka ve zekât haram edilmiş midir?" sorusunu da, "evet" diye cevaplandırdığı kaydedilmektedir. Evet, kadın, Zeyd'in dediği gibi ev halkındandır ama talak vukuunda, babasının, yakınlarının evine gider.
Kitab Ehli'nin cizye vermek ve İslam hükmüne uymak, hıyanette bulunmamak şartıyla İslam ülkesinde, dinlerinde kalabilecekleri teşri buyurulunca Necran Hıristiyanları, buna razı olmamışlardı. Necran'dan gelen üç yüz yahut daha fazla kişiden meydana gelen bir heyet, Medine'de Hz. Resûl'e (s.a.a), İsa Peygamber hakkındaki İslam inancını sordular. Hz. Peygamber'e (s.a.a), Âl-i İmran suresinin 59-61. âyet-i kerimeleri nâzil oldu. Bu ayet-i kerimelerde, İsa Peygamber'in, Âdem'in bir örneği olduğu, onun anasız-babasız yaratıldığı gibi İsa'nın da (a.s), babasız yaratıldığı, daha önceki 40-58. âyet-i kerimelerde de İsa'nın ancak Allah'ın kudretine bir delil olduğu, Allah'ın kulu ve resûlü olduğu, bu keyfiyeti, iyice bildirildikten sonra da tartışmaya girişirlerse onlara, "Biz oğullarımızı çağıralım, siz de oğullarınızı çağırınız; biz kadınlarımızı çağıralım, siz de kadınlarınızı çağırınız; biz, bizzat gelelim, siz de bizzat gelin; sonra da dua edelim ve Allah'ın lânetini yalancılara hâle edelim" buyurmaları emrolundu. Hicretin onuncu yılı Zilhicce'sinin yirmi dördüncü günü, Resûl-i Ekrem (s.a.a.), Hz. Ali'nin elini tutarak çıktılar; önlerinde Hz. Fâtıma (a.s), arkalarında da Hasan ve Hüseyin (a.s) vardı. "Mübahale" denen bu lânetleşmeye, Necranlılardan yetmiş kişi gelmişti. İçlerindeki bilginleri Ebu Harise, Hz. Resûl'ün yanındakilerinin Ehl-i Beyt'i olduğunu anlayınca Necranlılara mübahaleye yanaşmamalarını söyledi; cizyeye râzı olarak döndüler.
Âyet-i kerimedeki "Oğullarımız"dan maksat apaçık anlaşıldığı gibi Hz. Hasan ve Hüseyin (a.s), "Kadınlarımız"dan maksat, kızları Fâtımatü'z-Zehrâ (a.s), "Enfüsena/Biz kendimiz"den maksat da kendileri ve Ali'dir (a.s). Fâtıma, Hasan ve Hüseyin (a.s), âyet-i kerimede, Hz. Resûl'ün Ehl-i Beyt'i olarak anılmakta, Ali (a.s) ise, nefs-i nefis-i Peygamberî sayılmaktadır. Hz. Resûl-i Ekrem, mübahaleye, bunlarla çıkmışlardır. (Tirmizi: sahih, 212-213). Fahr-i Râzi, Tefsir-i Kebir'inde; Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr'unda; Ebû Nuaym, Delail'inde bunu bildirdikleri gibi Savâik'da, Emirü'l-Mü'minin'in (a.s), Şûra'da bu âyet-i kerimeyle ihticacda bulundukları kayıtlıdır. (s. 93).
Bu âyet-i kerime, Resûlullah'ın (s.a.a.), "Ali, etimdir, kanımdır" hadisiyle (Tarih-u Bağdad; ll, 204; Zehairü'l-Ukba, 92; Mecmau'z-Zevaid, 4, 111), "Ali bana nisbetle, bedenimdeki başım gibidir" (Camiu's-Sağir; l 1,55,140) hadisini açıklamaktadır.
Bakara suresinin, "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr yoksullara nafaka edenlerin ecirleri, artık Rableri katındadır ve korku yoktur onlara ve onlar mahzun da olmazlar" mealindeki 274. ayet-i kerimesi, Zemahşeri'nin Keşşaf'ında, Fahr-i Razi'nin 'Tefsir-i Kebir'inde, Suyûtî'nin ed-Dürrü'l-Mensur'unda bildirildiği gibi, Emirü'l-Mü'minin'in (a.s), varı yoğu olan dört dirheminin birini gece, birini gündüz, birini gizli, öbürünü aşikâr olarak yoksullara vermeleri üzerine nazil olmuştur. Üsdü'l-Gâbe'de (4, 25) ve Savaik'te (s. 78), Vahidi'nin Esbabü'n-Nüzul'ünde de (s.64) bu âyet-i kerimenin, bu münasebetle nazil olduğu beyan edilmektedir. Mecmau'z-Zevaid (6, 124) ve er-Rıyadu'n-Nadıra'da da (2, 206) böyle geçer.
Kitab Ehli'nin cizye vermek ve İslam hükmüne uymak, hıyanette bulunmamak şartıyla İslam ülkesinde, dinlerinde kalabilecekleri teşri buyurulunca Necran Hıristiyanları, buna razı olmamışlardı. Necran'dan gelen üç yüz yahut daha fazla kişiden meydana gelen bir heyet, Medine'de Hz. Resûl'e (s.a.a), İsa Peygamber hakkındaki İslam inancını sordular. Hz. Peygamber'e (s.a.a), Âl-i İmran suresinin 59-61. âyet-i kerimeleri nâzil oldu. Bu ayet-i kerimelerde, İsa Peygamber'in, Âdem'in bir örneği olduğu, onun anasız-babasız yaratıldığı gibi İsa'nın da (a.s), babasız yaratıldığı, daha önceki 40-58. âyet-i kerimelerde de İsa'nın ancak Allah'ın kudretine bir delil olduğu, Allah'ın kulu ve resûlü olduğu, bu keyfiyeti, iyice bildirildikten sonra da tartışmaya girişirlerse onlara, "Biz oğullarımızı çağıralım, siz de oğullarınızı çağırınız; biz kadınlarımızı çağıralım, siz de kadınlarınızı çağırınız; biz, bizzat gelelim, siz de bizzat gelin; sonra da dua edelim ve Allah'ın lânetini yalancılara hâle edelim" buyurmaları emrolundu. Hicretin onuncu yılı Zilhicce'sinin yirmi dördüncü günü, Resûl-i Ekrem (s.a.a.), Hz. Ali'nin elini tutarak çıktılar; önlerinde Hz. Fâtıma (a.s), arkalarında da Hasan ve Hüseyin (a.s) vardı. "Mübahale" denen bu lânetleşmeye, Necranlılardan yetmiş kişi gelmişti. İçlerindeki bilginleri Ebu Harise, Hz. Resûl'ün yanındakilerinin Ehl-i Beyt'i olduğunu anlayınca Necranlılara mübahaleye yanaşmamalarını söyledi; cizyeye râzı olarak döndüler.
Âyet-i kerimedeki "Oğullarımız"dan maksat apaçık anlaşıldığı gibi Hz. Hasan ve Hüseyin (a.s), "Kadınlarımız"dan maksat, kızları Fâtımatü'z-Zehrâ (a.s), "Enfüsena/Biz kendimiz"den maksat da kendileri ve Ali'dir (a.s). Fâtıma, Hasan ve Hüseyin (a.s), âyet-i kerimede, Hz. Resûl'ün Ehl-i Beyt'i olarak anılmakta, Ali (a.s) ise, nefs-i nefis-i Peygamberî sayılmaktadır. Hz. Resûl-i Ekrem, mübahaleye, bunlarla çıkmışlardır. (Tirmizi: sahih, 212-213). Fahr-i Râzi, Tefsir-i Kebir'inde; Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr'unda; Ebû Nuaym, Delail'inde bunu bildirdikleri gibi Savâik'da, Emirü'l-Mü'minin'in (a.s), Şûra'da bu âyet-i kerimeyle ihticacda bulundukları kayıtlıdır. (s. 93).
Bu âyet-i kerime, Resûlullah'ın (s.a.a.), "Ali, etimdir, kanımdır" hadisiyle (Tarih-u Bağdad; ll, 204; Zehairü'l-Ukba, 92; Mecmau'z-Zevaid, 4, 111), "Ali bana nisbetle, bedenimdeki başım gibidir" (Camiu's-Sağir; l 1,55,140) hadisini açıklamaktadır.
Bakara suresinin, "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr yoksullara nafaka edenlerin ecirleri, artık Rableri katındadır ve korku yoktur onlara ve onlar mahzun da olmazlar" mealindeki 274. ayet-i kerimesi, Zemahşeri'nin Keşşaf'ında, Fahr-i Razi'nin 'Tefsir-i Kebir'inde, Suyûtî'nin ed-Dürrü'l-Mensur'unda bildirildiği gibi, Emirü'l-Mü'minin'in (a.s), varı yoğu olan dört dirheminin birini gece, birini gündüz, birini gizli, öbürünü aşikâr olarak yoksullara vermeleri üzerine nazil olmuştur. Üsdü'l-Gâbe'de (4, 25) ve Savaik'te (s. 78), Vahidi'nin Esbabü'n-Nüzul'ünde de (s.64) bu âyet-i kerimenin, bu münasebetle nazil olduğu beyan edilmektedir. Mecmau'z-Zevaid (6, 124) ve er-Rıyadu'n-Nadıra'da da (2, 206) böyle geçer.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.