Mazhar-ı Cân-ı Cânân
Şu anda ben yaşlandım, vücûdum zayıf düştü. Cihâd edecek ve böylece şehitliğe kavuşacak gücüm, tâkatim kalmadı. Ölümü sevmeyen, istemeyenlere şaşılır. Ölüm Allah-ü teâlaya kavuşmaya sebebtir. Ölüm, Resûlullah Efendimizi ziyâret etmeye, evliyâya kavuşmaya, onların mübârek yüzlerini görerek mesrûr olmaya sebebtir. Ölüm; Resûlullah Efendimiz, Halîlürrahmân İbrâhim aleyhisselâm, Emîrulmüminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, İmâm-ı Hasan, Cüneyd-i Bağdâdî, Şah-ı Nakşîbend Bahâeddîn Buhârî ve Müceddîd-i elf-i sânî İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ile görüşmeye, onlara kavuşmaya vesîledir. Kalbimde bu büyüklere karşı husûsi bir muhabbet vardır. Onlar zâhirî ve bâtınî şehâdete kavuştular, en yüksek mertebelere ulaştılar."
Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri böylece, şehitlik derecesine kavuşmayı çok arzu ettiğini dile getirmişti. Ömrünün son günlerini yaşadığı sıralarda huzûruna gelip gidenler iyice artmıştı. 1781 (H.1195) senesinin Muharrem ayının yedisinde Çarşamba gecesi kapısının önünde pekçok kimse toplanmıştı. Bunlar arasından üç kişi ısrarla içeri girmek istiyorlardı. Nihâyet izin alıp içeri girdiler. Bunlar Moğol ve Mecûsî idiler. Huzûruna girince, "Mazhar-ı Cân-ı Cânân sen misin?" dediler. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri de; "Evet benim" buyurdu. Meğer bunlar Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerine kastedip, öldürmek üzere gelmişlerdi. İçlerinden biri üzerine hücum edip hançer vurmaya başladı. Vurulan hançer darbesi kalbine yakın bir yere isâbet etmiş, ağır yaralanmış ve yere yıkılmıştı. Durumdan haberdâr olan Nevvâb Necef Hân, sabah erkenden Frenk bir tabib gönderdi. Tabibe; "Çabuk gidip bu mübârek zâtı tedavi et, onu yaralayanlar da yakalanınca kısas yapılsın" dedi. Frenk tabib gidip Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin yarasına baktı ve geri dönüp kasden Nevvâb Necef Hâna; "İyileşip kurtulur, başka tabib göndermeye lüzum yok" dedi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri bu yaralı hâliyle üç gün daha yaşadı. Yaralarından devamlı kan aktı. Üçüncü gün, Cuma günü idi. Öğle vakti ellerini açıp Fâtiha-i şerîf okudu. İkindi vaktinde; "Günün bitmesine kaç saat vardır?" buyurdu. Dört saat vardır dediler.
O gün hem Cumâ, hem de Aşûre günü idi. Akşam olunca üç defâ derin nefes aldı ve şehîd olarak vefat etti. Vefatından ebced hesâbında târih olarak meâlen: "Allah'a ve Peygambere itâat edenler, işte bunlar Allah'ın kendilerine nîmet verdiği, peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle berâberdirler. Bunlarsa ne güzel birer arkadaş!" buyurulan Nisâ sûresi 69. âyet-i kerîmesinden; "Ulâike ma'allezîne en'amellahü aleyhim" kısmı söylendi. Yine Peygamber Efendimizin bir hadîs-i şerîfinde; "Methe şâyân olarak yaşadı ve şehîd olarak öldü" mânâsında; "Aşe hamîden mâte şehîden" buyurduğu kısım ile ebced hesâbına göre vefat târihi söylendi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin şehîd olarak vefat etmesinden sonra, sevenleri, onun büyük bir kayıb olduğunu ifade eden rüyâlar görmüşlerdir.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, İslâmiyetin yayılması ve insanların hakîkî saâdete kavuşmaları için çok üstün hizmetler yapmıştır. Her biri üstün birer cevher olan kıymetli zâtlar yetiştirmiş ve onları insanlara rehberlik yapmakla vazifelendirmiştir. Talebeleri de bulundukları yerlerde insanlara İslâmiyeti öğretmişler, îmânlarının vicdânileşmesini sağlamışlardır. Böylece her biri bulunduğu yerde İslâmiyete uyulmasına, güzel ahlâkın yayılmasına, ve insanların birbirlerine karşı iyi muâmelede bulunmalarını sağlamışlardır. Onları tanıyıp seven insanlar, onların sebebiyle temiz bir hayat yaşamak ve saâdete kavuşmakla şereflenmişlerdir.
Şu anda ben yaşlandım, vücûdum zayıf düştü. Cihâd edecek ve böylece şehitliğe kavuşacak gücüm, tâkatim kalmadı. Ölümü sevmeyen, istemeyenlere şaşılır. Ölüm Allah-ü teâlaya kavuşmaya sebebtir. Ölüm, Resûlullah Efendimizi ziyâret etmeye, evliyâya kavuşmaya, onların mübârek yüzlerini görerek mesrûr olmaya sebebtir. Ölüm; Resûlullah Efendimiz, Halîlürrahmân İbrâhim aleyhisselâm, Emîrulmüminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, İmâm-ı Hasan, Cüneyd-i Bağdâdî, Şah-ı Nakşîbend Bahâeddîn Buhârî ve Müceddîd-i elf-i sânî İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ile görüşmeye, onlara kavuşmaya vesîledir. Kalbimde bu büyüklere karşı husûsi bir muhabbet vardır. Onlar zâhirî ve bâtınî şehâdete kavuştular, en yüksek mertebelere ulaştılar."
Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri böylece, şehitlik derecesine kavuşmayı çok arzu ettiğini dile getirmişti. Ömrünün son günlerini yaşadığı sıralarda huzûruna gelip gidenler iyice artmıştı. 1781 (H.1195) senesinin Muharrem ayının yedisinde Çarşamba gecesi kapısının önünde pekçok kimse toplanmıştı. Bunlar arasından üç kişi ısrarla içeri girmek istiyorlardı. Nihâyet izin alıp içeri girdiler. Bunlar Moğol ve Mecûsî idiler. Huzûruna girince, "Mazhar-ı Cân-ı Cânân sen misin?" dediler. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri de; "Evet benim" buyurdu. Meğer bunlar Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerine kastedip, öldürmek üzere gelmişlerdi. İçlerinden biri üzerine hücum edip hançer vurmaya başladı. Vurulan hançer darbesi kalbine yakın bir yere isâbet etmiş, ağır yaralanmış ve yere yıkılmıştı. Durumdan haberdâr olan Nevvâb Necef Hân, sabah erkenden Frenk bir tabib gönderdi. Tabibe; "Çabuk gidip bu mübârek zâtı tedavi et, onu yaralayanlar da yakalanınca kısas yapılsın" dedi. Frenk tabib gidip Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin yarasına baktı ve geri dönüp kasden Nevvâb Necef Hâna; "İyileşip kurtulur, başka tabib göndermeye lüzum yok" dedi. Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri bu yaralı hâliyle üç gün daha yaşadı. Yaralarından devamlı kan aktı. Üçüncü gün, Cuma günü idi. Öğle vakti ellerini açıp Fâtiha-i şerîf okudu. İkindi vaktinde; "Günün bitmesine kaç saat vardır?" buyurdu. Dört saat vardır dediler.
O gün hem Cumâ, hem de Aşûre günü idi. Akşam olunca üç defâ derin nefes aldı ve şehîd olarak vefat etti. Vefatından ebced hesâbında târih olarak meâlen: "Allah'a ve Peygambere itâat edenler, işte bunlar Allah'ın kendilerine nîmet verdiği, peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle berâberdirler. Bunlarsa ne güzel birer arkadaş!" buyurulan Nisâ sûresi 69. âyet-i kerîmesinden; "Ulâike ma'allezîne en'amellahü aleyhim" kısmı söylendi. Yine Peygamber Efendimizin bir hadîs-i şerîfinde; "Methe şâyân olarak yaşadı ve şehîd olarak öldü" mânâsında; "Aşe hamîden mâte şehîden" buyurduğu kısım ile ebced hesâbına göre vefat târihi söylendi.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin şehîd olarak vefat etmesinden sonra, sevenleri, onun büyük bir kayıb olduğunu ifade eden rüyâlar görmüşlerdir.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri, İslâmiyetin yayılması ve insanların hakîkî saâdete kavuşmaları için çok üstün hizmetler yapmıştır. Her biri üstün birer cevher olan kıymetli zâtlar yetiştirmiş ve onları insanlara rehberlik yapmakla vazifelendirmiştir. Talebeleri de bulundukları yerlerde insanlara İslâmiyeti öğretmişler, îmânlarının vicdânileşmesini sağlamışlardır. Böylece her biri bulunduğu yerde İslâmiyete uyulmasına, güzel ahlâkın yayılmasına, ve insanların birbirlerine karşı iyi muâmelede bulunmalarını sağlamışlardır. Onları tanıyıp seven insanlar, onların sebebiyle temiz bir hayat yaşamak ve saâdete kavuşmakla şereflenmişlerdir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.