Nizâmeddin Evliyâ
Nizâmeddîn Evliyâ, Acuzan'ı on defa daha fazla ziyâret etti. Bu ziyâretlerinin üçünü hocası hayatta iken, yedisini de hocasının vefâtından sonra yaptı. Bir ziyaretinde hocası Genc-i Şeker, onun için husûsi duada bulunarak şöyle dedi: "Ya Rabb'i! Nizâmeddîn'in her arzusunu kendisine ihsan eyle!" Bu duadan sonra, Allah-u Teâlâ, Nizâmeddîn Evliyâ'nın hiçbir isteğini geri çevirmedi. Hocası hayatta iken yaptığı son ziyaretinde, hocası yine şöyle dua etti: "Allah-u Teâlâ seni mesûd ve bahtiyar eylesin. Sen dalları ve budakları ile geniş bir ağaç olacaksın. Sıkışan insanlık onun altında barınıp huzur bulacak." Allah-u Teâlâ bu duada istenilenleri de ihsân etti. Nizâmeddîn Evliyâ, tâkvâsı ve cömertliği ile büyük bir üne kavuştu ve "Mahbûb-i İlâhi" (Allah-u Teâlânın sevgilisi) lakabını kazandı.
Nizâmeddîn Evliyâ, hocasının emri ile Dehli'ye gittiği zaman, ibâdetlerini huzûr içinde yapacak sâkin ve uygun bir yer bulamadı. Çoğu zaman Dehli gibi çok kalabalık bir şehrin gürültüsünden kurtulmak için ormana gitmek zorunda kaldı. O günlerde, hocasının emri üzerine Kur'ân-ı Kerîm'i ezberliyordu. Bir süre sonra, bugün Dehli'nin bir mahallesi olan, o gün ise bir köy ola Kiyaspur'a taşındı. Burada bir müddet çok sıkıntı çekti. Birkaç gün arka arkaya yiyecek bir şey bulamadan aç kalırdı. Bir keresinde, üç gün aç kalmıştı. Dördüncü gün, bir kişi kapıyı çalıp, ona pirinçten yapılan bir çeşit yemek verdi. Nizâmeddîn Evliyâ bu yemeği yedi, fakat lezzetinden; "Bu yemeğin tadı o kadar lezzetli ki, hayatımda böyle yemek yemedim" buyurdu.
Bu sıkıntılı günlerde, Nizâmeddîn Evliyâ'nın iki sâdık talebesi Burhâneddîn Garîp ve Kemâleddîn Yakûb, yanından hiç ayrılmadı. Bir defasında dört gün boyunca yiyecek bir şey bulamadılar. Komşularından bir hanım, biraz un gönderdi. Kemâleddîn Yakub bir miktâr su ile karıştırıp, toprak bir kap içinde fırına koydu. O anda yanlarına bir zât geldi. Onlardan yiyecek bir şey istedi. Nizâmeddîn Evlîyâ fırındaki kabı aldı ve tam bir ferâgatle o zâtın yanına koydu. O zât, o yemekten bir iki lokma aldı, sonra kabı alıp şiddetle yere çarptı ve çıkıp gitti. Giderken Farsça olarak; "Şeyh Ferîdeddîn Genc-i Şeker, bâtınî nîmeti Şeyh Nizâmeddîn'e çok ucuz verdi. Bugün ben de onun fakirlik çanağını kırdım. Artık bundan sonra o, zâhirî ve bâtinî sultân oldu" diyordu.
Nizâmeddîn Evliyâ, Acuzan'ı on defa daha fazla ziyâret etti. Bu ziyâretlerinin üçünü hocası hayatta iken, yedisini de hocasının vefâtından sonra yaptı. Bir ziyaretinde hocası Genc-i Şeker, onun için husûsi duada bulunarak şöyle dedi: "Ya Rabb'i! Nizâmeddîn'in her arzusunu kendisine ihsan eyle!" Bu duadan sonra, Allah-u Teâlâ, Nizâmeddîn Evliyâ'nın hiçbir isteğini geri çevirmedi. Hocası hayatta iken yaptığı son ziyaretinde, hocası yine şöyle dua etti: "Allah-u Teâlâ seni mesûd ve bahtiyar eylesin. Sen dalları ve budakları ile geniş bir ağaç olacaksın. Sıkışan insanlık onun altında barınıp huzur bulacak." Allah-u Teâlâ bu duada istenilenleri de ihsân etti. Nizâmeddîn Evliyâ, tâkvâsı ve cömertliği ile büyük bir üne kavuştu ve "Mahbûb-i İlâhi" (Allah-u Teâlânın sevgilisi) lakabını kazandı.
Nizâmeddîn Evliyâ, hocasının emri ile Dehli'ye gittiği zaman, ibâdetlerini huzûr içinde yapacak sâkin ve uygun bir yer bulamadı. Çoğu zaman Dehli gibi çok kalabalık bir şehrin gürültüsünden kurtulmak için ormana gitmek zorunda kaldı. O günlerde, hocasının emri üzerine Kur'ân-ı Kerîm'i ezberliyordu. Bir süre sonra, bugün Dehli'nin bir mahallesi olan, o gün ise bir köy ola Kiyaspur'a taşındı. Burada bir müddet çok sıkıntı çekti. Birkaç gün arka arkaya yiyecek bir şey bulamadan aç kalırdı. Bir keresinde, üç gün aç kalmıştı. Dördüncü gün, bir kişi kapıyı çalıp, ona pirinçten yapılan bir çeşit yemek verdi. Nizâmeddîn Evliyâ bu yemeği yedi, fakat lezzetinden; "Bu yemeğin tadı o kadar lezzetli ki, hayatımda böyle yemek yemedim" buyurdu.
Bu sıkıntılı günlerde, Nizâmeddîn Evliyâ'nın iki sâdık talebesi Burhâneddîn Garîp ve Kemâleddîn Yakûb, yanından hiç ayrılmadı. Bir defasında dört gün boyunca yiyecek bir şey bulamadılar. Komşularından bir hanım, biraz un gönderdi. Kemâleddîn Yakub bir miktâr su ile karıştırıp, toprak bir kap içinde fırına koydu. O anda yanlarına bir zât geldi. Onlardan yiyecek bir şey istedi. Nizâmeddîn Evlîyâ fırındaki kabı aldı ve tam bir ferâgatle o zâtın yanına koydu. O zât, o yemekten bir iki lokma aldı, sonra kabı alıp şiddetle yere çarptı ve çıkıp gitti. Giderken Farsça olarak; "Şeyh Ferîdeddîn Genc-i Şeker, bâtınî nîmeti Şeyh Nizâmeddîn'e çok ucuz verdi. Bugün ben de onun fakirlik çanağını kırdım. Artık bundan sonra o, zâhirî ve bâtinî sultân oldu" diyordu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.