‘Dünya ile uğraşıyorsan, iyi niyet sahibi olmalısın’
Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İnsanın, İslâmiyet’ine dair iyilik alâmeti şudur ki: Dünya ve âhirette iyiliğini görmeyeceği işleri terk ede.”
22.03.2023 08:20:00





Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: "İnsanın, İslâmiyet'ine dair iyilik alâmeti şudur ki: Dünya ve âhirette iyiliğini görmeyeceği işleri terk ede."
Her kim ki, İslâmiyet'i cihetiyle güzelleşir, özüne yararı olan şeylerle meşgul olur. Hiçbir faydası olmayan işleri bırakır. Lüzumsuz işlerle uğraşmak, battal ve heves düşkünlerinin işidir.
Mahrum odur ki, Hakk'ın emrine göre hareket etmeye ve hu hâlinden de rıza isteye. Ayrıca, Hakk'ın yasakladığı şeyle de amel ede. Bu amel mahrum olmanın tâ kendisidir; ölüm buna derler, ilâhî dergâhtan tart budur.
Dünya ile uğraşıyorsan, iyi niyet sahibi olmalısın; iyi niyet beslemeden dünyaya sarılmak, felâketin tâ kendisidir.
Bölük pörçük işlerle uğraşmak, işin kabulünü sağlamaz. Kalbin kirli olduğu hâlde dışının temiz olması fayda veremez. Dış yönünü Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in sünneti ile beze; kalbini de Kur'ân'a göre ayarla. Kalbini kötü şeylerden esirge; tâ ki, duyguların esirgene.
Akıllı ol. Yaptığın iş, ölüme inanan ve onun geleceğini bilen kimsenin yapacağı şeyler değil.
Hakk'a kavuşmayı bekleyen ve O'nunla muhasebeye oturmaya inanan, işlerin karşılıklı görüşüleceğini bekleyen ve O'ndan korkan kimsenin işi değildir.
Sağlık sahibi bir kalp, tevhid, tevekkül ve yakin doludur. Onda başarı, ilim ve iman vardır. O sahih kalbe Hak yakınlığı verilir. Bu vergi ile halkın âciz, zayıf durumunu görür ve bilir.
Ayrıca onları, ellerinde maddî şey bulunmayan fakir kişi görür. Bununla beraber en küçük yavruya bile kibirli ve gururlu olmaz. Ama Allah'a isyan eden kâfir ve münafıkla karşılaşırsa, aslan gibi pençeleşir.
Bu işte yalnız Allah için gayret eder. Bu şahıslar, iman sahibinin gözünde birer et parçası hükmünü taşır. İman sahibi, sâlih müttakî kimseler önünde tevazu gösterir ve engin gönüllü olur.
Verâ sahiplerine de tevazu gösterir. Bu Hak yolcularını Hak Teâlâ anlatırken şöyle buyurur: "Onlar, aralarında merhamet ve şefkatle dolu olup küffar karşısında şiddetli ve kuvvetli olurlar." (Feth, 29)
Ey bidat yoluna sapan, Allah'tan başka hiç kimse: "Ben, Allah'ım" demeye güç yetiremez. Bu kelâm Rabb'imiz olan Allah Teâlâ'ya hastır. O, dilsizler gibi, kulların kelâmı gibi laf etmez; açıktan konuşur: "Muhakkak ben Allah'ım." (Tâhâ, 14)
Derken, Musa Peygamber'e tekitli konuştu. Hak Teâlâ, Musa Peygamber'le olan konuşmasını şöyle anlattı: "Allah, Musa ile tam bir konuşma yaptı." (Nisâ, 164)
Hak Teâlâ'nın işitilen ve anlaşılan kelâmı vardır. Allah Teâlâ Musa Peygamber'e şöyle hitapta bulundu: "Yâ Musa, muhakkak ben âlemlerin Rabbi Allah'ım." (Tâhâ, 14)
Bunun manası şöyledir: "Ben ne melek ne cin, ne de insim; âlemlerin Rabb'iyim!" Bu kelâmla Firavun'un: "Ben sizin yüce Rabb'inizim" sözünü yalanlamış oldu. Ve onu, ulûhiyyet iddiasında boşa düşürdü: "Benden gayrisi ulûhiyyet iddiasında bulunamaz, çünkü Allah benim." Her kim bu davaya kapılırsa yalancı olur; bu yalan davaya ne Firavun ne de halktan biri yetkili olabilir.
O yüce kelâmın Musa Peygamber'e tecellisi aşağıda bir nebze anlatılacaktır.
Musa (a.s) Peygamber, karanlık gecenin ve doğum sancısı çeken hanımının üzüntüleri içinde idi. Bu sıkıntılar içinde Musa Peygamber'in iman kuvveti kendini belli etti.
Hak Teâlâ ona bir nur gösterdi, iman kuvveti icabı gördüğü nurun harika cezbesine kapıldı. Yanındakilere dedi ki: "Oturunuz, bir ateş seziyorum, ben bir nur gördüm. Onu kalbim, sırrım, mana âlemim, özüm gördü. Hakkımda verilen ezelî hüküm geldi. Hidayet yolum açıldı. Halktan bana bir gına geldi. Velayet ve hilafet geldi. Esası buldum, teferruat gitti. Esas mülke erdim, mülk sahibi olmaktan azat oldum. Artık Firavun'dan korkmuyorum, önce bende bulunan korku şimdi Firavun'a geçti."
Bu sözlerden sonra nura doğru yürüdü. Onlar, artık arkada kalmıştı. Aramadı, sormadı. İşte iman sahibi böyledir.
Hak Teâlâ, onu kendine yakın kılmıştı. Yakınlık kapısına davet etmişti. Bu hâli pek kestiremedi. Sağa, sola, öne ve arkaya bakmaya koyuldu. Bu bakışı kalpten oluyordu. Her ne kadar baktıysa da Hak'tan gayri her yanın kapalı olduğunu gördü. Bu kere nefsini, hevâyı ve duygularını, alışmış olduğu şeyleri, ehlini, bulunduğu hâlin cümlesini karşısına aldı, konuştu:
"Ben Rabb'imin nurunu sever oldum. Ona gidiyorum. Benim için avdet nasip olursa gelirim." dedi.
Dünyaya, içindekilere ve sebeplere, şehvet arzularına, bütün yaratılmışlara, sonradan olmuşa ve yapılmışa veda etti. Onları yapana koştu. Bunları yaparken ehlini, yavrusunu ve bütün sebepleri Hakk'a ısmarladı.
Bazı helâl olan şeyler vardır ki, uzak kalanlara saklı tutulur. Buğz ehli ondan uzak kalır, sevgi ehli onu bulur. O helâl şey, nadiren değil, ekseri saklı durur. Bu helâl dediğimiz iş Hakk'ın kelâm tecellisine mazhar olmaktır." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Her kim ki, İslâmiyet'i cihetiyle güzelleşir, özüne yararı olan şeylerle meşgul olur. Hiçbir faydası olmayan işleri bırakır. Lüzumsuz işlerle uğraşmak, battal ve heves düşkünlerinin işidir.
Mahrum odur ki, Hakk'ın emrine göre hareket etmeye ve hu hâlinden de rıza isteye. Ayrıca, Hakk'ın yasakladığı şeyle de amel ede. Bu amel mahrum olmanın tâ kendisidir; ölüm buna derler, ilâhî dergâhtan tart budur.
Dünya ile uğraşıyorsan, iyi niyet sahibi olmalısın; iyi niyet beslemeden dünyaya sarılmak, felâketin tâ kendisidir.
Bölük pörçük işlerle uğraşmak, işin kabulünü sağlamaz. Kalbin kirli olduğu hâlde dışının temiz olması fayda veremez. Dış yönünü Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in sünneti ile beze; kalbini de Kur'ân'a göre ayarla. Kalbini kötü şeylerden esirge; tâ ki, duyguların esirgene.
Akıllı ol. Yaptığın iş, ölüme inanan ve onun geleceğini bilen kimsenin yapacağı şeyler değil.
Hakk'a kavuşmayı bekleyen ve O'nunla muhasebeye oturmaya inanan, işlerin karşılıklı görüşüleceğini bekleyen ve O'ndan korkan kimsenin işi değildir.
Sağlık sahibi bir kalp, tevhid, tevekkül ve yakin doludur. Onda başarı, ilim ve iman vardır. O sahih kalbe Hak yakınlığı verilir. Bu vergi ile halkın âciz, zayıf durumunu görür ve bilir.
Ayrıca onları, ellerinde maddî şey bulunmayan fakir kişi görür. Bununla beraber en küçük yavruya bile kibirli ve gururlu olmaz. Ama Allah'a isyan eden kâfir ve münafıkla karşılaşırsa, aslan gibi pençeleşir.
Bu işte yalnız Allah için gayret eder. Bu şahıslar, iman sahibinin gözünde birer et parçası hükmünü taşır. İman sahibi, sâlih müttakî kimseler önünde tevazu gösterir ve engin gönüllü olur.
Verâ sahiplerine de tevazu gösterir. Bu Hak yolcularını Hak Teâlâ anlatırken şöyle buyurur: "Onlar, aralarında merhamet ve şefkatle dolu olup küffar karşısında şiddetli ve kuvvetli olurlar." (Feth, 29)
Ey bidat yoluna sapan, Allah'tan başka hiç kimse: "Ben, Allah'ım" demeye güç yetiremez. Bu kelâm Rabb'imiz olan Allah Teâlâ'ya hastır. O, dilsizler gibi, kulların kelâmı gibi laf etmez; açıktan konuşur: "Muhakkak ben Allah'ım." (Tâhâ, 14)
Derken, Musa Peygamber'e tekitli konuştu. Hak Teâlâ, Musa Peygamber'le olan konuşmasını şöyle anlattı: "Allah, Musa ile tam bir konuşma yaptı." (Nisâ, 164)
Hak Teâlâ'nın işitilen ve anlaşılan kelâmı vardır. Allah Teâlâ Musa Peygamber'e şöyle hitapta bulundu: "Yâ Musa, muhakkak ben âlemlerin Rabbi Allah'ım." (Tâhâ, 14)
Bunun manası şöyledir: "Ben ne melek ne cin, ne de insim; âlemlerin Rabb'iyim!" Bu kelâmla Firavun'un: "Ben sizin yüce Rabb'inizim" sözünü yalanlamış oldu. Ve onu, ulûhiyyet iddiasında boşa düşürdü: "Benden gayrisi ulûhiyyet iddiasında bulunamaz, çünkü Allah benim." Her kim bu davaya kapılırsa yalancı olur; bu yalan davaya ne Firavun ne de halktan biri yetkili olabilir.
O yüce kelâmın Musa Peygamber'e tecellisi aşağıda bir nebze anlatılacaktır.
Musa (a.s) Peygamber, karanlık gecenin ve doğum sancısı çeken hanımının üzüntüleri içinde idi. Bu sıkıntılar içinde Musa Peygamber'in iman kuvveti kendini belli etti.
Hak Teâlâ ona bir nur gösterdi, iman kuvveti icabı gördüğü nurun harika cezbesine kapıldı. Yanındakilere dedi ki: "Oturunuz, bir ateş seziyorum, ben bir nur gördüm. Onu kalbim, sırrım, mana âlemim, özüm gördü. Hakkımda verilen ezelî hüküm geldi. Hidayet yolum açıldı. Halktan bana bir gına geldi. Velayet ve hilafet geldi. Esası buldum, teferruat gitti. Esas mülke erdim, mülk sahibi olmaktan azat oldum. Artık Firavun'dan korkmuyorum, önce bende bulunan korku şimdi Firavun'a geçti."
Bu sözlerden sonra nura doğru yürüdü. Onlar, artık arkada kalmıştı. Aramadı, sormadı. İşte iman sahibi böyledir.
Hak Teâlâ, onu kendine yakın kılmıştı. Yakınlık kapısına davet etmişti. Bu hâli pek kestiremedi. Sağa, sola, öne ve arkaya bakmaya koyuldu. Bu bakışı kalpten oluyordu. Her ne kadar baktıysa da Hak'tan gayri her yanın kapalı olduğunu gördü. Bu kere nefsini, hevâyı ve duygularını, alışmış olduğu şeyleri, ehlini, bulunduğu hâlin cümlesini karşısına aldı, konuştu:
"Ben Rabb'imin nurunu sever oldum. Ona gidiyorum. Benim için avdet nasip olursa gelirim." dedi.
Dünyaya, içindekilere ve sebeplere, şehvet arzularına, bütün yaratılmışlara, sonradan olmuşa ve yapılmışa veda etti. Onları yapana koştu. Bunları yaparken ehlini, yavrusunu ve bütün sebepleri Hakk'a ısmarladı.
Bazı helâl olan şeyler vardır ki, uzak kalanlara saklı tutulur. Buğz ehli ondan uzak kalır, sevgi ehli onu bulur. O helâl şey, nadiren değil, ekseri saklı durur. Bu helâl dediğimiz iş Hakk'ın kelâm tecellisine mazhar olmaktır." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.