Bu haftaki "haftanın sohbeti"nde Mehmet Emin Koç'un sorularını cevaplandıran BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, mensubu bulunduğu Türk milletine olan sarsılmaz inancının sebeplerini anlattı. Hemen her meydan mitinglerinde ev hanımları için dile getirdiği emeklilik müjdesinin kaynağı hakkında bilgi verdi.
n Hocam, siz her zaman "milletimiz altın gibidir. Altın çamura düşmekle mangır olmaz" dersiniz. Sizdeki bu temel kanaat nasıl oluştu? Kanaatimizce, sizde bu inancı oluşturan bazı hatıralar var ki böyle diyorsunuz. Bu hatıralardan biraz bahseder misiniz?
Prof. Dr. Haydar Baş- Benim temelde ölçü olarak kabul ettiğim kendi çevremdir, cemiyetimdir, ilçemdir, ilimdir. Yani okula giderken gerek arkadaşlarımız arasındaki münasebetlerimiz, aileler arasındaki münasebetler, cemiyetler-dernekler olarak münasebetlerin hepsi belli esaslar üzerine bina edilmiştir. Herkes aynı gelenekten, töreden beslenip büyüyen insanlar. Mesela mahallede top koşturduğunuz arkadaşınız, kesme bayrak, esir alma, köşe kapmaca diye isimlendirilen oyunlardaki arkadaşlarınızın hepsi Ayşe teyzenin, Fatma ninenin, Emine ablanın çocuklarıdır. Bir zaman sonra hayat şartlarını değerlendirme bakımından tercihler belli bir esasa oturuyor. Buradan hareketle sanki o bizim mahallede top koşturduğumuz, köşe kapmaca oynadığımız, beraber sohbet ettiğimiz, her gün aynı havayı teneffüs ettiğimiz insan gitmiş, farklı bir insan gelmiş oluyor.
1980 öncesi
ödenen acı fatura
1980'den önceki günlerde, aynı caddede yürüyen, aynı okulda okuyan, aynı camide namaz kılan, aynı sohbet yerlerinde biraraya gelen arkadaşlar, öyle oldu ki, camisi ayrıldı, mahallesi ayrıldı, sokağı ayrıldı, bir noktaya taşındı.
n İnsanlar evlerinden helalleşerek çıkarlardı.
Prof. Dr. Haydar Baş- İşin başka bir tarafı yine o insan belki bazılarının sözcülüğünü bulunduğu yerde yapıyor ama aslında duygusu, inancı, düşüncesi, temaları senin çocuklukta tanıdığın arkadaşı çağrıştırıyor. Ama birileri gelmiş, saflığından istifade ile onu farklı kulvarlara çekmiş, birbirine hasım etmiş. 1980 öncesi Türk milleti bunun çok acı faturasını ödedi. 5 binin üzerinde evladını kaybetti. Nerede ise iç savaş olacaktı. 12 Eylül Cumhuriyeti koruma ve kollama harekâtı oldu. "Geldi, müdahale etti" diyorlar. Hadiselerin içinden gelen bir insan olarak o günleri ben çok iyi biliyorum. İşyerine biri ruhsatlı, diğeri ruhsatsız iki tabanca ile giderdim. Gün yok ki, Trabzon'da cinayet işlenmesin. 1980'in son üç ayı her Allah'ın günü Karadeniz bölgesinde bir kaç kişi, Türkiye'de 30-60 arası insan ölüyordu. Sağ-sol adı altında ülke kamplara bölünmüştü.
Nuri Aydın örneği
O zaman şu anda Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başkanı, çok sevdiğim Nuri Aydın arkadaşım, Allah rahmet eylesin, eski Meydan Camii imamı merhum Cafer hocamızın oğludur. Biz, onunla 12 Eylül harekâtına kadar tanışmıyorduk. Ama o beni duyuyordu, ben de onu duyuyordum. O, sol gençliğin başında, çok uç noktada bir insan diye bilinirdi. Dinden uzak, Allah'ı bilmez, eli silahlı, külahlı bir insan modeli önünüze korlardı. Ama bir bakıyorsunuz ki hiç öyle değildi. Pamuk gibi bir insan, ipek gibi bir kalbi var. Onunla 12 Eylül'de hasbelkader Boztepe'de biraraya geldik. Sağdan, soldan arkadaşlar, "bu koğuşa bir başkan lazım" dediler. Ama solcu arkadaşlar, sağcılara, "Biz sizin önderliğinizi kabul etmeyiz" dediler. Sağcılar da solculara dediler. "Ne yapalım? Burada Haydar hoca var. Adildir, dürüsttür. Onu seçelim" dediler. Beni demokratik yolla koğuş başkanı seçtiler. Her gün çok güzel anılarımız oldu. Bilinen, anlatılan solun dini yoktur. Ama biz orada oturduk, sohbet ettik, baktık ki dışarıda aynı mahallede oturduğum arkadaşım, benim gibi olmasına rağmen aramıza öyle perdeler konmuş ki o şekilde tanıtılmış. Bizim Nuri de öyle tanıtıldı. Ama içeride onunla çok yakın beraberliğimiz oldu. Onun beni çok iyi tanıma imkanı oldu. Benim onu çok iyi tanıma imkanım oldu. Sağlam bir insan, dürüst bir karakterdi. Aramızda bir gönül yakınlığı da oldu. Bir gün ben abdest alıyorum. Yanıma geldi. "Hoca! Hiç direnmenize gerek yok. Biz Türkiye'de komünist ihtilali yapacağız" dedi. İlk defa, "burada herşey söylenir" kabilinden aldım. İkinci defa dedi. Ücüncü defa deyince, ben tam aynanın yanındayım. "Nuri! Bak! Senden gâvur olmaz. Yüzüne baksana! Nur topu gibi bir adamsın" dedim. O ana kadar bunu şaka vari bana söyleyen arkadaş bir durakladı. Sanki manen bir silkindi. "Yahu hoca! Vallahi senin gibi bize böyle yakınlık gösteren olsaydı bu kadar hadise kesinlikle cereyan etmeyecekti. Biz bu yakınlığı arıyorduk" dedi. Koğuşta cemaatle namaz da kılıyorduk. Bir sabah namazı vakti baktım, "Şol cennetin ırmakları / Akar Allah deyu deyu" ilahisini okuyor. Çok da yanık bir sesle okuyor. İçerinin de hasretini dışarıya vuruyor. Uyandım, baktım sesin sahibi Nuri Aydın. "Nuri sen misin?" dedim. "Evet hoca! Biz de inanıyoruz" dedi. "Benim bunda bir kuşkum yok. Sana zaten söyledim" dedim. Kısaca şunu demek istiyorum: Bu milletin solu, sağı hepsi aynı Allah'a inanan insandır. Mesela yine Giresun'dayım. Hem soldan, hem sağdan arkadaşlar var. İnanın o kadar mutazarrır olmuşlar ki "Kim bizi bu hale soktu?" diye herkes ıstırap içindeydi. Yani ülkenin birileri tarafından bu noktaya sürüklenmesi, hele hele yapı taşları çok sağlam olmasına rağmen bu kadar evsaflı olmasına rağmen bu noktaya sürüklenmesi ne kolay hazmedilebilir, ne kolay anlatılabilir.
Dinlererası Diyalog, fitne faaliyetidir
Dikkat ederseniz bendenizin 1980 sonrası başlattığı hareket birlik hareketidir. Çünkü çeşitli mekanlarda, sohbetlerde, toplantılarda, zamanlarda baktım ki hangi kesimden, kurumdan, düşünce sahibi insanlar olursa olsun benden farkı yok. Fark nerede? Herkes inanç itibariyle aynı ama kimisi ucundan uttuyor, ama tutuyor, kimi sarılmış tutuyor. Kısaca herkes bu milletin, bu devletin, bu vatanın evladı. Gerçekten de Türk milletinin geçmişine baktığınız zaman İslam dinine bizim kadar hizmet eden ikinci bir millet yok. Cenab-ı Peygamber Efendimizin kavmi de buna dahil. İslam'ın bayraktarlığını yapan bu millettir. Dünyaya adaleti, insanlığı tanıtan bu millettir. İnsan haklarını doya doya yaşatan gene Türk milletidir. Şimdi bu kadar güçlü ve cesametli ağaçtan zehirli bir fidan çıkacak; ben bunu kabul etmiyorum. Benim temel dayanağım budur. Bunda % 500-1000 haklıyım. "Ama efendim, işte o var, bu var" denilebilir. Alparslan cennetmekân Anadolu'ya girerken, Romen Diyojen ordusuyla savaş 'esnasında, 40 bin cengaver, 10 bin de ağzı dualı dervişan varmış. Yani bir tarafta cenk ediyor, bir tarafta da Allah'a niyaz ediyorlar. Herşey içiçe. Bizim Yeniçeri ocağı da budur. Yeniçeri ocağında çok ciddi bir manevi disiplin bulursunuz. Demek istediğim maneviyata bulaşmamış, yoğrulmamış hiç bir kurum yok. 1071'de Anadolu'ya böyle giriliyor. Anadolu'da bugün ifsad ettikleri Ermeniler mesela Teb'ay-ı Sadıkadandı. Bizimle o kadar hemhal olmuşlardı ki bir çoğu Türklerin dinine geçmişlerdi. Rum'u, Süryani'si, Arap'ı, Keldani'si vardı. Anadolu coğrafyasında bunlar Türklük şemsiyesi altında idi. Arap, Boşnak, Süryani, Rum, Ermeni olmasına rağmen hiç bir zorlama olmadan hepsi "Ben Türküm" deme noktasına gelmişti. Bu mozaik o kadar güçlü örüldü ki Anadolu coğrafyasında yaşayan kim olursa olsun bu benliğin mahsulü idi. Sen, ben, Nuri, hepimiz aynıyız. Şimdi bu millete nifak sokmak durumunda olanlar önce bu milletin manevi kimliğiyle oynama hususunu teşhis ettiler. Çünkü bunları adam eden, Türk yapan bu dindi. "Burayı biz halledersek öteki tarafı rahatlıkla hallederiz" dediler. Farkındaysanız biz zamsan zaman diyalogun karşısına çıkıyoruz. Adamın dini ne olursa olsun. Beni onun dini ilgilendirmez. Farkındaysanız bizim bütün programlarımıza katılan, sevdiğimiz, saydığımız, sayın Sevgi Erenerol hanım kardeşimiz bir Hıristiyandır. Diyalogumuz fevkaladedir. Etkinliklerine biz hem parti olarak iştirak ederiz. Hiç bir ayrıcalığımız, gayrımız yoktur. Kendisine sorulabilir. Onun idin filandır. Beni ilgilendirmez. Allah ile kendi arasında. Ama bizim üzerinde durduğumuz nokta şudur: Madem bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin bölünmesine, parçalanmasına, azami derecede herkes benim kadar müsaade etmemesi lazım. Biz bunun üzerinde duruyoruz. Şimdi adam, seni, dininle şüpheli hale getirdikten sonra attığı ikinci adım "Sen Rum, Ermeni, Süryani değil misin?" sorusu oluyor. Seni Hıristiyan ettikten sonra "İyi bir Rum oldun" diyor. Bunlar mevsuk. Ben âfâki konuşmuyorum. Ondan sonraki adımlar kolay. Benliğini, Müslüman Türk kimliğini sana unutturdu mu ondan sonrası kolay. Ondan sonrası "Sen Rumsun, sen Ermenisin, burası Türklere ait değil"dir. "Peki kime ait?" "Sen Rumsun ya sana ait, Ermeniye ait." Böylece yapılmak istenen iş aslında "biz anlamıyoruz" ayağına yatıp, hakikatte çok iyi anladıkları halde ülkeyi bölmektir, parçalamaktır; biz şahsen buna karşıyız. Şu anda karşıyım, her anda da karşı olacağım. Biz, bir milletiz. Bu milleti ayıran, bölüp parçalamaya çalışanlar kim ne dersin haindir. "Efendim! Bizim meşrep, mezhep ayrılığımız olmayacak mı?" Elbette olacak. Bu bir zenginlik. Nasıl ki senin iki gözün, burnun, iki kulağın, ağzın, ellerin, ayakların var; bu, bunun gibidir. Toplumdaki dernekler, cemiyetler, sivil toplum kurumları, mezhebi, meşrebi toplumun bir tarafını teşkil ediyor.
n Hocam, siz her zaman "milletimiz altın gibidir. Altın çamura düşmekle mangır olmaz" dersiniz. Sizdeki bu temel kanaat nasıl oluştu? Kanaatimizce, sizde bu inancı oluşturan bazı hatıralar var ki böyle diyorsunuz. Bu hatıralardan biraz bahseder misiniz?
Prof. Dr. Haydar Baş- Benim temelde ölçü olarak kabul ettiğim kendi çevremdir, cemiyetimdir, ilçemdir, ilimdir. Yani okula giderken gerek arkadaşlarımız arasındaki münasebetlerimiz, aileler arasındaki münasebetler, cemiyetler-dernekler olarak münasebetlerin hepsi belli esaslar üzerine bina edilmiştir. Herkes aynı gelenekten, töreden beslenip büyüyen insanlar. Mesela mahallede top koşturduğunuz arkadaşınız, kesme bayrak, esir alma, köşe kapmaca diye isimlendirilen oyunlardaki arkadaşlarınızın hepsi Ayşe teyzenin, Fatma ninenin, Emine ablanın çocuklarıdır. Bir zaman sonra hayat şartlarını değerlendirme bakımından tercihler belli bir esasa oturuyor. Buradan hareketle sanki o bizim mahallede top koşturduğumuz, köşe kapmaca oynadığımız, beraber sohbet ettiğimiz, her gün aynı havayı teneffüs ettiğimiz insan gitmiş, farklı bir insan gelmiş oluyor.
1980 öncesi
ödenen acı fatura
1980'den önceki günlerde, aynı caddede yürüyen, aynı okulda okuyan, aynı camide namaz kılan, aynı sohbet yerlerinde biraraya gelen arkadaşlar, öyle oldu ki, camisi ayrıldı, mahallesi ayrıldı, sokağı ayrıldı, bir noktaya taşındı.
n İnsanlar evlerinden helalleşerek çıkarlardı.
Prof. Dr. Haydar Baş- İşin başka bir tarafı yine o insan belki bazılarının sözcülüğünü bulunduğu yerde yapıyor ama aslında duygusu, inancı, düşüncesi, temaları senin çocuklukta tanıdığın arkadaşı çağrıştırıyor. Ama birileri gelmiş, saflığından istifade ile onu farklı kulvarlara çekmiş, birbirine hasım etmiş. 1980 öncesi Türk milleti bunun çok acı faturasını ödedi. 5 binin üzerinde evladını kaybetti. Nerede ise iç savaş olacaktı. 12 Eylül Cumhuriyeti koruma ve kollama harekâtı oldu. "Geldi, müdahale etti" diyorlar. Hadiselerin içinden gelen bir insan olarak o günleri ben çok iyi biliyorum. İşyerine biri ruhsatlı, diğeri ruhsatsız iki tabanca ile giderdim. Gün yok ki, Trabzon'da cinayet işlenmesin. 1980'in son üç ayı her Allah'ın günü Karadeniz bölgesinde bir kaç kişi, Türkiye'de 30-60 arası insan ölüyordu. Sağ-sol adı altında ülke kamplara bölünmüştü.
Nuri Aydın örneği
O zaman şu anda Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başkanı, çok sevdiğim Nuri Aydın arkadaşım, Allah rahmet eylesin, eski Meydan Camii imamı merhum Cafer hocamızın oğludur. Biz, onunla 12 Eylül harekâtına kadar tanışmıyorduk. Ama o beni duyuyordu, ben de onu duyuyordum. O, sol gençliğin başında, çok uç noktada bir insan diye bilinirdi. Dinden uzak, Allah'ı bilmez, eli silahlı, külahlı bir insan modeli önünüze korlardı. Ama bir bakıyorsunuz ki hiç öyle değildi. Pamuk gibi bir insan, ipek gibi bir kalbi var. Onunla 12 Eylül'de hasbelkader Boztepe'de biraraya geldik. Sağdan, soldan arkadaşlar, "bu koğuşa bir başkan lazım" dediler. Ama solcu arkadaşlar, sağcılara, "Biz sizin önderliğinizi kabul etmeyiz" dediler. Sağcılar da solculara dediler. "Ne yapalım? Burada Haydar hoca var. Adildir, dürüsttür. Onu seçelim" dediler. Beni demokratik yolla koğuş başkanı seçtiler. Her gün çok güzel anılarımız oldu. Bilinen, anlatılan solun dini yoktur. Ama biz orada oturduk, sohbet ettik, baktık ki dışarıda aynı mahallede oturduğum arkadaşım, benim gibi olmasına rağmen aramıza öyle perdeler konmuş ki o şekilde tanıtılmış. Bizim Nuri de öyle tanıtıldı. Ama içeride onunla çok yakın beraberliğimiz oldu. Onun beni çok iyi tanıma imkanı oldu. Benim onu çok iyi tanıma imkanım oldu. Sağlam bir insan, dürüst bir karakterdi. Aramızda bir gönül yakınlığı da oldu. Bir gün ben abdest alıyorum. Yanıma geldi. "Hoca! Hiç direnmenize gerek yok. Biz Türkiye'de komünist ihtilali yapacağız" dedi. İlk defa, "burada herşey söylenir" kabilinden aldım. İkinci defa dedi. Ücüncü defa deyince, ben tam aynanın yanındayım. "Nuri! Bak! Senden gâvur olmaz. Yüzüne baksana! Nur topu gibi bir adamsın" dedim. O ana kadar bunu şaka vari bana söyleyen arkadaş bir durakladı. Sanki manen bir silkindi. "Yahu hoca! Vallahi senin gibi bize böyle yakınlık gösteren olsaydı bu kadar hadise kesinlikle cereyan etmeyecekti. Biz bu yakınlığı arıyorduk" dedi. Koğuşta cemaatle namaz da kılıyorduk. Bir sabah namazı vakti baktım, "Şol cennetin ırmakları / Akar Allah deyu deyu" ilahisini okuyor. Çok da yanık bir sesle okuyor. İçerinin de hasretini dışarıya vuruyor. Uyandım, baktım sesin sahibi Nuri Aydın. "Nuri sen misin?" dedim. "Evet hoca! Biz de inanıyoruz" dedi. "Benim bunda bir kuşkum yok. Sana zaten söyledim" dedim. Kısaca şunu demek istiyorum: Bu milletin solu, sağı hepsi aynı Allah'a inanan insandır. Mesela yine Giresun'dayım. Hem soldan, hem sağdan arkadaşlar var. İnanın o kadar mutazarrır olmuşlar ki "Kim bizi bu hale soktu?" diye herkes ıstırap içindeydi. Yani ülkenin birileri tarafından bu noktaya sürüklenmesi, hele hele yapı taşları çok sağlam olmasına rağmen bu kadar evsaflı olmasına rağmen bu noktaya sürüklenmesi ne kolay hazmedilebilir, ne kolay anlatılabilir.
Dinlererası Diyalog, fitne faaliyetidir
Dikkat ederseniz bendenizin 1980 sonrası başlattığı hareket birlik hareketidir. Çünkü çeşitli mekanlarda, sohbetlerde, toplantılarda, zamanlarda baktım ki hangi kesimden, kurumdan, düşünce sahibi insanlar olursa olsun benden farkı yok. Fark nerede? Herkes inanç itibariyle aynı ama kimisi ucundan uttuyor, ama tutuyor, kimi sarılmış tutuyor. Kısaca herkes bu milletin, bu devletin, bu vatanın evladı. Gerçekten de Türk milletinin geçmişine baktığınız zaman İslam dinine bizim kadar hizmet eden ikinci bir millet yok. Cenab-ı Peygamber Efendimizin kavmi de buna dahil. İslam'ın bayraktarlığını yapan bu millettir. Dünyaya adaleti, insanlığı tanıtan bu millettir. İnsan haklarını doya doya yaşatan gene Türk milletidir. Şimdi bu kadar güçlü ve cesametli ağaçtan zehirli bir fidan çıkacak; ben bunu kabul etmiyorum. Benim temel dayanağım budur. Bunda % 500-1000 haklıyım. "Ama efendim, işte o var, bu var" denilebilir. Alparslan cennetmekân Anadolu'ya girerken, Romen Diyojen ordusuyla savaş 'esnasında, 40 bin cengaver, 10 bin de ağzı dualı dervişan varmış. Yani bir tarafta cenk ediyor, bir tarafta da Allah'a niyaz ediyorlar. Herşey içiçe. Bizim Yeniçeri ocağı da budur. Yeniçeri ocağında çok ciddi bir manevi disiplin bulursunuz. Demek istediğim maneviyata bulaşmamış, yoğrulmamış hiç bir kurum yok. 1071'de Anadolu'ya böyle giriliyor. Anadolu'da bugün ifsad ettikleri Ermeniler mesela Teb'ay-ı Sadıkadandı. Bizimle o kadar hemhal olmuşlardı ki bir çoğu Türklerin dinine geçmişlerdi. Rum'u, Süryani'si, Arap'ı, Keldani'si vardı. Anadolu coğrafyasında bunlar Türklük şemsiyesi altında idi. Arap, Boşnak, Süryani, Rum, Ermeni olmasına rağmen hiç bir zorlama olmadan hepsi "Ben Türküm" deme noktasına gelmişti. Bu mozaik o kadar güçlü örüldü ki Anadolu coğrafyasında yaşayan kim olursa olsun bu benliğin mahsulü idi. Sen, ben, Nuri, hepimiz aynıyız. Şimdi bu millete nifak sokmak durumunda olanlar önce bu milletin manevi kimliğiyle oynama hususunu teşhis ettiler. Çünkü bunları adam eden, Türk yapan bu dindi. "Burayı biz halledersek öteki tarafı rahatlıkla hallederiz" dediler. Farkındaysanız biz zamsan zaman diyalogun karşısına çıkıyoruz. Adamın dini ne olursa olsun. Beni onun dini ilgilendirmez. Farkındaysanız bizim bütün programlarımıza katılan, sevdiğimiz, saydığımız, sayın Sevgi Erenerol hanım kardeşimiz bir Hıristiyandır. Diyalogumuz fevkaladedir. Etkinliklerine biz hem parti olarak iştirak ederiz. Hiç bir ayrıcalığımız, gayrımız yoktur. Kendisine sorulabilir. Onun idin filandır. Beni ilgilendirmez. Allah ile kendi arasında. Ama bizim üzerinde durduğumuz nokta şudur: Madem bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin bölünmesine, parçalanmasına, azami derecede herkes benim kadar müsaade etmemesi lazım. Biz bunun üzerinde duruyoruz. Şimdi adam, seni, dininle şüpheli hale getirdikten sonra attığı ikinci adım "Sen Rum, Ermeni, Süryani değil misin?" sorusu oluyor. Seni Hıristiyan ettikten sonra "İyi bir Rum oldun" diyor. Bunlar mevsuk. Ben âfâki konuşmuyorum. Ondan sonraki adımlar kolay. Benliğini, Müslüman Türk kimliğini sana unutturdu mu ondan sonrası kolay. Ondan sonrası "Sen Rumsun, sen Ermenisin, burası Türklere ait değil"dir. "Peki kime ait?" "Sen Rumsun ya sana ait, Ermeniye ait." Böylece yapılmak istenen iş aslında "biz anlamıyoruz" ayağına yatıp, hakikatte çok iyi anladıkları halde ülkeyi bölmektir, parçalamaktır; biz şahsen buna karşıyız. Şu anda karşıyım, her anda da karşı olacağım. Biz, bir milletiz. Bu milleti ayıran, bölüp parçalamaya çalışanlar kim ne dersin haindir. "Efendim! Bizim meşrep, mezhep ayrılığımız olmayacak mı?" Elbette olacak. Bu bir zenginlik. Nasıl ki senin iki gözün, burnun, iki kulağın, ağzın, ellerin, ayakların var; bu, bunun gibidir. Toplumdaki dernekler, cemiyetler, sivil toplum kurumları, mezhebi, meşrebi toplumun bir tarafını teşkil ediyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.