Her daim Zikrullah
Son nefes ile ilgili önemli bir mevzu daha vardır ki, iman eden, Allah'ın varlığına, Amentü'sünün esaslarına iman eden kul, iman ettiği ve inandığı hâlde, nefsanî iradesinin ona hâkim olması sonucu, yanlışa sürüklenir, yanlış yapar. İman ehli olmasına rağmen taatinde-ibâdetinde kusurlar yapar. Yanlışları olur, günahı olur. Fakat aslolan imandır
18.11.2024 08:03:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Son nefes ile ilgili önemli bir mevzu daha vardır ki, iman eden, Allah'ın varlığına, Amentü'sünün esaslarına iman eden kul, iman ettiği ve inandığı hâlde, nefsanî iradesinin ona hâkim olması sonucu, yanlışa sürüklenir, yanlış yapar. İman ehli olmasına rağmen taatinde-ibâdetinde kusurlar yapar. Yanlışları olur, günahı olur. Fakat aslolan imandır.
İman ehli olan insan, asla yılmamalı, "Evet ben günah işliyorum. Yanlış yapıyorum. Allah'ın mağfireti sonsuzdur" şeklinde bir iç pişmanlıkla O'nun rahmet kapısında ısrarla durmalıdır.
Allah'ın kapısından başka af kapısının olmadığının idraki içinde tövbeye sarılmalıdır. Hatalardan dönmelidir. Bir daha o günahları işlememeye gayret göstermeli, bu konuda azimli olmalıdır. Allah'a döneceğini unutup, günahları işlemeye devam edenin son nefes hâlinde artık günahlarından af dilemesi mümkün değildir.
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Allah, kulunun tövbesini can gırtlağa gelmedikçe kabul eder."
İmam Gazali, "İhyâ-u Ulûmi'd-Din" adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Rivâyet olundu ki, her insan ölürken gâyet susamış ve hararetli olarak ölür. Yalnız hayatında Allah'ı zikir ile ağzını ıslatanların son nefeslerinde hararetleri olmaz."
Son nefeste kurtuluşu yakalamak, ancak ibâdât u taate sarılmak ve zikrullahtan gâfil olmamak ile mümkündür.
DÂİM ZİKİR
İbâdetlerden asıl gâye Allah'a vuslat etmek, O'na kul olmaktır. Kulluğun önünde de iki büyük engel vardır: Nefis ve Şeytan gerçeği… Kul, ibâdetlerden ve Allah'ı zikirden mahrum kalınca ona Şeytan ve nefis musallat olur.
İbn Abbâs'dan, "O, (Nâs Sûresi'nde geçen) 'Vesvâs'ı şöyle tefsîr etti: İnsan doğunca Şeytan yanına sokulur. Allah zikredilince gider, Allah zikredilmezse kalbinde yerleşir kalır."
Diğer rivâyet ise şöyledir: Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Şeytan Âdemoğlunun kalbine yerleşmiştir. Allah'ı zikrettiği zaman siner, gaflete düştüğü zaman vesvese verir."
Nefsi terbiye etmenin, ahlâk-ı zemime hâlini ahlâk-ı hamideye çevirmenin çaresi de ibâdetler ve zikrullahtır.
Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken, zekât verirken, Allah'ı zikrederken maksadı kulluk etmek olan insanda, devamlı Allah'ı hatırlama hâli oluşur. Buna büyükler "Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda dâim zikir hâli" derler.
Arifibillah dediğimiz zevâtın bu hususta beyanı "dâim zikir"dir. Yani kul, dâima zikir hâline girer. Böylece kişi nefsi ve Şeytan'la başbaşa kalmaz. Dâima Allah ile beraber olur. Son nefesin ne zaman verileceği konusunda hiç kimsenin bir garantisi yoktur. Dâim zikir hâlinde olmak, son nefesi iman üzere teslim etmenin de garantisidir.
Allah'ı zikir bir emr-i İlâhîdir. Cenâb-ı Hakk sadece zikretmemizi değil, çok zikretmemizi de istiyor. Bu da bir emr-i İlâhîdir.
Nitekim âyet-i kerimede: "Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin" buyuruluyor.
Bir başka âyet-i kerimede de çok zikretmek başarı ve muvaffakiyetin anahtarı olarak gösteriliyor:
"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." Düşmanla karşılaşılan ân, insanın hayatının en zor ânıdır. Bu vakitte bile Cenâb-ı Hakk, zikretmeyi emrediyor.
Böylelerini bir kutsi hadiste, Cenâb-ı Hakk "Gerçek kulum" olarak adlandırıyor:
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Gerçek kulum, savaş esnasında Beni zikredendir."
Bu hâli Hz. Ali yaşadığını anlatıyor; zâten o velâyetin başıdır: "O, İbn A'bed'e 'Sana kendimden ve Fâtıma'dan bahsedeyim mi?' dedi. 'Evet' dedim.
Bunun üzerine şunları anlattı: 'Fâtıma, el değirmeni döndürdü, eli nasırlaştı. Sırtında kırba ile su taşıdı boynunda iz bıraktı. Evi süpürdü, üstü-başı toz içinde kaldı. Bu arada Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve âlihi) hizmetçiler gelmişti.
Dedim ki: 'Babana gitsen de O'ndan bir hizmetçi istesen olmaz mı?' Bunun üzerine gitti, yanında erkeklerin olduğunu görünce geri döndü.
Ertesi gün Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) ona gelip sordu: 'İhtiyacın ne idi?' Cevap vermeyip sustu.
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! Ben Sana anlatayım; eli nasır oluncaya kadar el değirmeni çevirdi, boynunda iz bırakıncaya dek sırtında kırba taşıdı, elbisesi tozlanıncaya dek evi süpürdü. Hizmetçiler gelince, Sana gelip kendisine bir hizmetçi vermen için kendisine emrettim, belki o hizmetçi yükünü biraz hafifletirdi, diye düşündüm.'
Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Ey Fâtıma! Allah'tan kork, Rabb'inin farzını yerine getir! Ailenin işini yap; yatağına yattığında, otuz üç kere sübhanallah; otuz üç kere elhamdülillah ve otuzdört kere Allahuekber de ki, bu tam yüz yapar, işte bu, senin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.'
Fâtıma şu cevabı verdi: 'Allah'tan ve O'nun Resûlü'nden hoşnut oldum.'
Allah Resûlü, böylece ona hizmetçi vermedi."
Diğer rivâyet ise şöyledir: "Tesbih (sübhanallah) otuzdört kere idi. Ali dedi ki: 'Onu Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve âlihi) duyduğum günden beri hiç bırakmadım.'
Denildi ki: 'Sıffîn gecesi de mi bırakmadın?'
'Sıffîn gecesi de bırakmadım' dedi." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
İman ehli olan insan, asla yılmamalı, "Evet ben günah işliyorum. Yanlış yapıyorum. Allah'ın mağfireti sonsuzdur" şeklinde bir iç pişmanlıkla O'nun rahmet kapısında ısrarla durmalıdır.
Allah'ın kapısından başka af kapısının olmadığının idraki içinde tövbeye sarılmalıdır. Hatalardan dönmelidir. Bir daha o günahları işlememeye gayret göstermeli, bu konuda azimli olmalıdır. Allah'a döneceğini unutup, günahları işlemeye devam edenin son nefes hâlinde artık günahlarından af dilemesi mümkün değildir.
"Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Allah, kulunun tövbesini can gırtlağa gelmedikçe kabul eder."
İmam Gazali, "İhyâ-u Ulûmi'd-Din" adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Rivâyet olundu ki, her insan ölürken gâyet susamış ve hararetli olarak ölür. Yalnız hayatında Allah'ı zikir ile ağzını ıslatanların son nefeslerinde hararetleri olmaz."
Son nefeste kurtuluşu yakalamak, ancak ibâdât u taate sarılmak ve zikrullahtan gâfil olmamak ile mümkündür.
DÂİM ZİKİR
İbâdetlerden asıl gâye Allah'a vuslat etmek, O'na kul olmaktır. Kulluğun önünde de iki büyük engel vardır: Nefis ve Şeytan gerçeği… Kul, ibâdetlerden ve Allah'ı zikirden mahrum kalınca ona Şeytan ve nefis musallat olur.
İbn Abbâs'dan, "O, (Nâs Sûresi'nde geçen) 'Vesvâs'ı şöyle tefsîr etti: İnsan doğunca Şeytan yanına sokulur. Allah zikredilince gider, Allah zikredilmezse kalbinde yerleşir kalır."
Diğer rivâyet ise şöyledir: Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Şeytan Âdemoğlunun kalbine yerleşmiştir. Allah'ı zikrettiği zaman siner, gaflete düştüğü zaman vesvese verir."
Nefsi terbiye etmenin, ahlâk-ı zemime hâlini ahlâk-ı hamideye çevirmenin çaresi de ibâdetler ve zikrullahtır.
Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken, zekât verirken, Allah'ı zikrederken maksadı kulluk etmek olan insanda, devamlı Allah'ı hatırlama hâli oluşur. Buna büyükler "Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda dâim zikir hâli" derler.
Arifibillah dediğimiz zevâtın bu hususta beyanı "dâim zikir"dir. Yani kul, dâima zikir hâline girer. Böylece kişi nefsi ve Şeytan'la başbaşa kalmaz. Dâima Allah ile beraber olur. Son nefesin ne zaman verileceği konusunda hiç kimsenin bir garantisi yoktur. Dâim zikir hâlinde olmak, son nefesi iman üzere teslim etmenin de garantisidir.
Allah'ı zikir bir emr-i İlâhîdir. Cenâb-ı Hakk sadece zikretmemizi değil, çok zikretmemizi de istiyor. Bu da bir emr-i İlâhîdir.
Nitekim âyet-i kerimede: "Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin" buyuruluyor.
Bir başka âyet-i kerimede de çok zikretmek başarı ve muvaffakiyetin anahtarı olarak gösteriliyor:
"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." Düşmanla karşılaşılan ân, insanın hayatının en zor ânıdır. Bu vakitte bile Cenâb-ı Hakk, zikretmeyi emrediyor.
Böylelerini bir kutsi hadiste, Cenâb-ı Hakk "Gerçek kulum" olarak adlandırıyor:
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Gerçek kulum, savaş esnasında Beni zikredendir."
Bu hâli Hz. Ali yaşadığını anlatıyor; zâten o velâyetin başıdır: "O, İbn A'bed'e 'Sana kendimden ve Fâtıma'dan bahsedeyim mi?' dedi. 'Evet' dedim.
Bunun üzerine şunları anlattı: 'Fâtıma, el değirmeni döndürdü, eli nasırlaştı. Sırtında kırba ile su taşıdı boynunda iz bıraktı. Evi süpürdü, üstü-başı toz içinde kaldı. Bu arada Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve âlihi) hizmetçiler gelmişti.
Dedim ki: 'Babana gitsen de O'ndan bir hizmetçi istesen olmaz mı?' Bunun üzerine gitti, yanında erkeklerin olduğunu görünce geri döndü.
Ertesi gün Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) ona gelip sordu: 'İhtiyacın ne idi?' Cevap vermeyip sustu.
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! Ben Sana anlatayım; eli nasır oluncaya kadar el değirmeni çevirdi, boynunda iz bırakıncaya dek sırtında kırba taşıdı, elbisesi tozlanıncaya dek evi süpürdü. Hizmetçiler gelince, Sana gelip kendisine bir hizmetçi vermen için kendisine emrettim, belki o hizmetçi yükünü biraz hafifletirdi, diye düşündüm.'
Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Ey Fâtıma! Allah'tan kork, Rabb'inin farzını yerine getir! Ailenin işini yap; yatağına yattığında, otuz üç kere sübhanallah; otuz üç kere elhamdülillah ve otuzdört kere Allahuekber de ki, bu tam yüz yapar, işte bu, senin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.'
Fâtıma şu cevabı verdi: 'Allah'tan ve O'nun Resûlü'nden hoşnut oldum.'
Allah Resûlü, böylece ona hizmetçi vermedi."
Diğer rivâyet ise şöyledir: "Tesbih (sübhanallah) otuzdört kere idi. Ali dedi ki: 'Onu Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve âlihi) duyduğum günden beri hiç bırakmadım.'
Denildi ki: 'Sıffîn gecesi de mi bırakmadın?'
'Sıffîn gecesi de bırakmadım' dedi." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)