Sınır Tanımayan Gazeteciler, "2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi"ni yayınlamış, Türkiye 180 ülke arasında 155. sırada yer alıyor Freedom House (Özgürlük Evi) raporunda ise basın özgürlüğü açısından ülkemiz 199 ülke arasında 163. sırada yer alıyor.
Önceki yıllara göre hemen her konuda olduğu gibi basın özgürlüğü konusunda da hızlı bir düşüş, sonlara doğru hızlı bir kayış var.
Basın özgürlüğü konusunda yaşanan hızlı erime, dikkatle bakılırsa ekonomiye de, emeğe de, alın terine de fazlasıyla yansımış.
Basının sesi ne kadar kısılmışsa, halkı bilgilendirme kaynaklarının sesi ne kadar kesilmişse aynı oranda emekten kesilmiş, alın terinden kesilmiş, asgari ücretten kısılmış ve elbette dar gelirliden, emekliden kesilmiş.
"Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" fotoğrafında değişen bir şey yok.
Basının sesi ne kadar kısılmışsa, milli gelirden milletin payına düşen pasta o kadar küçülmüş, kaynaklardan milletin alacağı pay o kadar azalmış ve küresel tefeci şirketlere aktarılan hisseler kartopu gibi büyümüş de büyümüş.
Şimdi, fert başına düşen milli gelir on bin dolar, on beş bin dolar diye nutuk atan siyasilere dönüp sormayacak mıyız; "nerde bu para?" diye.
Sorgulamayacak mıyız; ekonomisi can çekişen Yunanistan'ın emeklileri dahi her sene dünya turuna çıkarken senin emeklin haftada bir pazara gidemiyor, siz neden söz ediyorsunuz?
İktidara sağcısı da gelse, solcusu da gelse hepsi de aynı ahlaksız kapitalist sistemi uyguladıkları için, zengini daha zengin fakiri daha fakir eden sömürü düzenine talim ettikleri için "altta kalanın canı çıksın" vaziyeti devam ediyor.
Bizim Milli Ekonomi Modeli ısrarımız işte bundandır, bu tezin sahibi sayın Haydar Baş'a bir kez olsun kulak verin feryadımız işte bunun içindir.
Bu model, işverenin de çalışanın da, emeklinin de, ev hanımının da, öğrencinin de memnun kalacağı, mutlu olacağı bir model...
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, okumuşu ile okumamışı ile, şehirlisi ile köylüsü ile bu soyguncu, bu vurguncu kapitalist sisteme itirazsız teslim olmasını anlamak mümkün değil ve aynı şekilde kapitalist sisteme hiç olmazsa bir alternatif model sunan Haydar Hoca'ya karşı bu kadar kör ve sağır davranmasını da anlamak mümkün değil.
Her dönemde siyasilerin, ekonomiyi yönetenlerin allı-pullu sözleri, yaldızlı nutukları konuştukları kürsülerden bir adım öteye gitmiyor, hele hele çıkarılan yasalara asla yansımıyor.
Rahmetli dedem bir hikaye anlatırdı; iki arkadaş avlanmaya gitmişler, akşama kadar o dağ senin bu tepe benim dolaşmışlar akşam olmuş ellerine bir karga ve bir keklik ile eve dönmüşler, o günkü hasılatı paylaşmaya sıra gelmiş, biraz uyanık geçinen söze başlamış:
"Arkadaş, şöyle yapalım, karga sana keklik bana. Yok, eğer razı olmazsan, keklik bana karga sana."
Diğer arkadaş, bir iki başını ve kaşını kaşıdıktan sonra cevap vermiş; "Her iki durumda da keklik benim semtime uğramıyor, bu nasıl bir taksimdir?"
İktidara şu parti gelmiş bu parti gelmiş, nice on yıllardır değişen hiç bir şey yok her durumda keklik zenginlerin payına düşüyor ve nasıl oluyorsa karga da sürekli emekçinin, alın teri ile ekmeğini kazanın ve emeklinin payına düşüyor.
Ezilenin, sömürülenin, kaynakları küresel tefecilere peşkeş çekilen kitlelerin sesleri kısıldıkça elde kalan lokma küçülmeye, sofradaki zeytinler bir bir uçmaya devam ediyor Gider ise cesaret gelir imiş esaret.
Önceki yıllara göre hemen her konuda olduğu gibi basın özgürlüğü konusunda da hızlı bir düşüş, sonlara doğru hızlı bir kayış var.
Basın özgürlüğü konusunda yaşanan hızlı erime, dikkatle bakılırsa ekonomiye de, emeğe de, alın terine de fazlasıyla yansımış.
Basının sesi ne kadar kısılmışsa, halkı bilgilendirme kaynaklarının sesi ne kadar kesilmişse aynı oranda emekten kesilmiş, alın terinden kesilmiş, asgari ücretten kısılmış ve elbette dar gelirliden, emekliden kesilmiş.
"Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" fotoğrafında değişen bir şey yok.
Basının sesi ne kadar kısılmışsa, milli gelirden milletin payına düşen pasta o kadar küçülmüş, kaynaklardan milletin alacağı pay o kadar azalmış ve küresel tefeci şirketlere aktarılan hisseler kartopu gibi büyümüş de büyümüş.
Şimdi, fert başına düşen milli gelir on bin dolar, on beş bin dolar diye nutuk atan siyasilere dönüp sormayacak mıyız; "nerde bu para?" diye.
Sorgulamayacak mıyız; ekonomisi can çekişen Yunanistan'ın emeklileri dahi her sene dünya turuna çıkarken senin emeklin haftada bir pazara gidemiyor, siz neden söz ediyorsunuz?
İktidara sağcısı da gelse, solcusu da gelse hepsi de aynı ahlaksız kapitalist sistemi uyguladıkları için, zengini daha zengin fakiri daha fakir eden sömürü düzenine talim ettikleri için "altta kalanın canı çıksın" vaziyeti devam ediyor.
Bizim Milli Ekonomi Modeli ısrarımız işte bundandır, bu tezin sahibi sayın Haydar Baş'a bir kez olsun kulak verin feryadımız işte bunun içindir.
Bu model, işverenin de çalışanın da, emeklinin de, ev hanımının da, öğrencinin de memnun kalacağı, mutlu olacağı bir model...
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, okumuşu ile okumamışı ile, şehirlisi ile köylüsü ile bu soyguncu, bu vurguncu kapitalist sisteme itirazsız teslim olmasını anlamak mümkün değil ve aynı şekilde kapitalist sisteme hiç olmazsa bir alternatif model sunan Haydar Hoca'ya karşı bu kadar kör ve sağır davranmasını da anlamak mümkün değil.
Her dönemde siyasilerin, ekonomiyi yönetenlerin allı-pullu sözleri, yaldızlı nutukları konuştukları kürsülerden bir adım öteye gitmiyor, hele hele çıkarılan yasalara asla yansımıyor.
Rahmetli dedem bir hikaye anlatırdı; iki arkadaş avlanmaya gitmişler, akşama kadar o dağ senin bu tepe benim dolaşmışlar akşam olmuş ellerine bir karga ve bir keklik ile eve dönmüşler, o günkü hasılatı paylaşmaya sıra gelmiş, biraz uyanık geçinen söze başlamış:
"Arkadaş, şöyle yapalım, karga sana keklik bana. Yok, eğer razı olmazsan, keklik bana karga sana."
Diğer arkadaş, bir iki başını ve kaşını kaşıdıktan sonra cevap vermiş; "Her iki durumda da keklik benim semtime uğramıyor, bu nasıl bir taksimdir?"
İktidara şu parti gelmiş bu parti gelmiş, nice on yıllardır değişen hiç bir şey yok her durumda keklik zenginlerin payına düşüyor ve nasıl oluyorsa karga da sürekli emekçinin, alın teri ile ekmeğini kazanın ve emeklinin payına düşüyor.
Ezilenin, sömürülenin, kaynakları küresel tefecilere peşkeş çekilen kitlelerin sesleri kısıldıkça elde kalan lokma küçülmeye, sofradaki zeytinler bir bir uçmaya devam ediyor Gider ise cesaret gelir imiş esaret.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Ey ahali neyiniz noksan? / 10.06.2024
- 'Adana’da Ağustos’ta bulamadım yazımı' / 08.06.2024
- Zenginler arasında devletleşen servet / 07.06.2024
- Bal alalım derken sürekli vebal aldınız / 06.06.2024
- Yetime yoksula sahip çıkmayacaksan… / 05.06.2024
- Sudan’dan sığır, Kanada’dan mercimek / 03.06.2024
- Hem ekini hem de ekeni kuruttular / 01.06.2024
- Hem ekini hem de ekeni kuruttular / 31.05.2024
- Yananlar insan, peki yakanlar ve seyredenler insan mı? / 30.05.2024
- Fakirden zengine doğru akan servet transferi / 29.05.2024
- 'Adana’da Ağustos’ta bulamadım yazımı' / 08.06.2024
- Zenginler arasında devletleşen servet / 07.06.2024
- Bal alalım derken sürekli vebal aldınız / 06.06.2024
- Yetime yoksula sahip çıkmayacaksan… / 05.06.2024
- Sudan’dan sığır, Kanada’dan mercimek / 03.06.2024
- Hem ekini hem de ekeni kuruttular / 01.06.2024
- Hem ekini hem de ekeni kuruttular / 31.05.2024
- Yananlar insan, peki yakanlar ve seyredenler insan mı? / 30.05.2024
- Fakirden zengine doğru akan servet transferi / 29.05.2024