Halife Mehdî, İmam Musa’yı yakalatıyor
Emevî halifeleri gibi Abbâsîlerin de en büyük korkusu hilafet makamının masum İmamlar tarafından ellerinden alınmasıydı
27.12.2023 18:15:00
Hasan Parlak
Hasan Parlak
Emevî halifeleri gibi Abbâsîlerin de en büyük korkusu hilafet makamının masum İmamlar tarafından ellerinden alınmasıydı.
Hilafetinin ilk yıllarında izlediği müsamahakâr siyaset, İmam Kâzım'ın faaliyetinin genişlemesine, sevenlerinin artmasına zemin hazırlamıştı.
Mehdî, İmam Kâzım'ı sırf bu sebeple artan yârenlerinin korkusuyla hapsetmiş, Hârun Reşid zindan zindan gezdirmiş ve yine aynı gerekçe ile zehirletmiştir.
Mehdî döneminde İmam Kâzım altı ay kadar Bağdat'ta hapsedilmiş sonra salıverilerek Medine'ye gönderilmiştir.
Bu salıveriş, İmam Ali Efendimizin, Mehdî'ye rüyasında görünerek şu âyeti okuması neticesidir:
"İş başına gelecek olsanız, değil mi ki sizden (ancak) yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenir."
Halife Mehdî, bu rüyayı gördüğünde, Humeyd b. Kahtaba'ya İmam Mûsâ b. Ca'fer'i öldürmesini emretmiş ve Humeyd'e "Babanın ve kardeşinin bize samimiyetle bağlılığı güneş gibi açıktır; ama senin durumun benim açımdan belirsizdir" dedi.
Humeyd şöyle dedi: "Sana malımı ve canımı feda ederim."
Mehdî, "Bu diğer insanların da yaptığı bir şeydir" diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Humeyd, "Sana malımı, canımı, ailemi, çocuklarımı ve dinimi fedâ ederim" der.
Halife, "aferin" karşılığını verir.
Anlaşmaları, seher vaktinde İmam Kâzım'ı öldürmesi içindir.
Ancak gece görülen bu rüya işleri değiştirir. Mehdî, hemen Humeyd'e haber göndererek verdiği emri yerine getirmemesini emreder.
İmam Kâzım'a ikramda bulunur.
İmam'a üç bin dinar yol harçlığı vererek Medine'ye gönderdiği rivâyet edilir. Ebû Halid ez-Zubalî şöyle rivâyet etmiştir:
"Ebû'l-Hasan Mûsâ (aleyhisselâm) ilk defa Halife el-Mehdî'nin yanına götürüldüğünde, Zebâle'de konakladı. Ben onunla konuşuyordum.
Benim üzüntülü olduğumu görünce dedi ki: 'Ey Ebû Halid! Seni neden üzüntülü görüyorum?'
Dedim ki: 'Nasıl üzülmeyeyim, sen tağutun yanına götürülüyorsun ve sana ne yapacağını bilmiyorum.'
Buyurdu ki: "Benim için endişeye gerek yoktur, şu şu aylar geçip falan gün gelince, bir milin başında bana yetiş."
Artık bütün işim ayları ve günleri saymak olmuştu.
İmam'ın söylediği gün gelince, bir mil öteye gidip bekledim. Orada beklemeye başladım. Derken güneş batmaya yüz tuttu. Şeytan içime vesvese düşürdü ve İmam'ın dediklerinden kuşku duymaya başladım.
Ben kuşkular içindeyken birden ufukta bir karartı gördüm. Kafile, Irak tarafından geliyordu. Onları karşılamaya gittim, Ebû'l-Hasan'ın (Mûsâ b. Ca'fer aleyhisselâm) kervanın arkasında bir katıra binmiş olarak yaklaştığını gördüm.
Buyurdu ki: "İşte, ey Ebû Hâlid! Bir kez daha şahit ol."
Dedim ki: 'Buyur, ey Resûlullah'ın oğlu!'
Dedi ki: "Sakın kuşkuya düşme. Şeytan senin kuşkuya düşmeni ister."
Dedim ki: 'Seni onlardan kurtaran Allah'a hamd olsun.'
Buyurdu ki: "Bir kez daha onlara döneceğim fakat bu sefer ellerinden kurtulamayacağım. (Sindi b. Şahek'in zindanında can vereceğim)."
İMAM KÂZIM (A.S.), MEHDÎ'DEN HAKKI OLAN FEDEK'İ İSTEMİŞTİR
Abbâsî halifeleri de, Emevîler gibi, Fedek'in aslında Hz. Fâtıma'nın ve diğer Ehl-i Beyt soyunun malı olduğunu biliyorlardı.
Onların İmamlara bu konuda sorular sormaları da Ehl-i Beyt soyunun hakkını yediklerinin farkında oldukları içindi.
Ali b. Esbat şöyle rivâyet etmiştir: "Ebû'l-Hasan Mûsâ (aleyhisselâm) Halife el-Mehdî'nin yanına vardığında, onun, insanlardan haksız yere alınan malları sahiplerine geri vermek sûretiyle yargılama yapmakla meşgul olduğunu gördü. Ona dedi ki: 'Ey mü'minlerin emiri! Bizden haksız yere alınan mülkümüz neden geri verilmiyor?'
'Neresidir bu mülk, ey Ebû'l-Hasan (Mûsâ b. Ca'fer aleyhis- selâm)' dedi.
Dedi ki: "Allah Tebareke ve Teâlâ, Fedek ve mücavir alanla-rının Peygamberimiz tarafından, üzerine atlı ve develi süvarilerin saldırısı olmaksızın fethedilmesini sağlayınca, Peygamberine şöyle vahyetti: 'Akrabaya hakkını ver.' Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) bununla kimlerin kastedildiğini bilmiyordu. Bu hususta Cebrâil'e başvurdu, Cebrâil de Rabb'ine başvurdu. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: 'Fedek'i Fâtıma'ya ver.'
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) Fâtıma'yı çağırdı ve ona dedi ki: 'Ey Fâtıma! Allah Bana, Fedek'i sana vermemi emretti.'
Fâtıma dedi ki: 'Allah'ın ve Senin bu bağışını kabul ettim.'
Orası, Resûlullah hayatta olduğu sürece, Fâtıma'nın vekilleri tarafından idare ediliyordu. Ebû Bekir yönetime gelince, Fâtıma'nın vekillerini oradan çıkardı. Bunun üzerine Fâtıma, Ebû Bekir'in yanına geldi ve Fedek'in tekrar kendisine verilmesini istedi.
Ebû Bekir ona dedi ki: 'Bana siyah derili veya kızıl derili birini getir, (kim olursa olsun), buranın sana verildiğine şahitlik etsin.'
Fâtıma da Emîrü'l-Mü'minîn'i (Ali b. Ebû Tâlib aleyhisselâm) ve Ümmü Eymen'i getirdi, onlar da Fâtıma lehine şahitlikte bulundular.
Bunun üzerine Ebû Bekir, Fâtıma'ya ait olan Fedek'e girmekten vazgeçilmesine dair bir yazı ona verdi. Fâtıma Ebû Bekir'in yanından çıktı, bu yazı da elindeydi. Yolda Ömer'le karşılaştı.
Ömer, 'Yanındaki bu yazı da nedir ey Muhammed'in kızı?' dedi.
Dedi ki: 'İbn Ebi Kuhâfe'nin benim için yazdığı bir yazıdır.'
Ömer, 'Bana göster' dedi.
Fâtıma göstermedi. Ömer yazıyı elinden çekip aldı ve yazılanları okudu. Sonra üzerine yağlı su döktü, sildi ve yırtıp attı.
Fâtıma'ya dedi ki: 'Burayı senin Baban, atlı ve develi süvarilerle zapt etmemiştir. Çıkart artık şu kölelik bağlarını boyunlarımızdan."
İmam Mûsâ Kâzım'ın bu anlattıklarını dinledikten sonra el-Mehdî (Halife), Ebû'l-Hasan'a (Mûsâ b. Ca'fer aleyhisselâm) dedi ki: 'Ey Ebû'l-Hasan! Bana Fedek'in sınırlarını anlat.'
Dedi ki: "Bir sınırı Uhud Dağı'dır. Bir sınırı Mısır sırtlarıdır. Bir sınırı Siyfu'l-Bahr'dir. Bir sınırı da Dûmetu'l-Cendel'dir."
el-Mehdî dedi ki: 'Buraların tamamı mı?'
"Evet, ey mü'minlerin emiri! Buraların tamamı. Buraların tamamını, Resûlullah atlı veya develi süvarilerle saldırmaksızın ele geçirmiştir" buyurdu.
el-Mehdî, 'Çok geniş bir arazi. Bu hususta biraz düşüneyim' dedi." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Musa Kazım eserinden)
Hilafetinin ilk yıllarında izlediği müsamahakâr siyaset, İmam Kâzım'ın faaliyetinin genişlemesine, sevenlerinin artmasına zemin hazırlamıştı.
Mehdî, İmam Kâzım'ı sırf bu sebeple artan yârenlerinin korkusuyla hapsetmiş, Hârun Reşid zindan zindan gezdirmiş ve yine aynı gerekçe ile zehirletmiştir.
Mehdî döneminde İmam Kâzım altı ay kadar Bağdat'ta hapsedilmiş sonra salıverilerek Medine'ye gönderilmiştir.
Bu salıveriş, İmam Ali Efendimizin, Mehdî'ye rüyasında görünerek şu âyeti okuması neticesidir:
"İş başına gelecek olsanız, değil mi ki sizden (ancak) yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenir."
Halife Mehdî, bu rüyayı gördüğünde, Humeyd b. Kahtaba'ya İmam Mûsâ b. Ca'fer'i öldürmesini emretmiş ve Humeyd'e "Babanın ve kardeşinin bize samimiyetle bağlılığı güneş gibi açıktır; ama senin durumun benim açımdan belirsizdir" dedi.
Humeyd şöyle dedi: "Sana malımı ve canımı feda ederim."
Mehdî, "Bu diğer insanların da yaptığı bir şeydir" diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Humeyd, "Sana malımı, canımı, ailemi, çocuklarımı ve dinimi fedâ ederim" der.
Halife, "aferin" karşılığını verir.
Anlaşmaları, seher vaktinde İmam Kâzım'ı öldürmesi içindir.
Ancak gece görülen bu rüya işleri değiştirir. Mehdî, hemen Humeyd'e haber göndererek verdiği emri yerine getirmemesini emreder.
İmam Kâzım'a ikramda bulunur.
İmam'a üç bin dinar yol harçlığı vererek Medine'ye gönderdiği rivâyet edilir. Ebû Halid ez-Zubalî şöyle rivâyet etmiştir:
"Ebû'l-Hasan Mûsâ (aleyhisselâm) ilk defa Halife el-Mehdî'nin yanına götürüldüğünde, Zebâle'de konakladı. Ben onunla konuşuyordum.
Benim üzüntülü olduğumu görünce dedi ki: 'Ey Ebû Halid! Seni neden üzüntülü görüyorum?'
Dedim ki: 'Nasıl üzülmeyeyim, sen tağutun yanına götürülüyorsun ve sana ne yapacağını bilmiyorum.'
Buyurdu ki: "Benim için endişeye gerek yoktur, şu şu aylar geçip falan gün gelince, bir milin başında bana yetiş."
Artık bütün işim ayları ve günleri saymak olmuştu.
İmam'ın söylediği gün gelince, bir mil öteye gidip bekledim. Orada beklemeye başladım. Derken güneş batmaya yüz tuttu. Şeytan içime vesvese düşürdü ve İmam'ın dediklerinden kuşku duymaya başladım.
Ben kuşkular içindeyken birden ufukta bir karartı gördüm. Kafile, Irak tarafından geliyordu. Onları karşılamaya gittim, Ebû'l-Hasan'ın (Mûsâ b. Ca'fer aleyhisselâm) kervanın arkasında bir katıra binmiş olarak yaklaştığını gördüm.
Buyurdu ki: "İşte, ey Ebû Hâlid! Bir kez daha şahit ol."
Dedim ki: 'Buyur, ey Resûlullah'ın oğlu!'
Dedi ki: "Sakın kuşkuya düşme. Şeytan senin kuşkuya düşmeni ister."
Dedim ki: 'Seni onlardan kurtaran Allah'a hamd olsun.'
Buyurdu ki: "Bir kez daha onlara döneceğim fakat bu sefer ellerinden kurtulamayacağım. (Sindi b. Şahek'in zindanında can vereceğim)."
İMAM KÂZIM (A.S.), MEHDÎ'DEN HAKKI OLAN FEDEK'İ İSTEMİŞTİR
Abbâsî halifeleri de, Emevîler gibi, Fedek'in aslında Hz. Fâtıma'nın ve diğer Ehl-i Beyt soyunun malı olduğunu biliyorlardı.
Onların İmamlara bu konuda sorular sormaları da Ehl-i Beyt soyunun hakkını yediklerinin farkında oldukları içindi.
Ali b. Esbat şöyle rivâyet etmiştir: "Ebû'l-Hasan Mûsâ (aleyhisselâm) Halife el-Mehdî'nin yanına vardığında, onun, insanlardan haksız yere alınan malları sahiplerine geri vermek sûretiyle yargılama yapmakla meşgul olduğunu gördü. Ona dedi ki: 'Ey mü'minlerin emiri! Bizden haksız yere alınan mülkümüz neden geri verilmiyor?'
'Neresidir bu mülk, ey Ebû'l-Hasan (Mûsâ b. Ca'fer aleyhis- selâm)' dedi.
Dedi ki: "Allah Tebareke ve Teâlâ, Fedek ve mücavir alanla-rının Peygamberimiz tarafından, üzerine atlı ve develi süvarilerin saldırısı olmaksızın fethedilmesini sağlayınca, Peygamberine şöyle vahyetti: 'Akrabaya hakkını ver.' Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) bununla kimlerin kastedildiğini bilmiyordu. Bu hususta Cebrâil'e başvurdu, Cebrâil de Rabb'ine başvurdu. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: 'Fedek'i Fâtıma'ya ver.'
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) Fâtıma'yı çağırdı ve ona dedi ki: 'Ey Fâtıma! Allah Bana, Fedek'i sana vermemi emretti.'
Fâtıma dedi ki: 'Allah'ın ve Senin bu bağışını kabul ettim.'
Orası, Resûlullah hayatta olduğu sürece, Fâtıma'nın vekilleri tarafından idare ediliyordu. Ebû Bekir yönetime gelince, Fâtıma'nın vekillerini oradan çıkardı. Bunun üzerine Fâtıma, Ebû Bekir'in yanına geldi ve Fedek'in tekrar kendisine verilmesini istedi.
Ebû Bekir ona dedi ki: 'Bana siyah derili veya kızıl derili birini getir, (kim olursa olsun), buranın sana verildiğine şahitlik etsin.'
Fâtıma da Emîrü'l-Mü'minîn'i (Ali b. Ebû Tâlib aleyhisselâm) ve Ümmü Eymen'i getirdi, onlar da Fâtıma lehine şahitlikte bulundular.
Bunun üzerine Ebû Bekir, Fâtıma'ya ait olan Fedek'e girmekten vazgeçilmesine dair bir yazı ona verdi. Fâtıma Ebû Bekir'in yanından çıktı, bu yazı da elindeydi. Yolda Ömer'le karşılaştı.
Ömer, 'Yanındaki bu yazı da nedir ey Muhammed'in kızı?' dedi.
Dedi ki: 'İbn Ebi Kuhâfe'nin benim için yazdığı bir yazıdır.'
Ömer, 'Bana göster' dedi.
Fâtıma göstermedi. Ömer yazıyı elinden çekip aldı ve yazılanları okudu. Sonra üzerine yağlı su döktü, sildi ve yırtıp attı.
Fâtıma'ya dedi ki: 'Burayı senin Baban, atlı ve develi süvarilerle zapt etmemiştir. Çıkart artık şu kölelik bağlarını boyunlarımızdan."
İmam Mûsâ Kâzım'ın bu anlattıklarını dinledikten sonra el-Mehdî (Halife), Ebû'l-Hasan'a (Mûsâ b. Ca'fer aleyhisselâm) dedi ki: 'Ey Ebû'l-Hasan! Bana Fedek'in sınırlarını anlat.'
Dedi ki: "Bir sınırı Uhud Dağı'dır. Bir sınırı Mısır sırtlarıdır. Bir sınırı Siyfu'l-Bahr'dir. Bir sınırı da Dûmetu'l-Cendel'dir."
el-Mehdî dedi ki: 'Buraların tamamı mı?'
"Evet, ey mü'minlerin emiri! Buraların tamamı. Buraların tamamını, Resûlullah atlı veya develi süvarilerle saldırmaksızın ele geçirmiştir" buyurdu.
el-Mehdî, 'Çok geniş bir arazi. Bu hususta biraz düşüneyim' dedi." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Musa Kazım eserinden)