Misyonerlerin hedefi AsyaMisyonerlerin Asya'da Oynadıkları Rol ve Faaliyetleri
Portekizli Vasko de Gama 1497 yılında güya Hindistan'a deniz yolunu keşfetmek üzere yola çıkar. Ancak Kral Don Manuel, Gama'yı dört gemi ile açık denizlere gönderirken sadece Hindistan'a giden deniz yolunu bulmayı değil aynı zamanda baharat, kıymetli madenler ve oradaki Hıristiyanları da bulmayı ya da Hıristiyanlığı orada yaşayanlara anlatmayı da düşünmekteydi.
Peki de Gama Doğu'nun zenginliklerini elde etmek ve Hıristiyanlığı yaymak için çıktığı bu seferde ne yapmıştır? Kalküta şehrini devamlı suretle top ateşine tutar, limandaki gemiler batırılır, şehir baştan sona yıkılır ve yanar, sivil halktan yüzlerce kişi hayatını kaybeder. De Gama adam öldürmeye, adamları da yağmaya girişir. Vasko de Gama'nın bu seferden on gemi dolusu ganimetle döndüğü rivayet edilir.
Keşif değil sömürgeyi genişletmek
Bilime ve insanlığa yaptığı hizmetlerle (!) tanıtılan Portekizli denizci Macellan'ın amacı Hint Okyanusu'ndan Pasifik'e oradan da Atlas Okyanusu'na geçerek tersinden bir dünya turu gerçekleştirmek idi. Bu maksatla yola çıkan Macellan Mart 1521'de bugünkü adı Filipinler olan Bangsamora'ya ulaştı. Portekizli kaptanın asıl amacı bilimsel keşiften çok, sömürgelerin sınırlarını genişletmek, yeni hazineler bulmak ve dinini yaymaktır. Her keşif kolunun arkasından Hıristiyan misyonerler, askerler ve hazine avcıları sökün ederler. Macellan'ı da yine bu gruplar izler.
Macellan Filipin adalarına ulaştığında burada iki İslam krallığı bulunmaktaydı. Macellan'ın da gemisinden iner inmez ilk yaptığı tıpkı arkadaşları gibi yerli halkı kılıçtan geçirmek olmuştur. Macellan'ın Moro bölgesine gelişi ile Müslümanlara karşı sindirme, yıldırma, yok etme hareketleri başladı. Eğer Macellan 50 yıl sonra gelse idi, şüphesiz Moro ülkesinden başka tüm o bölge Müslüman olacak ve sömürgecilik Asya'da bu kadar yayılmayacaktı. Macellan bir akımın öncülüğünü yapar. Onun peşinden rahipler ve tüccarlar gelir. Onu haç ve silah izler. İslamlaşma hareketi onların önündeki ilk ve en büyük engeldir. Bu hareketi zorla önleme yoluna giderler. Macellan Manila'ya geldiğinde bu topraklar üzerinde egemenlik Müslüman bir krallığa aittir. Asıl yıkım Macellan'dan sonra başlar. 1565'de ikinci ticaret grubu gelir.
Burada misyoner-sömürgeci mantığın tarih boyunca takip ettiği metodu görüyoruz. Silah ve kaba kuvvetle teslim alınan ülkelere yine asker destekli misyoner ve büyük ticarî koloniler akın etmektedir. Amerika kıtasında da aynı metot uygulanmıştır.
Fıkıh KöşesiOrucun müstahabları
- Akşamleyin iftar ederken şöyle dua yapılması sünnettir:
"Allahümme leke sumtü ve bike amentü ve aleyke tevvekkeltü ve alâ rızkıke eftartü."
Anlamı: "Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim, senin rızkınla iftar ettim orucumu açtım.
- Orucu hurma gibi tatlı bir şeyle açmak mendubdur.
- Oruçlu kimsenin, yakınlarına ve fakirlere fazlaca yardımda bulunması müstahabdır.
- Oruçlunun mümkün olduğu kadar gece ve gündüz Kur'an okumak, Allah'ı zikretmek, Peygamberimize salât ve selâm getirmek ve ilimle uğraşmak suretiyle meşgul olması müstahabdır.
- Oruçlunun boş ve yararsız sözlerden dilini tutması da müstahabdır. Gıybetten, söz taşımadan kaçınmak ise her zaman vacibdir. Ancak bu kaçınmanın gerekliliği Ramazan'da daha çok kuvvet kazanır.
- Oruçlu için İtikaf da müstahabdır.
Hz. Peygamberin insanlığa selamı:Veda Haccı ve HutbesiVeda Hutbesi'nin hatırlattıkları
'Vedâ Hutbesi' diye anılan bu tarihî hitabe, yüce İslâm'ın cihanşumül mesajını özetliyordu. Bu, insanlık için kıyamete kadar bâki kalacak en anlamlı mesajdı. Bu mesaj, insanlığı ebediyyen medenî kılacak bir hayat programını ifade ediyordu. Bu program,ferd ve toplumun saadetini temine yönelikti.
Kendisini medenî dünyadan sayan Batı dünyası, o zaman henüz Ortaçağ zihniyetini taşıyor, kilise ve feodalite (derebeylik) rejimini yaşıyordu.
Ondört asır önce, 3 Resûlü Ekrem (sav), irad buyurmuş oldukları bu hitabeleriyle, yalnız yedinci asır Müslüman Araplarına değil, İslâm'ın kudretiyle, bütün insanlığa hitap ediyordu.
Vedâ Hutbesi, insanlık için bir kurtuluş reçetesi olmakla birlikte aynı zamanda huzurlu bir hayat ortamının projesini ortaya koymaktadır. Bu hutbe, insan hak ve hürriyetlerini de en kâmil anlamda, hakkaniyet ve adalet ölçüleri içinde teminat altına almaktadır. Dün olduğu gibi bugün de hak, hürriyet ve huzur arayan insanlık için Vedâ Hutbesi en anlamlı belgedir. Bu sebeple, Vedâ Hutbesinin muhtevasını tahlil etmeye ve günümüzde sözkonusu edilen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"yle mukayese etmeye çalışacağız.
Örnek insan ve dâvâsı
İyi bir tetkik ve tahkikle bakıldığında, İslâm'ın cihanşumul mesajını özetleyen Veda Hutbesi'nin, başlıca iki şeyi anlattığı görülecektir: Olgun vasıflı, mükellef ve mükemmel insan tipi ve bu örnek insanın üstleneceği misyon, ortaya koyacağı eser, vereceği mesaj...
Şimdi bu iki ana unsuru açalım:
1. Tarih boyunca insanlığa sunulan hitabeler içinde en anlamlı mesajı taşıyan Veda Hutbesi, özellikle giriş kısmında; Allah'ın iradesini beşeriyet planında gerçekleştirecek vasıflı insanın, hangi ulvî sıfat ve meziyetlerle donatılacağını ortaya koymaktadır. Evet, bu insan hangi sıfatları ve meziyetleri taşımalı, nasıl bir kemâle muvaffak olmalı ki insanlığın hamisi olsun; hakkı, adâleti ayakta tutsun? İnsanlığa kurtuluş mesajı verecek, hakikatın bekçisi olacak; Allah'ın insanlara lutfettiği hakları koruyup yeryüzünde huzur ve sükûnu hakim kılacak; hak sahibine hakkını verecek, haksızlığa, zulme ve çifte standarta 'dur' diyecek; mükellef ama ulvî sıfatlarla techiz edilmiş, medenî, âlim, aydın insan tipi Veda Hutbesi'nin muhtevasının ana unsurunu teşkil eder. Burada her meselenin çözümünde asıl unsurun insan olduğunu bir kez daha anlıyoruz. İnsanın Allah'ın halifeliğine namzet olması, irade-i ilahînin insanın eliyle gerçekleşmesi gerçeği de, bize; davaların temelinin insan olduğunu, asıl meselenin de hakkı koruyacak ve yaşatacak olan insan meselesi olduğunu anlatıyor. Hakla olan, haklı olan, haklı ile olan, haklarla müşerref olup vazife şuuruyla hareket eden, iki cihan saadetinin teminatı olan insan... İşte Veda Hutbesi'nde anlatılan temel gerçek bu.
İslam'ı tam yaşamak
Hz. Cafer, Necaşi ve Amr b. âs'ın konuşmalarının; gerek kâfirlerin ana karakterine, gerek Müslümanın siyasî ve ahlâkî tutumuna, gerekse hak, hukuk ve adaletin üstünlüğüne ayna olması açısından birçok ibret verici noktasından bazılarını hatırlatmak istiyoruz:
Habeşistan hicretinin hikmetleri
Yukarıda da belirttiğimiz gibi; Amr b. As önce eşrafı ziyaret edip hediyelerle gönüllerini te'lif etmiş, Necaşi'yi etkilemelerini istemiş; özellikle Müslümanların sözlerini dinlememesini sağlamalarını sıkı sıkı tembihlemiştir. Burada inkâr ve zulmün mantığı, hukuku ve ölçüsü olmadığı için tek metodunun inananlara söz hakkı vermeden mahkûm etmek olduğunu görüyoruz. Her devrin inkârcıları da; kendi yapmış oldukları hukuk nizamını bile çiğneyerek, hukuka rağmen inanan insanlara tavır alarak zulmetme yönüne gitmişlerdir. Diğer yandan; Hz. Cafer (ra)'in, onların hukuk dışı isteğini, sorduğu dâhiyâne üç sual ile beraber tamamen mantıkî ve hukukî bir yolla geri teptirmesi de çok manidardır ve bizim için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Demek ki; Müslüman güçsüz olup, kendisine hukuka rağmen zulmedildiği ortamlarda, öncelikle mevcut hukuk nizamında ne gibi hak ve selahiyetlere sahip olduğunu bilecek ve oyunu onların kozlarıyla oynayacaktır. Ayrıca her Müslüman, bunu yapamayacağından dolayı, Müslümanlar böyle devirlerde, inançlı hukukçular yetiştirmeye azami gayret göstermelidir. Böylesine kritik dönemlerde, inançlı hukukçu kadrolar, belki de en büyük hizmeti yapacaklardır.
-Hz. Cafer'in, Amr b. âs ve Necaşi'ye karşı konuşmalarındaki müdafaa mantığı ve serdettiği deliller, onun İslâm'a vukufiyetini gösteriyor. Eğer Hz. Cafer, İslâm'a bu derece vâkıf olmasa idi, onları ikna edemeyecekti ve Habeşistan'dan geriye dönmek zorunda kalacaklardı. Ama durum böyle olmadı. O'nun İslâm'ı ve Rasulullah'ı müdafaası, geriye dönmelerini önledi. İslâm'ın ilme; özellikle dini anlamaya verdiği ehemmiyet çok yücedir. Binaenaleyh bir Müslüman; bilhassa İslâm'ı tebliğ eden bir mü'min, bu dine vâkıf olacak ki hasmını iknâ edebilsin.
- Yine Müslüman, dinini sadece bilmekle kalmayıp kendi nefsinde tam manasıyla yaşamalıdır ki, tebliğde başarılı olabilsin. Nitekim Hz. Cafer (ra)'in Meryem sûresini derin bir aşk ve imanla, vecd içinde okuması Necaşi'yi ağlatmıştır. Yani kralı asıl etkileyen Hz. Cafer'in ve oradaki mü'minlerin imanı, İslâm'a olan bağlılıkları ve Allah'a duydukları aşk olmuştur. Her devrin tebliğci Müslümanı, güçlükleri aşabilmek için kendini İslâm'a verebilmeli, Allah'a böylesine teslim olabilmelidir. - Hz. Cafer'in konuşmaları; onun Allah Rasûlü'nün firâset ve siyasetini yeni Müslüman olmuş olmasına rağmen, ne kadar ileri derecede kavradığını; Allah Rasulü'nde ifnâ olmanın neticesinde, onun firâset ve siyasetini kavramakla da kalmayıp hâl edindiğini göstermesi açısından da çok manidardır. Nitekim onun konuşmasında kullandığı cümleler, ne eksik ne de fazladır. Necaşi'yi hakkanî bir şekilde övmüş ama aşırılığa ve yardakçılığa gitmemiştir; onun âdil olduğunu bildiği için işe elçilerin isteklerinin hukuki olmadığını ispatla başlamış, yine Necaşi'nin, dinine, Peygamberine ve ahlâk-ı hamideye düşkünlüğünü ve de zulüm ve haksızlığa tahammülü olmadığını bildiği için; cahiliyedeki sefahatlerini, Allah Rasûlü'nün kendilerini bu derekeden kurtarışını anlatmakla Necaşi'yi cezbetmiş; hemen ardından bu güzel değişikliklere müşriklerin işkenceyle karşı çıktıklarından bahsederek, müşrikleri alaşağı etmeyi başarmıştır. Meryem sûresinin Hz. İsâ'nın ve annesinin yüceliğini; Hz. İsa'nın hak Peygamber olduğunu bildiren bölümlerini okumak suretiyle de kalplerini telif etmiştir. Bu ayetler, Hz. İsa'nın; "Anam hakkında da hayırlı olmayı tavsiye etti ve beni cebbâr ve şaki kılmadı", şeklindeki sözlerini de içeriyordu. Bu kısmı okumakla Hz. Cafer, onların kitapları İncil'de, Hz. İsa'yı annesine karşı zorba gösteren bir tablo çizmelerinin ne kadar bâtıl olduğunu da yüzlerine vurmuş oluyordu. İncil'de Hz. İsa'nın annesine karşı davranışları şöyle işlenmiştir: "Üçüncü gün Galile'nin Kana şehrinde düğün oldu. İsa'nın anası da orada idi. İsa ile şakirtleri de düğüne çağrıldı ve şarap eksilince İsa'nın anası ona dedi: 'Şarapları yok'. İsa ona dedi: 'Kadın benden sana ne? Saatim daha gelmedi' " 2/ "Ve biri İsa'ya dedi: 'İşte anan ve kardeşlerin, seninle söyleşmek isteyerek dışarda duruyorlar. Fakat İsa cevap verip kendisine söyleyene dedi: 'Benim anam kimdir? Ve kardeşlerim kimlerdir?'"
Portekizli Vasko de Gama 1497 yılında güya Hindistan'a deniz yolunu keşfetmek üzere yola çıkar. Ancak Kral Don Manuel, Gama'yı dört gemi ile açık denizlere gönderirken sadece Hindistan'a giden deniz yolunu bulmayı değil aynı zamanda baharat, kıymetli madenler ve oradaki Hıristiyanları da bulmayı ya da Hıristiyanlığı orada yaşayanlara anlatmayı da düşünmekteydi.
Peki de Gama Doğu'nun zenginliklerini elde etmek ve Hıristiyanlığı yaymak için çıktığı bu seferde ne yapmıştır? Kalküta şehrini devamlı suretle top ateşine tutar, limandaki gemiler batırılır, şehir baştan sona yıkılır ve yanar, sivil halktan yüzlerce kişi hayatını kaybeder. De Gama adam öldürmeye, adamları da yağmaya girişir. Vasko de Gama'nın bu seferden on gemi dolusu ganimetle döndüğü rivayet edilir.
Keşif değil sömürgeyi genişletmek
Bilime ve insanlığa yaptığı hizmetlerle (!) tanıtılan Portekizli denizci Macellan'ın amacı Hint Okyanusu'ndan Pasifik'e oradan da Atlas Okyanusu'na geçerek tersinden bir dünya turu gerçekleştirmek idi. Bu maksatla yola çıkan Macellan Mart 1521'de bugünkü adı Filipinler olan Bangsamora'ya ulaştı. Portekizli kaptanın asıl amacı bilimsel keşiften çok, sömürgelerin sınırlarını genişletmek, yeni hazineler bulmak ve dinini yaymaktır. Her keşif kolunun arkasından Hıristiyan misyonerler, askerler ve hazine avcıları sökün ederler. Macellan'ı da yine bu gruplar izler.
Macellan Filipin adalarına ulaştığında burada iki İslam krallığı bulunmaktaydı. Macellan'ın da gemisinden iner inmez ilk yaptığı tıpkı arkadaşları gibi yerli halkı kılıçtan geçirmek olmuştur. Macellan'ın Moro bölgesine gelişi ile Müslümanlara karşı sindirme, yıldırma, yok etme hareketleri başladı. Eğer Macellan 50 yıl sonra gelse idi, şüphesiz Moro ülkesinden başka tüm o bölge Müslüman olacak ve sömürgecilik Asya'da bu kadar yayılmayacaktı. Macellan bir akımın öncülüğünü yapar. Onun peşinden rahipler ve tüccarlar gelir. Onu haç ve silah izler. İslamlaşma hareketi onların önündeki ilk ve en büyük engeldir. Bu hareketi zorla önleme yoluna giderler. Macellan Manila'ya geldiğinde bu topraklar üzerinde egemenlik Müslüman bir krallığa aittir. Asıl yıkım Macellan'dan sonra başlar. 1565'de ikinci ticaret grubu gelir.
Burada misyoner-sömürgeci mantığın tarih boyunca takip ettiği metodu görüyoruz. Silah ve kaba kuvvetle teslim alınan ülkelere yine asker destekli misyoner ve büyük ticarî koloniler akın etmektedir. Amerika kıtasında da aynı metot uygulanmıştır.
Fıkıh KöşesiOrucun müstahabları
- Akşamleyin iftar ederken şöyle dua yapılması sünnettir:
"Allahümme leke sumtü ve bike amentü ve aleyke tevvekkeltü ve alâ rızkıke eftartü."
Anlamı: "Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim, senin rızkınla iftar ettim orucumu açtım.
- Orucu hurma gibi tatlı bir şeyle açmak mendubdur.
- Oruçlu kimsenin, yakınlarına ve fakirlere fazlaca yardımda bulunması müstahabdır.
- Oruçlunun mümkün olduğu kadar gece ve gündüz Kur'an okumak, Allah'ı zikretmek, Peygamberimize salât ve selâm getirmek ve ilimle uğraşmak suretiyle meşgul olması müstahabdır.
- Oruçlunun boş ve yararsız sözlerden dilini tutması da müstahabdır. Gıybetten, söz taşımadan kaçınmak ise her zaman vacibdir. Ancak bu kaçınmanın gerekliliği Ramazan'da daha çok kuvvet kazanır.
- Oruçlu için İtikaf da müstahabdır.
Hz. Peygamberin insanlığa selamı:Veda Haccı ve HutbesiVeda Hutbesi'nin hatırlattıkları
'Vedâ Hutbesi' diye anılan bu tarihî hitabe, yüce İslâm'ın cihanşumül mesajını özetliyordu. Bu, insanlık için kıyamete kadar bâki kalacak en anlamlı mesajdı. Bu mesaj, insanlığı ebediyyen medenî kılacak bir hayat programını ifade ediyordu. Bu program,ferd ve toplumun saadetini temine yönelikti.
Kendisini medenî dünyadan sayan Batı dünyası, o zaman henüz Ortaçağ zihniyetini taşıyor, kilise ve feodalite (derebeylik) rejimini yaşıyordu.
Ondört asır önce, 3 Resûlü Ekrem (sav), irad buyurmuş oldukları bu hitabeleriyle, yalnız yedinci asır Müslüman Araplarına değil, İslâm'ın kudretiyle, bütün insanlığa hitap ediyordu.
Vedâ Hutbesi, insanlık için bir kurtuluş reçetesi olmakla birlikte aynı zamanda huzurlu bir hayat ortamının projesini ortaya koymaktadır. Bu hutbe, insan hak ve hürriyetlerini de en kâmil anlamda, hakkaniyet ve adalet ölçüleri içinde teminat altına almaktadır. Dün olduğu gibi bugün de hak, hürriyet ve huzur arayan insanlık için Vedâ Hutbesi en anlamlı belgedir. Bu sebeple, Vedâ Hutbesinin muhtevasını tahlil etmeye ve günümüzde sözkonusu edilen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"yle mukayese etmeye çalışacağız.
Örnek insan ve dâvâsı
İyi bir tetkik ve tahkikle bakıldığında, İslâm'ın cihanşumul mesajını özetleyen Veda Hutbesi'nin, başlıca iki şeyi anlattığı görülecektir: Olgun vasıflı, mükellef ve mükemmel insan tipi ve bu örnek insanın üstleneceği misyon, ortaya koyacağı eser, vereceği mesaj...
Şimdi bu iki ana unsuru açalım:
1. Tarih boyunca insanlığa sunulan hitabeler içinde en anlamlı mesajı taşıyan Veda Hutbesi, özellikle giriş kısmında; Allah'ın iradesini beşeriyet planında gerçekleştirecek vasıflı insanın, hangi ulvî sıfat ve meziyetlerle donatılacağını ortaya koymaktadır. Evet, bu insan hangi sıfatları ve meziyetleri taşımalı, nasıl bir kemâle muvaffak olmalı ki insanlığın hamisi olsun; hakkı, adâleti ayakta tutsun? İnsanlığa kurtuluş mesajı verecek, hakikatın bekçisi olacak; Allah'ın insanlara lutfettiği hakları koruyup yeryüzünde huzur ve sükûnu hakim kılacak; hak sahibine hakkını verecek, haksızlığa, zulme ve çifte standarta 'dur' diyecek; mükellef ama ulvî sıfatlarla techiz edilmiş, medenî, âlim, aydın insan tipi Veda Hutbesi'nin muhtevasının ana unsurunu teşkil eder. Burada her meselenin çözümünde asıl unsurun insan olduğunu bir kez daha anlıyoruz. İnsanın Allah'ın halifeliğine namzet olması, irade-i ilahînin insanın eliyle gerçekleşmesi gerçeği de, bize; davaların temelinin insan olduğunu, asıl meselenin de hakkı koruyacak ve yaşatacak olan insan meselesi olduğunu anlatıyor. Hakla olan, haklı olan, haklı ile olan, haklarla müşerref olup vazife şuuruyla hareket eden, iki cihan saadetinin teminatı olan insan... İşte Veda Hutbesi'nde anlatılan temel gerçek bu.
İslam'ı tam yaşamak
Hz. Cafer, Necaşi ve Amr b. âs'ın konuşmalarının; gerek kâfirlerin ana karakterine, gerek Müslümanın siyasî ve ahlâkî tutumuna, gerekse hak, hukuk ve adaletin üstünlüğüne ayna olması açısından birçok ibret verici noktasından bazılarını hatırlatmak istiyoruz:
Habeşistan hicretinin hikmetleri
Yukarıda da belirttiğimiz gibi; Amr b. As önce eşrafı ziyaret edip hediyelerle gönüllerini te'lif etmiş, Necaşi'yi etkilemelerini istemiş; özellikle Müslümanların sözlerini dinlememesini sağlamalarını sıkı sıkı tembihlemiştir. Burada inkâr ve zulmün mantığı, hukuku ve ölçüsü olmadığı için tek metodunun inananlara söz hakkı vermeden mahkûm etmek olduğunu görüyoruz. Her devrin inkârcıları da; kendi yapmış oldukları hukuk nizamını bile çiğneyerek, hukuka rağmen inanan insanlara tavır alarak zulmetme yönüne gitmişlerdir. Diğer yandan; Hz. Cafer (ra)'in, onların hukuk dışı isteğini, sorduğu dâhiyâne üç sual ile beraber tamamen mantıkî ve hukukî bir yolla geri teptirmesi de çok manidardır ve bizim için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Demek ki; Müslüman güçsüz olup, kendisine hukuka rağmen zulmedildiği ortamlarda, öncelikle mevcut hukuk nizamında ne gibi hak ve selahiyetlere sahip olduğunu bilecek ve oyunu onların kozlarıyla oynayacaktır. Ayrıca her Müslüman, bunu yapamayacağından dolayı, Müslümanlar böyle devirlerde, inançlı hukukçular yetiştirmeye azami gayret göstermelidir. Böylesine kritik dönemlerde, inançlı hukukçu kadrolar, belki de en büyük hizmeti yapacaklardır.
-Hz. Cafer'in, Amr b. âs ve Necaşi'ye karşı konuşmalarındaki müdafaa mantığı ve serdettiği deliller, onun İslâm'a vukufiyetini gösteriyor. Eğer Hz. Cafer, İslâm'a bu derece vâkıf olmasa idi, onları ikna edemeyecekti ve Habeşistan'dan geriye dönmek zorunda kalacaklardı. Ama durum böyle olmadı. O'nun İslâm'ı ve Rasulullah'ı müdafaası, geriye dönmelerini önledi. İslâm'ın ilme; özellikle dini anlamaya verdiği ehemmiyet çok yücedir. Binaenaleyh bir Müslüman; bilhassa İslâm'ı tebliğ eden bir mü'min, bu dine vâkıf olacak ki hasmını iknâ edebilsin.
- Yine Müslüman, dinini sadece bilmekle kalmayıp kendi nefsinde tam manasıyla yaşamalıdır ki, tebliğde başarılı olabilsin. Nitekim Hz. Cafer (ra)'in Meryem sûresini derin bir aşk ve imanla, vecd içinde okuması Necaşi'yi ağlatmıştır. Yani kralı asıl etkileyen Hz. Cafer'in ve oradaki mü'minlerin imanı, İslâm'a olan bağlılıkları ve Allah'a duydukları aşk olmuştur. Her devrin tebliğci Müslümanı, güçlükleri aşabilmek için kendini İslâm'a verebilmeli, Allah'a böylesine teslim olabilmelidir. - Hz. Cafer'in konuşmaları; onun Allah Rasûlü'nün firâset ve siyasetini yeni Müslüman olmuş olmasına rağmen, ne kadar ileri derecede kavradığını; Allah Rasulü'nde ifnâ olmanın neticesinde, onun firâset ve siyasetini kavramakla da kalmayıp hâl edindiğini göstermesi açısından da çok manidardır. Nitekim onun konuşmasında kullandığı cümleler, ne eksik ne de fazladır. Necaşi'yi hakkanî bir şekilde övmüş ama aşırılığa ve yardakçılığa gitmemiştir; onun âdil olduğunu bildiği için işe elçilerin isteklerinin hukuki olmadığını ispatla başlamış, yine Necaşi'nin, dinine, Peygamberine ve ahlâk-ı hamideye düşkünlüğünü ve de zulüm ve haksızlığa tahammülü olmadığını bildiği için; cahiliyedeki sefahatlerini, Allah Rasûlü'nün kendilerini bu derekeden kurtarışını anlatmakla Necaşi'yi cezbetmiş; hemen ardından bu güzel değişikliklere müşriklerin işkenceyle karşı çıktıklarından bahsederek, müşrikleri alaşağı etmeyi başarmıştır. Meryem sûresinin Hz. İsâ'nın ve annesinin yüceliğini; Hz. İsa'nın hak Peygamber olduğunu bildiren bölümlerini okumak suretiyle de kalplerini telif etmiştir. Bu ayetler, Hz. İsa'nın; "Anam hakkında da hayırlı olmayı tavsiye etti ve beni cebbâr ve şaki kılmadı", şeklindeki sözlerini de içeriyordu. Bu kısmı okumakla Hz. Cafer, onların kitapları İncil'de, Hz. İsa'yı annesine karşı zorba gösteren bir tablo çizmelerinin ne kadar bâtıl olduğunu da yüzlerine vurmuş oluyordu. İncil'de Hz. İsa'nın annesine karşı davranışları şöyle işlenmiştir: "Üçüncü gün Galile'nin Kana şehrinde düğün oldu. İsa'nın anası da orada idi. İsa ile şakirtleri de düğüne çağrıldı ve şarap eksilince İsa'nın anası ona dedi: 'Şarapları yok'. İsa ona dedi: 'Kadın benden sana ne? Saatim daha gelmedi' " 2/ "Ve biri İsa'ya dedi: 'İşte anan ve kardeşlerin, seninle söyleşmek isteyerek dışarda duruyorlar. Fakat İsa cevap verip kendisine söyleyene dedi: 'Benim anam kimdir? Ve kardeşlerim kimlerdir?'"
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.