MİSAFİR KALEM / Zafer YALÇIN
Hafta sonu internette gezinirken gözüme bir kaç forum sayfası çarptı. İnternet kullanıcılarının belirlenen konu başlığı çerçevesinde fikirlerini yazdıkları bu forumlardan birinde paranın gücü tartışılıyor. Şöyle yazılanlara göz attım. Herkes paranın güçlü olduğunda hemfikirdi. Aksilik bu güce inanılıyor ve sahip olma gerekliliği şiddetle vurgulanıyordu.
Evet maddi imkânların elverişliliği, kullanılabilir olması hayatta bir çok işimizi kolaylaştırıyordu. İtirazım yoktu. Fakat maddiyata böylesine yapılan açıklamalarla gösterilen rağbet inanç ve tek hedef gözüyle bakılması üzücü bir durumdu.
Dikkatleri çekmek istediğim konu para ve paraya olan rağbetimiz veya bazı gereksiz forum sayfaları değil.
Okuduğum gazetelerden, gezindiğim web sayfalarından ve izlediğim televizyon kanallarından edindiğim izlenimlerime göre maalesef toplum olarak bir kısmımızın anlayışının bozulduğunu, mazimizle aramızda bulunan köprülerin çatırdağını gördüm.
Günümüz insanı ile yıllar öncesi yaşamış insanlarımız arasındaki arzu, beklenti, inanç ve hevesleri arasında o kadar farklar var ki uçurum benzetmesi sıradan olsa da yerinde bir tanımlama olacaktır. Üzücü ve tehlikelidir ki bu fark yaygın olarak gençlerimiz arasında da vücut bulmuştur.
Faydalı bir toplum üyesi olmak, güzel ahlaklı birey olarak anılmak, önce kendisini düşünmeyen fedakâr kişi sıfatıyla tanımlanmak yazık ki kendini kurtarmak ve maddi güç sahibi olmaktan sonra sıralanan beklentiler haline geldi. Günümüz genç ve çocukları eskisi gibi doktor, pilot veya öğretmen olma isteğinden ziyade zengin olma arzusundalar.
Ailemizle olan hukukumuzda, eşimizle karşılıklı davranışlarımızda, büyüklerimize bakış açımızda, toplum içindeki hâl ve hareketlerimizde göze çarpan öylesine bir saygısızlık, dengesizlik var ki bunları dile getirmek veya mazimizle kıyaslamak hatta mantık zemininde değerlendirmek suç ya da safsatalık sayılıyor.
Çoğu kez hangi cesaretle ahlaksızca davranışların sıradanlığını, müstehcen esprilerin neden sanatçılarda en çok tutan malzeme olduğunu, yüzsüz ve pişkin olmayı fikir adamlarımızın nasıl huy haline getirdiklerini, etkili ve yetkili kişilerin ötesini hiç düşünmeden kimin adına başarısızlıklarında inat ettiklerini düşünmeme rağmen net cevaplara ulaşamamıştım. Bir sürü sebeple karşı karşıya kalıyordum.
Muhtemel sonuç ki; aile, eğitim, çevre derken işin kaynağında toplum üzerinde etkisi ve yönlendirici gücü olan gruba faturayı kestim. (Buradan itibaren nedenini değil nasılıın nakledeceğim.)
Tabiî ki; kültürsüz bir mankenin ahlaksızlıkları halkımızca haber olarak değerlendirilmesi ve takip edilmesi içimize gökten zembille inmedi. Magazin haberlerinin ana haber bültenlerinde komik bir şekilde sunulması, reklamlarının yapılması daha önceki hayalimiz değildi. Cinayeti, ahlaksızlığı, çocuklara yapılan aile tacizlerini hiçbir geçerli sebebi, mantıklı açıklaması, faydalı bir ciheti olmaksızın sadece reklam ve reyting yükseltmek amacıyla halkımız tarafından bu tür olayların kendi iç alemlerinde sıradan hale getirileceği korkusu düşünülmeyerek program yapılması ve toplumuzda kabul görmesi bize uzaydan ithal edilmedi.
Bu seviyesiz yaklaşım ve dayatmalar görsel ve işitsel basının bir hediyesidir (!) bize.
Eğer televizyon gazete ve dergiler katıksız eğitim verselerdi, topluma sorumluluk ruhunu aşılasalardı, saygı ve kültürü her yayınlarında bize tavsiye ederek teşvik etselerdi taklitsi bir ruha bürünmeyecek, hazırcılıktan kurtulacak ve idealist fertler olarak toplumdaki yerimizi alacaktık. Ekmek aslanın ağzında diyenlere espiri yaptığımızı sanarak "midesine indi" demek yerine bir araştırmanın, faydalı fikrin peşine düşecek daha kültürlü, kaliteli fert nasıl olurumun derdini çekecektik. Hırsıza, arsıza kılıf bulup hak vermeyerek misyonerliğin ve sinsi inançsızlığın kol gezdiği bir ortamda sadece bir kısmımızla değil topyekün irade ve inancımızla dimdik ayakta duracaktık.
Zenginlik ve potansiyelimizi görecek cesaretimizi ters yüz ederek mandacılığı umut, batıyı özenti haline getirmeyip her devir örnek toplum temsil edecektik.
Oysa ki; halen bazılarımız Brezilya dizileri bağımlısı, paparazzi ve magazin takipçisi, zevzek adam şakşakçısı ve tospembe hayatın hayalcileriyiz.
Evet anlayışımız o kadar değişti ki bunları örneklendirmek ve tahlil etmek cesaret istiyordu. Yani çarklar tersine işliyor.
Gerek fert, gerekse kurum olarak, ben bu anlayış değişikliğine sebebiyet verenlerin yaptıklarına kulp takmalarını inanç zaafiyetine bağlıyorum. Birey olarak en azından duyarlı bir toplum olmayı gerekli görüyor ve sözümü, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlere inat üstad Necip Fazıl'ın "Benim olmadığım yerde hiçkimse yoktur" sözüyle noktalıyorum.
Hafta sonu internette gezinirken gözüme bir kaç forum sayfası çarptı. İnternet kullanıcılarının belirlenen konu başlığı çerçevesinde fikirlerini yazdıkları bu forumlardan birinde paranın gücü tartışılıyor. Şöyle yazılanlara göz attım. Herkes paranın güçlü olduğunda hemfikirdi. Aksilik bu güce inanılıyor ve sahip olma gerekliliği şiddetle vurgulanıyordu.
Evet maddi imkânların elverişliliği, kullanılabilir olması hayatta bir çok işimizi kolaylaştırıyordu. İtirazım yoktu. Fakat maddiyata böylesine yapılan açıklamalarla gösterilen rağbet inanç ve tek hedef gözüyle bakılması üzücü bir durumdu.
Dikkatleri çekmek istediğim konu para ve paraya olan rağbetimiz veya bazı gereksiz forum sayfaları değil.
Okuduğum gazetelerden, gezindiğim web sayfalarından ve izlediğim televizyon kanallarından edindiğim izlenimlerime göre maalesef toplum olarak bir kısmımızın anlayışının bozulduğunu, mazimizle aramızda bulunan köprülerin çatırdağını gördüm.
Günümüz insanı ile yıllar öncesi yaşamış insanlarımız arasındaki arzu, beklenti, inanç ve hevesleri arasında o kadar farklar var ki uçurum benzetmesi sıradan olsa da yerinde bir tanımlama olacaktır. Üzücü ve tehlikelidir ki bu fark yaygın olarak gençlerimiz arasında da vücut bulmuştur.
Faydalı bir toplum üyesi olmak, güzel ahlaklı birey olarak anılmak, önce kendisini düşünmeyen fedakâr kişi sıfatıyla tanımlanmak yazık ki kendini kurtarmak ve maddi güç sahibi olmaktan sonra sıralanan beklentiler haline geldi. Günümüz genç ve çocukları eskisi gibi doktor, pilot veya öğretmen olma isteğinden ziyade zengin olma arzusundalar.
Ailemizle olan hukukumuzda, eşimizle karşılıklı davranışlarımızda, büyüklerimize bakış açımızda, toplum içindeki hâl ve hareketlerimizde göze çarpan öylesine bir saygısızlık, dengesizlik var ki bunları dile getirmek veya mazimizle kıyaslamak hatta mantık zemininde değerlendirmek suç ya da safsatalık sayılıyor.
Çoğu kez hangi cesaretle ahlaksızca davranışların sıradanlığını, müstehcen esprilerin neden sanatçılarda en çok tutan malzeme olduğunu, yüzsüz ve pişkin olmayı fikir adamlarımızın nasıl huy haline getirdiklerini, etkili ve yetkili kişilerin ötesini hiç düşünmeden kimin adına başarısızlıklarında inat ettiklerini düşünmeme rağmen net cevaplara ulaşamamıştım. Bir sürü sebeple karşı karşıya kalıyordum.
Muhtemel sonuç ki; aile, eğitim, çevre derken işin kaynağında toplum üzerinde etkisi ve yönlendirici gücü olan gruba faturayı kestim. (Buradan itibaren nedenini değil nasılıın nakledeceğim.)
Tabiî ki; kültürsüz bir mankenin ahlaksızlıkları halkımızca haber olarak değerlendirilmesi ve takip edilmesi içimize gökten zembille inmedi. Magazin haberlerinin ana haber bültenlerinde komik bir şekilde sunulması, reklamlarının yapılması daha önceki hayalimiz değildi. Cinayeti, ahlaksızlığı, çocuklara yapılan aile tacizlerini hiçbir geçerli sebebi, mantıklı açıklaması, faydalı bir ciheti olmaksızın sadece reklam ve reyting yükseltmek amacıyla halkımız tarafından bu tür olayların kendi iç alemlerinde sıradan hale getirileceği korkusu düşünülmeyerek program yapılması ve toplumuzda kabul görmesi bize uzaydan ithal edilmedi.
Bu seviyesiz yaklaşım ve dayatmalar görsel ve işitsel basının bir hediyesidir (!) bize.
Eğer televizyon gazete ve dergiler katıksız eğitim verselerdi, topluma sorumluluk ruhunu aşılasalardı, saygı ve kültürü her yayınlarında bize tavsiye ederek teşvik etselerdi taklitsi bir ruha bürünmeyecek, hazırcılıktan kurtulacak ve idealist fertler olarak toplumdaki yerimizi alacaktık. Ekmek aslanın ağzında diyenlere espiri yaptığımızı sanarak "midesine indi" demek yerine bir araştırmanın, faydalı fikrin peşine düşecek daha kültürlü, kaliteli fert nasıl olurumun derdini çekecektik. Hırsıza, arsıza kılıf bulup hak vermeyerek misyonerliğin ve sinsi inançsızlığın kol gezdiği bir ortamda sadece bir kısmımızla değil topyekün irade ve inancımızla dimdik ayakta duracaktık.
Zenginlik ve potansiyelimizi görecek cesaretimizi ters yüz ederek mandacılığı umut, batıyı özenti haline getirmeyip her devir örnek toplum temsil edecektik.
Oysa ki; halen bazılarımız Brezilya dizileri bağımlısı, paparazzi ve magazin takipçisi, zevzek adam şakşakçısı ve tospembe hayatın hayalcileriyiz.
Evet anlayışımız o kadar değişti ki bunları örneklendirmek ve tahlil etmek cesaret istiyordu. Yani çarklar tersine işliyor.
Gerek fert, gerekse kurum olarak, ben bu anlayış değişikliğine sebebiyet verenlerin yaptıklarına kulp takmalarını inanç zaafiyetine bağlıyorum. Birey olarak en azından duyarlı bir toplum olmayı gerekli görüyor ve sözümü, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlere inat üstad Necip Fazıl'ın "Benim olmadığım yerde hiçkimse yoktur" sözüyle noktalıyorum.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.