Ma'ruf-ı Kerhî Hz.
Sırrî-yi Sekâti anlatıyor: Bir bayram günü hazreti Ma'rûf'u hurma toplarken gördüm ve; "Bunları ne yapacaksın" diye sordum. "Şu çocuğu ağlarken gördüm ve niçin ağladığını sordum. Bana yetim olup anne ve babasının olmadığını, arkadaşlarının yeni elbiseleri ve oyuncakları olup kendisinin olmadığını söyledi. Şimdi bunları toplayıp satacağım, ağlamayıp oynaması için ona oyuncak satın alacağım" dedi. Bunun üzerine; "Bu işi bana bırak" deyip çocuğu alıp götürdüm. Yeni güzel elbiseler ve oynaması için bir oyuncak aldım. Çocuk o zaman memnun oldu. Bundan sonra kalbime bir nur geldi, kalbim parladı ve hâlim bambaşka oldu."
Muhammed bin Hîşâm diyor ki: "Ma'rûf-ı Kerhî bana; "Sana on cümle öğreteceğim; beşi dünya, beşi ahiret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse, Allah-ü Teala onun duasını kabul buyurur" dedi. Ben; "Yazayım mı?" diye sordum. "Hayır. Behr bin Hânis nasıl tekrar tekrar okuyup bana öğrettiyse, sana da tekrar tekrar okuyup öğretirim" dedi. Bu on cümle şunlardır: "Dinim için Allah-ü Teala bana kâfidir. Dünyam için Allah-ü Teala bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilm ve kuvvet sahibi olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Ölüm anında Rahim olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Kabir suâlinde Raûf olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Hesab anında Kerim olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Mizan anında Latif olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Sırat'ta, Kadim olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah-ü Tela bana kâfidir. O Arş'ın Rabbidir ve ben O'na tevekkül ederim."
Ma'rûf'un bir dayısı şehrin valisi idi. Vâli, bir gün şehrin kenar mahallerini dolaşıyordu. Ma'rûf'u bir kenarda oturmuş ekmek yerden gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu. Dayısı, köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi. Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. Ma'rûf; "Allah'tan utanandan her şey utanır" buyurdu. Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
Ma'rûf-ı Kerhî Hazretleri, ne Cennet arzusundan, ne de Cehennem arzusunda dolayı ibadet etti. O yalnız Allah-ü Teâlâ'ya olan aşkından ve muhabbetinden dolayı ibadet etti. Allah-ü Tela da onu en yüksek makamlara yükseltti ve aradaki perdeleri kaldırdı. Hem Hak Teâlâ'nın hem de halkın sevgilisi oldu.
Ma'rûf-ı Kerhî'ye: "Muhabet nedir?" diye sordular. Cevaben buyurdu ki:
"Muhabbet, öğrenmek ve öğretilmekle elde edilen bir şey değildir. Ancak Allah-ü Teâlâ'nın bir ihsânı ile elde edilir".
Buyurdu ki: "Kulun mâlâyani boş ve faydasız konuşması, Allah-ü Teâlâ'nın onu zelil ve yalnız bırakmasının alametidir."
"Tasavvuf, hakîkatları almak ve halkın elinde olan dünya malından ümidini kesmektir, uzaklaşmaktır."
Sırrî-yi Sekâti anlatıyor: Bir bayram günü hazreti Ma'rûf'u hurma toplarken gördüm ve; "Bunları ne yapacaksın" diye sordum. "Şu çocuğu ağlarken gördüm ve niçin ağladığını sordum. Bana yetim olup anne ve babasının olmadığını, arkadaşlarının yeni elbiseleri ve oyuncakları olup kendisinin olmadığını söyledi. Şimdi bunları toplayıp satacağım, ağlamayıp oynaması için ona oyuncak satın alacağım" dedi. Bunun üzerine; "Bu işi bana bırak" deyip çocuğu alıp götürdüm. Yeni güzel elbiseler ve oynaması için bir oyuncak aldım. Çocuk o zaman memnun oldu. Bundan sonra kalbime bir nur geldi, kalbim parladı ve hâlim bambaşka oldu."
Muhammed bin Hîşâm diyor ki: "Ma'rûf-ı Kerhî bana; "Sana on cümle öğreteceğim; beşi dünya, beşi ahiret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse, Allah-ü Teala onun duasını kabul buyurur" dedi. Ben; "Yazayım mı?" diye sordum. "Hayır. Behr bin Hânis nasıl tekrar tekrar okuyup bana öğrettiyse, sana da tekrar tekrar okuyup öğretirim" dedi. Bu on cümle şunlardır: "Dinim için Allah-ü Teala bana kâfidir. Dünyam için Allah-ü Teala bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilm ve kuvvet sahibi olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Ölüm anında Rahim olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Kabir suâlinde Raûf olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Hesab anında Kerim olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Mizan anında Latif olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Sırat'ta, Kadim olan Allah-ü Teala bana kâfidir. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah-ü Tela bana kâfidir. O Arş'ın Rabbidir ve ben O'na tevekkül ederim."
Ma'rûf'un bir dayısı şehrin valisi idi. Vâli, bir gün şehrin kenar mahallerini dolaşıyordu. Ma'rûf'u bir kenarda oturmuş ekmek yerden gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu. Dayısı, köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi. Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü. Ma'rûf; "Allah'tan utanandan her şey utanır" buyurdu. Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
Ma'rûf-ı Kerhî Hazretleri, ne Cennet arzusundan, ne de Cehennem arzusunda dolayı ibadet etti. O yalnız Allah-ü Teâlâ'ya olan aşkından ve muhabbetinden dolayı ibadet etti. Allah-ü Tela da onu en yüksek makamlara yükseltti ve aradaki perdeleri kaldırdı. Hem Hak Teâlâ'nın hem de halkın sevgilisi oldu.
Ma'rûf-ı Kerhî'ye: "Muhabet nedir?" diye sordular. Cevaben buyurdu ki:
"Muhabbet, öğrenmek ve öğretilmekle elde edilen bir şey değildir. Ancak Allah-ü Teâlâ'nın bir ihsânı ile elde edilir".
Buyurdu ki: "Kulun mâlâyani boş ve faydasız konuşması, Allah-ü Teâlâ'nın onu zelil ve yalnız bırakmasının alametidir."
"Tasavvuf, hakîkatları almak ve halkın elinde olan dünya malından ümidini kesmektir, uzaklaşmaktır."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.