Abdullah Öcalan’ın İmralı’da her gün tansiyonu, nabzı ölçülüyor, bir rahatsızlığının olup olmadığı İmralı’da görevli doktor tarafından soruluyor. Avrupa’dan heyet gelip koşulların uygun olup olmadığını denetliyor. En ince ayrıntısına kadar her şey lüks hale getiriliyor.
Silivri cezaevinde ise insanlar içeriye sağlam giriyor, dışarıya cenazeleri çıkıyor.
Cezaevinde iyi bakılan kişi, bebek katili, vatan haini, terörist başı gibi sıfatlarla anılan, üstelik hakkında idam kararı verilmiş (her ne hikmetse tam da o sırada ülkemizde idam cezası kaldırılıyor) biri… Silivri şartlarında yaşayanlar ise henüz suçlu oldukları kesinleşmemiş ki bu durumda masum oldukları farz ve kabul edilmeli, bir çoğu yıllardır cezaevinde yatan, hayatlarını vatan savunmasına adamış, teğmen rütbesinden Genel Kurmay Başkanlığı görevi ifa etmiş şahıslara kadar onlarca Türk subayı, gazeteci, bilim adamı, işadamı… Bu işte bir yanlışlık var!
Henüz suçluluğu ispat edilmemiş bu insanlar, yargılanmak üzere çocuklarının ve eşlerinin gözleri önünde, gecenin bir vakti, yaka paça evlerinden alınıp yıllardır cezaevinde tutulurken, diğer taraftan dağdan bin bir pazarlıkla inen teröristlerin ayağına devletin hakim ve savcıları gönderiliyor ve bu teröristler yıldırım hızıyla affediliyor. Bu işte bir yanlışlık var!
Bu gün tutuklu bulunan Türk Subaylarının birçoğu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde en üst seviyede yöneticilik yapmış kimselerdir. Hepsi de terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak gibi suçlardan yargılanmaktadır. En son, eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, Genel Kurmay Başkanlığı görevini ifa ettiği dönem için terör örgütü başkanlığı ile yargılanmaktadır.
Bu insanların yöneticilik yaptığı yer bellidir: Türk Silahlı Kuvvetleri! Bunları duyunca insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: “ bu insanların hepsi terör örgütü yönetiyorsa Türk Silahlı Kuvvetleri bir terör örgütü müdür? Tabi ki değildir! Bu işte bir yanlışlık var!
Peki, nedir bu?
Bunun ne olduğunu bilemem ama insanın aklına, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Afyonkarahisar kolordu dairesinde subaylara hitaben yaptığı konuşma gelmektedir. Bu konuşmanın bir bölümünü hatırlayalım;
“Efendiler,
…İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler... Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler...
…Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz...
…Malûm bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır”…
…Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır...”
Umarım ki bugün durum bu kadar vahim değildir.
Lakin bu işte çok yanlışlık var!
Silivri cezaevinde ise insanlar içeriye sağlam giriyor, dışarıya cenazeleri çıkıyor.
Cezaevinde iyi bakılan kişi, bebek katili, vatan haini, terörist başı gibi sıfatlarla anılan, üstelik hakkında idam kararı verilmiş (her ne hikmetse tam da o sırada ülkemizde idam cezası kaldırılıyor) biri… Silivri şartlarında yaşayanlar ise henüz suçlu oldukları kesinleşmemiş ki bu durumda masum oldukları farz ve kabul edilmeli, bir çoğu yıllardır cezaevinde yatan, hayatlarını vatan savunmasına adamış, teğmen rütbesinden Genel Kurmay Başkanlığı görevi ifa etmiş şahıslara kadar onlarca Türk subayı, gazeteci, bilim adamı, işadamı… Bu işte bir yanlışlık var!
Henüz suçluluğu ispat edilmemiş bu insanlar, yargılanmak üzere çocuklarının ve eşlerinin gözleri önünde, gecenin bir vakti, yaka paça evlerinden alınıp yıllardır cezaevinde tutulurken, diğer taraftan dağdan bin bir pazarlıkla inen teröristlerin ayağına devletin hakim ve savcıları gönderiliyor ve bu teröristler yıldırım hızıyla affediliyor. Bu işte bir yanlışlık var!
Bu gün tutuklu bulunan Türk Subaylarının birçoğu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde en üst seviyede yöneticilik yapmış kimselerdir. Hepsi de terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak gibi suçlardan yargılanmaktadır. En son, eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, Genel Kurmay Başkanlığı görevini ifa ettiği dönem için terör örgütü başkanlığı ile yargılanmaktadır.
Bu insanların yöneticilik yaptığı yer bellidir: Türk Silahlı Kuvvetleri! Bunları duyunca insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: “ bu insanların hepsi terör örgütü yönetiyorsa Türk Silahlı Kuvvetleri bir terör örgütü müdür? Tabi ki değildir! Bu işte bir yanlışlık var!
Peki, nedir bu?
Bunun ne olduğunu bilemem ama insanın aklına, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Afyonkarahisar kolordu dairesinde subaylara hitaben yaptığı konuşma gelmektedir. Bu konuşmanın bir bölümünü hatırlayalım;
“Efendiler,
…İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler... Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler...
…Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz...
…Malûm bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır”…
…Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır...”
Umarım ki bugün durum bu kadar vahim değildir.
Lakin bu işte çok yanlışlık var!
Hayrettin Kanlı / diğer yazıları