Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'in vefatından sonra ortaya çıkan, 'sultanların giysilerini bohçalayarak saklama geleneği', Türk işlemelerinin, 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar kopmadan izlenmesine imkan sağlıyor.
Osmanlı Dönemi'nde işlemeler, saray ve saray dışı (ev, çarşı, ordu, tekke, okul) olmak üzere iki çevrede yapılıyordu. İşleme sanatı belli bir zümrenin değil, herkesin fayda sağladığı, estetik haz duyduğu bir sanat dalı olarak uygulanıyordu. 16-18. yüzyıllar arasında Türk işleme ustalarına batılılar önem veriyordu. Macarlarca "Bulya" olarak isimlendirilen işlemeciler, şatodan şatoya gidip işleme yapıyor ve Macar asillerinin eşlerine işlemeci "bulyalar" armağan ediyorlardı. Günümüze ulaşan işlemelerin yanı sıra bazı belgeler, yazılı kaynaklar, yerli-yabancı sanatçıların yapmış oldukları minyatürler, gravürler, sulu boya ve yağlı boya resimler, fotoğraflar ve bazı mezar taşlarındaki tasvirler, bu dönem işlemelerinin yapıldığı merkezler, toplumdaki yeri, önemi, işlevi ve plastik değerleri konusunda bizlere bilgi veriyor. Mesela; 19. yüzyılda Allom'un çizdiği "Yerebatan Sarnıcı'ndaki Metal İplik Çekicileri", şimkeşhaneden sonra bu sarnıcın da iplik üretiminde kullanıldığını gösteriyor.
Mezar taşı bile işleniyor
Yazılı kaynaklar ve gravür, minyatür, resim vb. gibi örnekler dışında ilgi çeken bir grup işleme tasvirine de mezar taşlarında rastlanıyor. Ya şahideyi taçlayan başlık veya sandukayı örten puşide biçiminde tasarlanmış bu örnekler arasında, 16. yüzyıldan Konya Mevlana Dergahı'ndaki Kuyucu Murat Paşa'nın kızı Fatma Hanım'a ait olduğu düşünülen sandukayı taçlayan fes palmet motifleriyle, İstanbul Sokollu Türbesi'ndeki Safiye Hanım'ın sandukasını taçlayan fes küpe motifleriyle 'kaşbastı' olarak isimlendirilen işlemeli bantların fesleri bezemek için de kullanılmış olabileceğini akla getiriyor.
Eyüpsultan Sıbyan Mektebi Haziresi'nde bulunan ve 17. yüzyıl sonu 18. yüzyıl başına tarihlenebilecek bir başka başlıksa, kavuk örtüsü olarak hazırlanan örtünün, yalnız kavuğu tozdan korumak amacıyla değil, aynı zamanda yüksek silindirik külahları bezemek amacıyla tasarlanmış örtüler olduğu görüşünü destekliyor.
Puşide tasvirlerine gelince, Konya İnce Minare Müzesi'ndeki 967 envanter numaralı şakayıklarla bezenmiş sanduka, 5818 envanter numaralı rozet çiçekleriyle bezenmiş sanduka, İstanbul Ferhat Paşa Türbesi'nden çintemani motifleriyle bezenmiş 1001 (1592 M.) tarihli İbrahim Bey sandukası 16. yüzyılda, İstanbul Eyüpsultan'daki Cafer Paşa Türbesi'ndeki Cafer Paşanın oğlu ve Hatice Binti Mehmed isimli bir hanıma ait sandukalar ise 17. yüzyılda bitkisel bezemeler ve çintemani motifleriyle süslenmiş puşideler yapılmış olduğunu gösteriyor. Gerek bu parçalar, gerek Eyüpsultan Sıbyan Mektebi Haziresi'ndeki 17. yüzyıla tarihlenen Mehmed Bey sandukası ve Mihrişah Sultan İmareti Haziresi'ndeki isimsiz sanduka çintemani motifleriyle yapılmış süslemelerin 17. yüzyıldaki boyutuna işaret ediyor. Bütün bu örnekler, hem puşidelerde seçilen konular hem puşidelerin kompozisyon çeşitlemelerini sergilemeleri hem de klasik dönemden günümüze hiç puşide ulaşmamış olması açısından değer arzediyor. İlgi çeken bir başka örnekse, Eyüpsultan Zal Mahmud Paşa Camii Haziresi'nin köşesindeki 1218 (1803 M.) tarihli şahidedir. Ali Baş'a ait olan bu mezar taşında bir sayeban tasarımı yer alıyor.
Osmanlı Dönemi'nde işlemeler, saray ve saray dışı (ev, çarşı, ordu, tekke, okul) olmak üzere iki çevrede yapılıyordu. İşleme sanatı belli bir zümrenin değil, herkesin fayda sağladığı, estetik haz duyduğu bir sanat dalı olarak uygulanıyordu. 16-18. yüzyıllar arasında Türk işleme ustalarına batılılar önem veriyordu. Macarlarca "Bulya" olarak isimlendirilen işlemeciler, şatodan şatoya gidip işleme yapıyor ve Macar asillerinin eşlerine işlemeci "bulyalar" armağan ediyorlardı. Günümüze ulaşan işlemelerin yanı sıra bazı belgeler, yazılı kaynaklar, yerli-yabancı sanatçıların yapmış oldukları minyatürler, gravürler, sulu boya ve yağlı boya resimler, fotoğraflar ve bazı mezar taşlarındaki tasvirler, bu dönem işlemelerinin yapıldığı merkezler, toplumdaki yeri, önemi, işlevi ve plastik değerleri konusunda bizlere bilgi veriyor. Mesela; 19. yüzyılda Allom'un çizdiği "Yerebatan Sarnıcı'ndaki Metal İplik Çekicileri", şimkeşhaneden sonra bu sarnıcın da iplik üretiminde kullanıldığını gösteriyor.
Mezar taşı bile işleniyor
Yazılı kaynaklar ve gravür, minyatür, resim vb. gibi örnekler dışında ilgi çeken bir grup işleme tasvirine de mezar taşlarında rastlanıyor. Ya şahideyi taçlayan başlık veya sandukayı örten puşide biçiminde tasarlanmış bu örnekler arasında, 16. yüzyıldan Konya Mevlana Dergahı'ndaki Kuyucu Murat Paşa'nın kızı Fatma Hanım'a ait olduğu düşünülen sandukayı taçlayan fes palmet motifleriyle, İstanbul Sokollu Türbesi'ndeki Safiye Hanım'ın sandukasını taçlayan fes küpe motifleriyle 'kaşbastı' olarak isimlendirilen işlemeli bantların fesleri bezemek için de kullanılmış olabileceğini akla getiriyor.
Eyüpsultan Sıbyan Mektebi Haziresi'nde bulunan ve 17. yüzyıl sonu 18. yüzyıl başına tarihlenebilecek bir başka başlıksa, kavuk örtüsü olarak hazırlanan örtünün, yalnız kavuğu tozdan korumak amacıyla değil, aynı zamanda yüksek silindirik külahları bezemek amacıyla tasarlanmış örtüler olduğu görüşünü destekliyor.
Puşide tasvirlerine gelince, Konya İnce Minare Müzesi'ndeki 967 envanter numaralı şakayıklarla bezenmiş sanduka, 5818 envanter numaralı rozet çiçekleriyle bezenmiş sanduka, İstanbul Ferhat Paşa Türbesi'nden çintemani motifleriyle bezenmiş 1001 (1592 M.) tarihli İbrahim Bey sandukası 16. yüzyılda, İstanbul Eyüpsultan'daki Cafer Paşa Türbesi'ndeki Cafer Paşanın oğlu ve Hatice Binti Mehmed isimli bir hanıma ait sandukalar ise 17. yüzyılda bitkisel bezemeler ve çintemani motifleriyle süslenmiş puşideler yapılmış olduğunu gösteriyor. Gerek bu parçalar, gerek Eyüpsultan Sıbyan Mektebi Haziresi'ndeki 17. yüzyıla tarihlenen Mehmed Bey sandukası ve Mihrişah Sultan İmareti Haziresi'ndeki isimsiz sanduka çintemani motifleriyle yapılmış süslemelerin 17. yüzyıldaki boyutuna işaret ediyor. Bütün bu örnekler, hem puşidelerde seçilen konular hem puşidelerin kompozisyon çeşitlemelerini sergilemeleri hem de klasik dönemden günümüze hiç puşide ulaşmamış olması açısından değer arzediyor. İlgi çeken bir başka örnekse, Eyüpsultan Zal Mahmud Paşa Camii Haziresi'nin köşesindeki 1218 (1803 M.) tarihli şahidedir. Ali Baş'a ait olan bu mezar taşında bir sayeban tasarımı yer alıyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.