Kutbüddin-i Bahtiyar Kâki Hz.Hâce Kutbüddîn, bütün güzel huyları kendisinde toplamıştı. Allah-ü Teala'nın takdirine teslim olmakta ve sabırlı olmakta da son derecedeydi. Bir gün kendisi bulunmadığı bir sırada, küçük çocuğu vefat etti. Cenazesi defnedildikten sonra geldi. Hanımı, evlad acısıyla ağlayıp, sızlanıyordu. Hâce Kutbüddîn bunun sebebini sordu. Küçük çocuğunun vefat ettiğini bildiler. "İnnâ lillah..." okudu ve "Hepimiz, Allah-ü Teala'nın iradesine, rızasına razı ve teslim olmalıyız" diyerek hanımını teselli etti.
Kutbüddîn Kâki buyururdu ki: "Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur. Bunun için az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibadette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silahlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz dünya işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır. Böyle dünyalık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mâni bilmelidir.
Tasavvuf yolunda ilerlerken görülen manevi halleri, garip manaları, insanların anlamayacakları şeyleri, asla insanların anlamayacakları şekilde söylememelidir. Zira insanların anlayamayacağı bir şeyi söylemek, onların yanlış anlamasına, böyle şeyleri söyleyen zata düşman olmalarına sebep olur.
Dinin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır. Zira bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz. Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini söylüyor, hem de dinimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır. Bu yolda bulunanlarda olan hallerden biri veya birkaçı o kimsede bulunursa, biliniz ki o haller şeytandandır, onu aldatmaktadır."
Hâce Kutbüddîn, ömrünün son yirmi yılında hiç uyumadı. Hatta dinlenmek için bile sırtını bir yere dayamamıştı. "Birazcık uyuklayacak olsam, kendimi hasta ve rahatsız hissederim" buyurdu. Her zaman derin murakabede, yani nefsi kontrol etmek, ondan gafil olmama halinde bulunurdu. O kadar ki, biri onu görmeye veya bir şey sormaya gelse, bir müddet sonra ve güçlükle kendine gelebilirdi. Bu hal, namazların haricinde devamlı olurdu. Hâce Kutbüddîn, odasında, Allah-ü Teala'nın ve Peygamber Efendimiz'in aşkı ve muhabbeti ile yanmış olarak, kırık kalb ile, dili bağlı, hiçbir şey söylemeyerek ve iç çekip ağlayarak dururdu. Kendisini görmek azrusuyla yanan aşıkları ise, dışarıda toplandıkları zaman, dışarı çıkar, bir miktar sohbet eder, Allah korkusunu ve O'na hakîkî kul olmayı, Muhammed Aleyhisselam'a tabi olmayı, onun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, çok güzel ve tesirli sözler söylerdi. Bütün saadetlerin, rahatlıkların başının, Muhammed Aleyhisselam'a uymak olduğunu bildirdi. Bir defasında şöyle anlattı:
Ben, ilk zamanlarda Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemek için çok gayret etmeme rağmen muvaffak olamazdım ve ezberleyemezdim. Bir gece rüyamda Resûlullah Efendimiz'i gördüm. Ayaklarına kapanıp, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek istediğimi, fakat çok güçlük çektiğimi arz ettim. Bana acıyarak başımı kaldırmamı istediler. Başımı kaldırdığımda, Yûsuf sûresinin tekrar etmemi emrettiler ve; "Bununla Kur'an-ı Kerim'i ezberlersin" buyurdular. Emirlerini yerine getirdim ve Kur'an-ı Kerim'i ezberlemeye muvaffak olabildim. Hâce hazretleri, böyle bir miktar sohbet ettikten sonra, yine odasına girer ve tekrar murakabeye dalardı. Hatta vefatı da böyle aşk ve muhabbet ile kendisinden geçmiş bir haldeyken vukû bulduğu için kendisine Şehîd-i Muhabbet (Muhabbet Şehidi) denilmiştir.
Kutbüddîn Kâki buyururdu ki: "Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur. Bunun için az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibadette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silahlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz dünya işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır. Böyle dünyalık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mâni bilmelidir.
Tasavvuf yolunda ilerlerken görülen manevi halleri, garip manaları, insanların anlamayacakları şeyleri, asla insanların anlamayacakları şekilde söylememelidir. Zira insanların anlayamayacağı bir şeyi söylemek, onların yanlış anlamasına, böyle şeyleri söyleyen zata düşman olmalarına sebep olur.
Dinin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır. Zira bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz. Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini söylüyor, hem de dinimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır. Bu yolda bulunanlarda olan hallerden biri veya birkaçı o kimsede bulunursa, biliniz ki o haller şeytandandır, onu aldatmaktadır."
Hâce Kutbüddîn, ömrünün son yirmi yılında hiç uyumadı. Hatta dinlenmek için bile sırtını bir yere dayamamıştı. "Birazcık uyuklayacak olsam, kendimi hasta ve rahatsız hissederim" buyurdu. Her zaman derin murakabede, yani nefsi kontrol etmek, ondan gafil olmama halinde bulunurdu. O kadar ki, biri onu görmeye veya bir şey sormaya gelse, bir müddet sonra ve güçlükle kendine gelebilirdi. Bu hal, namazların haricinde devamlı olurdu. Hâce Kutbüddîn, odasında, Allah-ü Teala'nın ve Peygamber Efendimiz'in aşkı ve muhabbeti ile yanmış olarak, kırık kalb ile, dili bağlı, hiçbir şey söylemeyerek ve iç çekip ağlayarak dururdu. Kendisini görmek azrusuyla yanan aşıkları ise, dışarıda toplandıkları zaman, dışarı çıkar, bir miktar sohbet eder, Allah korkusunu ve O'na hakîkî kul olmayı, Muhammed Aleyhisselam'a tabi olmayı, onun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, çok güzel ve tesirli sözler söylerdi. Bütün saadetlerin, rahatlıkların başının, Muhammed Aleyhisselam'a uymak olduğunu bildirdi. Bir defasında şöyle anlattı:
Ben, ilk zamanlarda Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemek için çok gayret etmeme rağmen muvaffak olamazdım ve ezberleyemezdim. Bir gece rüyamda Resûlullah Efendimiz'i gördüm. Ayaklarına kapanıp, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek istediğimi, fakat çok güçlük çektiğimi arz ettim. Bana acıyarak başımı kaldırmamı istediler. Başımı kaldırdığımda, Yûsuf sûresinin tekrar etmemi emrettiler ve; "Bununla Kur'an-ı Kerim'i ezberlersin" buyurdular. Emirlerini yerine getirdim ve Kur'an-ı Kerim'i ezberlemeye muvaffak olabildim. Hâce hazretleri, böyle bir miktar sohbet ettikten sonra, yine odasına girer ve tekrar murakabeye dalardı. Hatta vefatı da böyle aşk ve muhabbet ile kendisinden geçmiş bir haldeyken vukû bulduğu için kendisine Şehîd-i Muhabbet (Muhabbet Şehidi) denilmiştir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.