Beklenen peygamberin bu vasıfları taşıyacağını bilen ve buna inanan Selman şehadet getirerek Müslüman oldu. Sonra Hz. Selman konuşurken Peygamberimize kilisede ibadet eden eski arkadaşlarından bahsetti. "Namaz kılarlar, oruç tutarlar, sana inanırlar, seni peygamber olarak gönderileceğine şahitlik ederler. Fakat şu an onlar Hıristiyandırlar" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Onlar cehennemliktir" buyurdu. Bu beyan Selman-i Farisî'ye çok ağır geldi. Çok yorulduğunu ve de üzüldüğünü beyan etti. "Ya Resulallah! Onlar sana kavuşsalardı seni tasdik eder ve sana uyarlardı" dedi. İşte bu hadise üzerine Bakara Suresi'nin 62. ayeti kerimesi nazil oldu. Bunun üzerine Hz. Selman "sanki sırtımdan bir dağ kaldırıldı" buyurdu.
Görüldüğü gibi ayette Allah Resulü'nü bekleyen, O'na iman etmeye ve getirdiği dine girmeye niyet besleyen ve fakat O'ndan haberdar olmayan Yahudi ve Hıristiyanlar kastedilmektedir.
Ayeti bugünün şartlarında düşünürsek, deriz ki, Yahudi ve Hıristiyanlar içerisinde son peygamberin geldiğini duymayan bazı kimseler olduğunu varsayarsak -kaldı ki Hz. Muhammed'i duymayan hiç kimse yoktur- bu kimselerin de teslis akidesine değil tevhid inancına sahip olduğunu farz edersek -çünkü teslise inananlar zaten helaktadır- işte bu ayet bu zümreyi içine almaktadır. Ve bu kimseler ancak cennetliktir. Hz. İsa'yı rablaştıran Hıristiyanlar teslis akidesine sahiptir. Bunların içinde milyonda bir bile olsa son peygamberi duymamış ve tevhid akidesine sahip olmayan biri olabilir. Ayet bunlar içindir, kastedilen zümre ister bir kişi, ister bin kişi olsun fark etmez. Ayet hakikati ifade eder ve bu cihetiyle evrenseldir.
Esasen gerçek Ehl-i Kitap, son peygamber olan Hz. Muhammed'in geleceğini bilen ve O'nu bekleyen sınıftır. (Rahip Bahira gibi). Zira Sâf Sûresi 6. ayette buyurulduğu gibi Hz. İsa "İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adındaki bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim" demektedir. Dolayısıyla bu ayet gereğince Hıristiyanlar Hazreti Muhammed'i beklemek durumundadırlar. Nitekim Bakara Sûresi 62. ayette kastedilen Hz. Selman'ın arkadaşları da son peygamberi bekleyenlerdendir. Ve ayet onlar için inmiştir.
Buna rağmen yine de Ehl-i Kitabın içinde son peygamberin gelişinden haberi olmayanlar olabileceğini varsayarsak -ki iletişimin bu derece gelişmiş olduğu bu devirde Hz. Muhammed'in adını ve misyonunu duymayan kim olabilir?- Cenab-ı Hak işte o istisnaların da Bakara Sûresi 62. ayeti vasıtasıyla kurtulmuş olduklarını beyan etmektedir.
"Bize doğru yolu göster. Kendisine lutuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu, gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil"
Said Havva'nın El Esas Fi't-Tefsir isimli eserinde bu ayetler şu şekilde açıklanmaktadır: "İmam Ahmed b. Hanbel'in Adiyy b. Hatem'den rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Kendilerine gazap edilenler Yahudiler, dalalete düşünler de Hıristiyanlardır". Bu anlama gelen pek çok rivayeni, hem de onunla amel etmeyi gerektirmektedir. Yahudiler ameli yitirirken, Hıristiyanlar da ilmi yitirmişlerdir. Bu bakımdan gazap Yahudiler üzerine, dalalet de Hıristiyanlar hakkında söz konusu olmuştur. Çni, hem de onunla amel etmeyi gerektirmektedir. Yahudiler ameli yitirirken, Hıristiyanlar da ilmi yitirmişlerdir. Bu bakımdan gazap Yahudiler üzerine, dalalet de Hıristiyanlar hakkında söz konusu olmuştur. Çünkü bildiği halde terk eden bir kimse bilmeyenden ayrı olarak gazabı hak eder. Hıristiyanlar bir maksat gütmekle birlikte onun yolunu bulamamışlardır. Çünkü onlar işe asıl izlemeleri gereken yoldan koyulmamışlardır. Asıl yol Hakka uymak yoludur. Bu bakımdan saptılar. Aslında Yahudiler ve Hıristiyanlar hem dalalettedir ve hem de kendilerine gazap edilmiştir. Fakat gazap Yahudilerin özel bir sıfatıdır. Nitekim Yüce Allah, "Allah'ın kendisine lanet edip gazap ettiği kimse..."diye buyurmuştur. Dalalet ise Hıristiyanların daha özel bir sıfatıdır. Nitekim Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Önceden sapmış, bir çoklarını da saptırmış, düz yoldan sapıp dalalete düşmüş bir topluluk".
Görüldüğü gibi ayette Allah Resulü'nü bekleyen, O'na iman etmeye ve getirdiği dine girmeye niyet besleyen ve fakat O'ndan haberdar olmayan Yahudi ve Hıristiyanlar kastedilmektedir.
Ayeti bugünün şartlarında düşünürsek, deriz ki, Yahudi ve Hıristiyanlar içerisinde son peygamberin geldiğini duymayan bazı kimseler olduğunu varsayarsak -kaldı ki Hz. Muhammed'i duymayan hiç kimse yoktur- bu kimselerin de teslis akidesine değil tevhid inancına sahip olduğunu farz edersek -çünkü teslise inananlar zaten helaktadır- işte bu ayet bu zümreyi içine almaktadır. Ve bu kimseler ancak cennetliktir. Hz. İsa'yı rablaştıran Hıristiyanlar teslis akidesine sahiptir. Bunların içinde milyonda bir bile olsa son peygamberi duymamış ve tevhid akidesine sahip olmayan biri olabilir. Ayet bunlar içindir, kastedilen zümre ister bir kişi, ister bin kişi olsun fark etmez. Ayet hakikati ifade eder ve bu cihetiyle evrenseldir.
Esasen gerçek Ehl-i Kitap, son peygamber olan Hz. Muhammed'in geleceğini bilen ve O'nu bekleyen sınıftır. (Rahip Bahira gibi). Zira Sâf Sûresi 6. ayette buyurulduğu gibi Hz. İsa "İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adındaki bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim" demektedir. Dolayısıyla bu ayet gereğince Hıristiyanlar Hazreti Muhammed'i beklemek durumundadırlar. Nitekim Bakara Sûresi 62. ayette kastedilen Hz. Selman'ın arkadaşları da son peygamberi bekleyenlerdendir. Ve ayet onlar için inmiştir.
Buna rağmen yine de Ehl-i Kitabın içinde son peygamberin gelişinden haberi olmayanlar olabileceğini varsayarsak -ki iletişimin bu derece gelişmiş olduğu bu devirde Hz. Muhammed'in adını ve misyonunu duymayan kim olabilir?- Cenab-ı Hak işte o istisnaların da Bakara Sûresi 62. ayeti vasıtasıyla kurtulmuş olduklarını beyan etmektedir.
"Bize doğru yolu göster. Kendisine lutuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu, gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil"
Said Havva'nın El Esas Fi't-Tefsir isimli eserinde bu ayetler şu şekilde açıklanmaktadır: "İmam Ahmed b. Hanbel'in Adiyy b. Hatem'den rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Kendilerine gazap edilenler Yahudiler, dalalete düşünler de Hıristiyanlardır". Bu anlama gelen pek çok rivayeni, hem de onunla amel etmeyi gerektirmektedir. Yahudiler ameli yitirirken, Hıristiyanlar da ilmi yitirmişlerdir. Bu bakımdan gazap Yahudiler üzerine, dalalet de Hıristiyanlar hakkında söz konusu olmuştur. Çni, hem de onunla amel etmeyi gerektirmektedir. Yahudiler ameli yitirirken, Hıristiyanlar da ilmi yitirmişlerdir. Bu bakımdan gazap Yahudiler üzerine, dalalet de Hıristiyanlar hakkında söz konusu olmuştur. Çünkü bildiği halde terk eden bir kimse bilmeyenden ayrı olarak gazabı hak eder. Hıristiyanlar bir maksat gütmekle birlikte onun yolunu bulamamışlardır. Çünkü onlar işe asıl izlemeleri gereken yoldan koyulmamışlardır. Asıl yol Hakka uymak yoludur. Bu bakımdan saptılar. Aslında Yahudiler ve Hıristiyanlar hem dalalettedir ve hem de kendilerine gazap edilmiştir. Fakat gazap Yahudilerin özel bir sıfatıdır. Nitekim Yüce Allah, "Allah'ın kendisine lanet edip gazap ettiği kimse..."diye buyurmuştur. Dalalet ise Hıristiyanların daha özel bir sıfatıdır. Nitekim Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Önceden sapmış, bir çoklarını da saptırmış, düz yoldan sapıp dalalete düşmüş bir topluluk".
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.