Bir coğrafyanın fethi, ancak o coğrafya üzerinde yaşayan insanların gönlünü fethetmekle mümkün olur.
Hz. Peygamberimizin ve Ehl-i Beyt'in fetih anlayışı asla dağların, ovaların ve denizlerin fethi olarak anlaşılmamalıdır.
Nitekim Mekke fethedildiğinde Hz. Peygamber Efendimiz şehre girerken, Ebu Süfyan, karısı Hind'e; "Görüyor musun Muhammed Mekke'yi fethediyor" deyince Hind'in cevabı çok manidardır: "Hayır! Muhammed gönülleri fethediyor."
Tarih boyu Türk İslam geleneği bu ahval üzere yaşamış ve yaşatılmıştır.
Bugün gönül dünyası fethedilme arzusu ile yanıp kavrulan insanımız, Hz. Peygamberimizin ve Ehl-i Beyt'in ahlak ve adabından uzak, mücerret mefhumlar yığını ve enkazı altında feryat etmektedir.
Bugün yaşadığımız her türlü yoksulluk ve yolsuzluk bu feryadın, amellere tezahürüdür.
Sabrına ve ihlasına Hz. Ali'yi,
İffetine Hz. Fâtıma'yı,
Aklına ve zekâsına Hz. Hasan'ı,
Cesaretine Hz. Hüseyin'i delil gösteremeyen bir nesilden, 5 bin yıllık Türk tarihinin ve bin dört yüz yıllık İslam medeniyetinin yükünü omuzlarında taşımasını beklemek en büyük gaflettir.
Türk-İslam tarihinin Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş Veli gibi erenler ile çağları aydınlatan bu fetih anlayışı, Osmanlı'nın özellikle Yavuz döneminde Ehl-i Beyt'e sırtını dönmesi ile inkıraza uğramış, Ehl-i Beyt'in gönüllerdeki makamının yerine bid'atler kurulmuştur.
Dini ve milli bir mücadelenin adı olan Kuvva-yı Milliye hareketi ile merhum Mustafa Kemal Atatürk o cesede can vermiş ve bir dirilişe vesile olmuştur. Ancak Atatürk'ten sonra gelen idarecilerin dini ve milli bir derinliğe sahip olmayan anlayışla medeniyetimizin üzerinde hakimiyet sahibi olmaları bizleri bugünlere taşımıştır.
Adeta bir bataklığa saplandık.
Gerek millet ve gerekse devlet olarak bu gaflet uykusundan acilen uyanmalı, milletimizin gönül ve fikir dünyasında yeniden bir Kuvva-yı Milliye mücadelesi verilmelidir.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in yıllardır altını çizdiği dini ve milli bir bütünlük içinde neslimizin yetiştirilmesi üzerinde durulmalıdır.
Mezhepçiliğin yerini "Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt" düsturu, ırkçılığın yerini ise Hak için halkların gönüllerini fetheden Ehl-i Beyt'in kardeşlik, birlik ve beraberlik anlayışı almalıdır.
Aksi takdirde zifiri karanlıkların yerini güneşli günlere bırakması bir hayal ve temenniden öteye gitmeyecektir.
Hz. Peygamberimizin ve Ehl-i Beyt'in fetih anlayışı asla dağların, ovaların ve denizlerin fethi olarak anlaşılmamalıdır.
Nitekim Mekke fethedildiğinde Hz. Peygamber Efendimiz şehre girerken, Ebu Süfyan, karısı Hind'e; "Görüyor musun Muhammed Mekke'yi fethediyor" deyince Hind'in cevabı çok manidardır: "Hayır! Muhammed gönülleri fethediyor."
Tarih boyu Türk İslam geleneği bu ahval üzere yaşamış ve yaşatılmıştır.
Bugün gönül dünyası fethedilme arzusu ile yanıp kavrulan insanımız, Hz. Peygamberimizin ve Ehl-i Beyt'in ahlak ve adabından uzak, mücerret mefhumlar yığını ve enkazı altında feryat etmektedir.
Bugün yaşadığımız her türlü yoksulluk ve yolsuzluk bu feryadın, amellere tezahürüdür.
Sabrına ve ihlasına Hz. Ali'yi,
İffetine Hz. Fâtıma'yı,
Aklına ve zekâsına Hz. Hasan'ı,
Cesaretine Hz. Hüseyin'i delil gösteremeyen bir nesilden, 5 bin yıllık Türk tarihinin ve bin dört yüz yıllık İslam medeniyetinin yükünü omuzlarında taşımasını beklemek en büyük gaflettir.
Türk-İslam tarihinin Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş Veli gibi erenler ile çağları aydınlatan bu fetih anlayışı, Osmanlı'nın özellikle Yavuz döneminde Ehl-i Beyt'e sırtını dönmesi ile inkıraza uğramış, Ehl-i Beyt'in gönüllerdeki makamının yerine bid'atler kurulmuştur.
Dini ve milli bir mücadelenin adı olan Kuvva-yı Milliye hareketi ile merhum Mustafa Kemal Atatürk o cesede can vermiş ve bir dirilişe vesile olmuştur. Ancak Atatürk'ten sonra gelen idarecilerin dini ve milli bir derinliğe sahip olmayan anlayışla medeniyetimizin üzerinde hakimiyet sahibi olmaları bizleri bugünlere taşımıştır.
Adeta bir bataklığa saplandık.
Gerek millet ve gerekse devlet olarak bu gaflet uykusundan acilen uyanmalı, milletimizin gönül ve fikir dünyasında yeniden bir Kuvva-yı Milliye mücadelesi verilmelidir.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in yıllardır altını çizdiği dini ve milli bir bütünlük içinde neslimizin yetiştirilmesi üzerinde durulmalıdır.
Mezhepçiliğin yerini "Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt" düsturu, ırkçılığın yerini ise Hak için halkların gönüllerini fetheden Ehl-i Beyt'in kardeşlik, birlik ve beraberlik anlayışı almalıdır.
Aksi takdirde zifiri karanlıkların yerini güneşli günlere bırakması bir hayal ve temenniden öteye gitmeyecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Doğan / diğer yazıları
- Aramak, erdem bulmak sorumluluktur / 21.06.2024
- Davet / 03.06.2024
- Algı yönetimi / 04.05.2023
- Küçülen insanı yüceltmek! / 09.04.2022
- Empati / 07.04.2022
- ‘Baba’ devlet! / 05.04.2022
- Her doğum bir tecellidir! / 01.04.2022
- Sözüm esnaf kesimine! / 28.01.2022
- İlm-i siyaset’te laiklik! / 18.09.2021
- Özgürlük mü esaret mi? / 11.09.2021
- Davet / 03.06.2024
- Algı yönetimi / 04.05.2023
- Küçülen insanı yüceltmek! / 09.04.2022
- Empati / 07.04.2022
- ‘Baba’ devlet! / 05.04.2022
- Her doğum bir tecellidir! / 01.04.2022
- Sözüm esnaf kesimine! / 28.01.2022
- İlm-i siyaset’te laiklik! / 18.09.2021
- Özgürlük mü esaret mi? / 11.09.2021