Global güçler tarafından oluşturulan karanlık gündeme dikkat çeken Prof. Dr. Haydar Baş, "Yapılacak olan, 'dereyi geçiyoruz, lütfen eteğimizdeki taşları atalım, birbirimizi itham etmeyelim' demektir. Aksi takdirde bu derenin ortasında boğulup kalırız. Ülke bölünür, millet bölünür, devlet yıkılır. Çıkar yolumuz bir ve beraber olmak ama bütün konularda" dedi.
Ülke olarak yine karanlıklarla dolu bir gündemin ortasındayız. Perde arkasında global güçler yine güzel ülkemiz üzerinde yepyeni oyunlarını tezgahlıyorlar. Bu kaos ortamında ne yapacağını şaşırmış millet akl-ı selim bir duruş, kafa karışıklığını giderecek bir izah, yol gösterecek bir lider bekliyor. Fakat ülkeyi yönetenler başta olmak üzere, diğer siyasiler ve medya maalesef bu duruştan fersah fersah uzaktalar. Hatta tezgahın içinde aktif rol oynayanları bile var. İşte böyle bir durumda her zamanki içtenliği, iradesi, duruşu, fikirleri ve çözüm yollarıyla bir isim dikkat çekiyor. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş. O olaylara milletin menfaati penceresinden bakıyor. Biz de duyarlı gazetecilik anlayışımız çerçevesinde değerli hocamızla bir söyleşi gerçekleştirdik. Eminiz, bu söyleşiyi okuduğunuzda yaşanan hadiselerin arka planını bir ayna gibi seyredeceksiniz. Tabii ki çözüm yollarını da?
Yeni Mesaj: Esasında pek de iç açıcı olmayan bir süreçten ülkemiz geçiyor. Önce kapatma davası ile başlayan süreci, şimdi Ergenekon meselesiyle birlikte her gün birçok açıklama görüyoruz. Ve adeta devletin kurumları arasında bir saflaşma, bir kamplaşma söz konusu. Bu bütün olup biten, bir kaç aydan beri süregelen bütün bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Tabii, bahsettiğiniz, tevci ettiğiniz soru, hakikaten Türkiye'nin bir kaos içerisine girdiğinin ve de sürekli şekilde Türk devletini ve milletini oluşturan yapısal taşların yerinden oynadığının, bunun sonucunda da hem devletin hem de milletin mutlaka zarar göreceğinin yaşandığı bir sürece girdiğimizi ifade ediyor. Şimdi böyle durumlarda, Selim Bey, kurumları yıpratmak, kurumları tek tek çökertmek yerine, devletin ali menfaatlerine olan yakınlıklarıyla birlikte ele alıp, bizim geleneğimizde olan mantıkla işin üzerine gidip, suç faile aittir ve faili ilzam eder, yani özneyi ilzam eder, özne için bu geçerlidir, bunun dışındakilerle alakası yoktur. Bir aile içerisinde de olsa budur, bir mahallede olsa budur, ne bileyim, ilde, ilçede olsa budur, devlette olsa budur. Ama bizde, bu çetecilik yasasıyla beraber öyle enteresan bir ağ kurulmak isteniyor ki, bu ağla birlikte ferdin şahsına ait suçlamalar, onun yakınında, mesela aile hayatında onunla beraber olanlara da atfedilmeye, itham edilmeye çalışılıyor. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Ve bir insan, hangi kurum ve kuruluşta olursa olsun, beşer olması münasebetiyle suçlardan ari olması da mümkün değildir. Bunu bir defa peşin olarak kabul etmek ve bu tespiti yapmak durumundayız. Şimdi ölçü olarak bu meseleyi, bu konularla, bu ölçüyle tartmaya kalktığımız zaman görüyoruz ki, biz, işlenen bir suç varsa, -ki şu anda yargı aşamasına intikal eden gerek parti kapatılması, gerek Ergenekon soruşturması- bunların tamamı bir mahkeme aşamasındadır. Doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Buna ne zaman karar vereceğiz biz doğruluk ya da yanlışlığına? Mahkemenin sonucunda karar vereceğiz veya verilen kararı öğreneceğiz.
Medya suçluları ilan etti bileŞimdi verilen karar ortada yok; gazete sütunlarına bakıyorsunuz, sanki kararlar verilmiş, ortada faillerin suçları infaz edilmiş, böyle bir görüntü kamuoyuna yansıtılıyor. Bunlar bilerek ve bilmeyerek o toplumu meydana getiren kurumları yok etme planıdır, programıdır, projesidir. Bizler bunu ne kadar inkar etmeye çalışırsak çalışalım, 'ne var canım, bununla bunun ne alakası var' demeye çalışırsak çalışalım, bunlardaki hedef, o toplumu, bu kurum devletse, devleti, orduysa, orduyu, aileyse, aileyi, efendim, adliyeyse adliyeyi çökertmeye matuf yönelişlerdir. Madem ki durum budur, bu kurum ve kuruluşların ortadan çıkması, millete yansıyacak, milleti ilzam edecek, millet varlığını ortadan yok edecek, o halde çok daha tedbirli, çok daha uzlaştırıcı bir yolla beraber, varsa suçlu yağdan kılı çeker gibi çekerek muhasebesini, hesaplaşmasını veya muhakeme edilmesini temin etmemiz lazım gelirken uygulanmakta olan yol bu değil. Ya ne oluyor, bilakis toplumları çökertecek, kurumları yok edecek bir mantıkla işin üzerine gitmek oluyor. A şahsı alındı, 'canım bu şahıs hangi kurumdandı?', 'filan kurumdan'. Bir de bakıyorsun halk arasına bir dedikodu sirayet ediyor: 'Canım bunlardan da bir şey olmazmış'. Şimdi dikkat ederseniz, 'Bulardan bir şey olmaz, bunlar da suç işliyormuş', 'Bunlar Cumhuriyetin temel dinamiklerini, korumak ve kollamakla mükellef, canım bunlar da suç işlemiş, demek asıl suçlu bunlarmış'...Şimdi, o şahsın varlığından hareketle, suç işlemiş olsa dahi, varılmak istenilen netice, o kurumu yok etmek mantığı. Bir anda oturdu. Oturdu mu oturmadı mı?Bakıyorsun, 'Zaten başta söylenmişti, bunların burnu sürtülecekti, bunlar süründürülecekti'. Şimdi buradan yola çıktığın zaman, yok olan ya da yok edilmek istenilen kurumlar, yarın vazifesini ifa edecek durumdan soyutlandığı zaman, milletin koruyucusu olan kalkanlar devreden çıkar ve bir anda bakarsınız, o millet unsuru yok olur gider. Acizane benim görebildiğim, Türkiye'de yapılmak istenen budur ve bu sonuca doğru, bu kulvara doğru Türkiye sokulmuştur. Türk milletinin iç siyaseti karar verdi de bu işler bunun için mi bu noktaya geldi? O da bir hikaye, öyle bir şey yok. Türkiye üzerinde emelleri olan global güçler önce bir tarafın zihniyetini deneyerek, daha doğrusu işine geldiği için o kulvardan yürüyerek o yolda gitti, şimdi de diyor ki, 'senin miadın tamamlandı, sana ihtiyacım yoktur'. Bir başkasını devreye koymak istiyor.
Saddam örneğini unutmayalımBurada uyanık olması durumunda olan, hem siyaset, hem de onu takip eden kamuoyudur. Bak onlar istediği zaman istediğini kullanabiliyor, istediğini yılan gömleğinden çıkarır gibi sıyırıp atabiliyor, adam düşünmez mi ki, 'yarın benim için de mukadder olan netice bu olacaktır'.Mesela Saddam'a uygulanan. Geldiler, onu başta şımarttılar, ele avuca sığmayan Saddam, bir anda Humeyni'ye savaş ilan etti. 9 yıl süren ve iki devlet ve milleti de aşağı yukarı heba noktasına getiren bir karanlığın içerisine soktular. Ve savaştılar. Ve hatta o günün şartlarında hatırlarsanız ben ne demiştim, 'Burada yapılmak istenilen, İran'ın şahsında İslam dünyasındaki ruhu yok etmektir.''Ha, canım bunlar Şii'dir, Sünni'dir', böyle bir şey yok. Değil mi ki, Humeyni'nin şahsında bir manevi varlığın oluşu söz konusudur, onun yokluğuyla beraber bu tamamen ortadan kalkacaktır. Bunlar psikolojik bir savaştır. 'Bunlar Sünni'dir, bunlar Şii'dir'... bunlar ayrı konu. Bunlar bizim iç meselemiz. Ama dış, global mantıkla baktığı zaman, İslam alemine açılan bir kapı haline gelmişti İran. Bunu, şimdi bu kapıyı kapatmak istiyor adam. 'Böyle bir alem yoktur, sakın ha, böyle bir düşünce kulvarına kimse girmesin, girdiği zaman onun kolunu kopartırım, kulağını kopartırım'... mesaj buydu. Ama İran öyle bir direnme yaptı ki, hatırlarsanız, dokuz sene bütün dünya güçlerinin silahlarına karşı direndi ve neticede baktık ki, hiçbiri, yani Saddam'ın şahsındaki o güç, İran'ı ortadan kaldıramadı. Şunu demek istiyorum, arkasında hepimizin bildiği o büyük malum güç, Saddam'ın sonunu getirdi. Önce onu kullandı, sonra çiğneyip posasını çöp tenekesine attı. Kendi elleriyle bir bayram sabahı da idam sehpasına gönderdi. O halde çok iyi düşünmek lazım, elin atına binen çok tez iner. Öyle çok devam etmez, gidemez.Yapılacak olan iş, madem ki biz, 'millet iradesi' diyoruz, o iradenin inisiyatifi istikametinde hayatımızı yönlendirmek, yoksa o iradeyi yönlendirmek değil.Sen aldığın talimatla iradeyi yönlendirmeye başlarsan Allah da yarın senin belanı verir. Adına ne kadar milli irade dersen de, o milletin iradesi değildir. Milletin iradesinden, Peygamberi çıkaramazsın, Kur'an'ı çıkaramazsın, örfü çıkaramazsın, adeti çıkaramazsın. Ama din adına senin yaşadığın ve yaşatmak istediğin onları çıkarmak, global anlayışla beraber bir Firavun dini, bir Karun dini vücuda getirmek. Ne diyor Allah (cc), 'O'nu Ben indirdim, O'nu muhafaza edecek olan mutlaka Benim'. Ha, şu veya bu sebebi devreye koyar... Rivayet edilir, Nemrut'un burnundan sinek girmiş, yanındaki muhafızlarına demiş ki, 'Şu topuzla beraber hele sırtımdan vurmaya başlayın'. Vurmuşlar, biraz daha hızlı, biraz daha hızlı... Bir sinek de onun gebermesinin bir neticesi olmuş, bilmem anlatabiliyor muyum?Yani Allah neyden neyi halkedecek onu kimse bilemez.Onun için milletin örfüyle, adetiyle, geleneğiyle, milletle oynanmaz. 'Ee, ben onu bir noktaya taşıyacağım'. Cumhuriyet döneminde taşımaya çalışmadılar mı? Peki, bu kadar eziyet, bu kadar cefa sonuç ne oldu? Hiç. Sen ona karşı olan bir zihniyet olarak siyaset yapıyorsun. Demek ki zorla güzellik olmuyor. Yani senin varlığın zorla güzelliğin olmadığını aslında en büyük ispatıdır. Ama kaderin hesabına bak ki sen de o kulvarda hesap içindesin. Şimdi uzun sözün kısası, bunlar hastalığın teşhisi. Tedavisi ne? Bu yollardan vazgeçmek lazım. Milleti bir ve beraber tutacak unsurlar etrafında gayret ve çalışma yapmak, artık fitneyi, kavgayı körüklemekten vazgeçmek ve de birlik nasıl olacak bunu öğretim görevlileriyle, sivil-toplum kanaat önderleriyle, tüccar kesimiyle, halkla... yediden yetmişe herkesle görüşmek lazım. Milletin müşterek unsurları var, onlar olmazsa olmazıdır milletin. Bu siyaset için de aynıdır, asker için de aynıdır, halk için de aynıdır, hamal için de aynıdır, benim için, senin için de aynıdır. Bunların etrafında milleti bir araya getirmemiz lazım. Sonra kabul etmemiz gerekir ki, şu anda millet bir kulvardan geçiyor. Buna bizde şu denir: 'Dereyi geçmek'. Şu anda kavga olmaz. Kavgayı bırakacağız. Bu, karanlık perdenin arkasında oluşacak olan aydınlık sabahlarda bir araya geleceğiz, herkes eteğindeki taşları yere dökecek. Ve diyecek ki, 'Benim şu yanlışım vardı. Senin de şu yanlışın vardı.' Yanlışın da bir defa, hem teşhisinde hem de tedavisinde millet olarak ittifak etmemiz lazım. 'Yok, benim dediğim o gün de doğruydu, bugün de doğrudur' dersek, bu işin sonu gelmez. Yapılacak olan, dediğim gibi, 'Bak, dereyi geçiyoruz, lütfen eteğimizdeki taşları atalım. Birbirimizi itham etmeyelim' demektir. Aksi takdirde ortasında boğulup kalırız. Ülke bölünür, millet bölünür, devlet yıkılır, altında da kim ne derse desin, kalacak olan bu millet olur. O halde, çıkar yolumuz bir ve beraber olmak ama bütün konularda. İhtilaflarımız dahi olsa, bunları göz ardı edip, intikam mantığıyla da değil, tedavi mantığıyla. İşte bu kaosu da geçtikten sonra, 'Bak, bunu geçtik ama, arkadaş sen de yanlış yaptın, ben de yanlış yaptım. Veya sen şu kadar, ben bu kadar. Şimdi doğrusu budur' üzerinde birleşmemiz lazım, diyorum efendim.
Yeni Mesaj: Muhterem Hocam, çok teşekkür ediyoruz, gerçekten çok çarpıcı, geleceğimize ve günümüze ışık tutan tespitleriniz oldu. İfadelerinizde bir şey dikkatimizi çekti, dış güçlerin Türkiye üzerinde oyunlar oynadığından da bahsettiniz, peki bu global güçler, dış güçler, ülkemiz üzerinde oyunlar kurarken bunu nasıl yapıyorlar? Prof. Dr. Haydar Baş: Şimdi siz bir güreşçi, sporcu olsanız, güreşirken rakibiniz nerenizi tutup yere devirmek ister sizi? Ya ayağınızı tutmak ister, ya kolunu vücuduna sararak çekip kafa üstü çakmak ister. Yani organlarınızdan bir tanesini alıp, eline geçirdiği kuvvetle oyununu uygulayarak sizi yere sermek ister. Ama mutlaka sizin bir tarafınızı tutması lazım. Yani havada gösteri yaparak bu işi yapamaz; o kendi kendine ne yaparsa yapsın, hiçbir şey yapamaz. İlla sizin bir tarafınıza dokunacak, sizinle irtibat kuracak ve bu irtibat sayesinde de sizi yere devirecek. Burada asıl hedef, milletin kendisidir. Yok edilmek istenen, devre dışı bırakılmak istenilen Türk milletidir, bunu kafamıza koyalım. Şu ana kadar bütün hastalıklar, bu millet için icat edildi. Dış güçler diyoruz ya, bunun tabii iç dünyada da refakatçileri de var.
Milleti ayakta tutan unsurlarBu millet kendi kendine de ayakta durmuyor. Milleti ayakta tutan bir takım unsurlar var. Bunlar olmazsa olmaz kurumlardır. Biri nedir bunun, ailedir. İkincisi nedir, devlettir. Üçüncüsü nedir, ordudur. Dördüncüsü nedir, adliyedir.Bakın, ailesiz bir millet olmaz, devletsiz bir millet olmaz, ordusuz bir millet olmaz, adliyesiz bir millet olmaz. Adalet kurumu olmadan millet de olmaz. Şimdi düşünün, bu sadece bizim için değil, bütün milletler için geçerlidir. Ordusu olmayan bir milleti kafanıza koyun veya devleti olmayan bir millet... var mı? Yok. Devleti zayıf, ordusu zayıf bi millet düşünün, o da yok. Biraz devam ediyor, bir de bakıyorsunuz sonunda, akamete mahkum oluyor. Kim o? Millet. Ha, o zaman oynanan oyun, aileye de olsa, devlete de olsa, orduya da olsa, adalet mekanizmasına da olsa kimedir bu oyun? Türk milletinedir.Yıllarca bu milletle oynandı. Fakat Cenab-ı Hakk'ın garip bir cilvesi var, enteresan da bir tecellisi var. Bu kadar oyun oynanmasına rağmen bu millet yerinde duruyor. Niye? Mesela devlet kurumuyla deprem çapında bir çalkalanması oldu. İhtilaller az iş değildir, kaç tane biz ihtilal geçirdik, yansıyan yansımayan. Yani devleti çatır çatır yıkmak istediler, belki bu işte fail olanlar da ne yaptığını, niçin yaptığını da bilmiyor, az evvel ne söyledik biz, çünkü bu depremler, bu işler dışarıdan hesap edilerek ülkenin içerisinde uygulanan projeler. Taa 1800'lü yıllarda, Hicaz Bölgesi'nde bunlar başladı. Önce kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, bir de baktık, o girdikleri bölgelerde ikili yakınlıklardan sonra oynadıkları din oldu, oynadıkları Osmanlı'nın saltanatı oldu, hilafeti oldu, onlarla beraber yola çıktılar, sonunda koskocaman yirmi milyon kilometrekarelik coğrafyadan elimizde kala kala 780 bin kilometrekare civarında bir toprak kaldı, bir coğrafya kaldı. Ne ile oldu bu? Önce dostluklarla. Geldiler, önce talim terbiye gördüler. Nerede? Bursa'da gördüler, İstanbul'da gördüler... Türkiye'nin eğitim-öğretim merkezlerinde, tekkelerinde, zaviyelerinde, dergahlarında, medreselerinde eğitildi bu adamlar, ondan sonra hem Anadolu'da, hem İslam coğrafyasının tamamında vazife gördüler. Hedef devletti, hedef milletti, hedef aile idi. Ve bununla çok güzel oynadılar. Şimdi eğer şu unsurlar, milleti muhafaza eden sayacağım bu unsurlar zarar görürse, iyi bilmiş olalım ki, millet kurumu zarar görür, millet ortadan çıkar. Nedir bu? Ailedir. Bak dikkat edin, uzun zamandan beri aile kurumumuzla oynanıyor. Neyi ile oynanıyor? Örfüyle, adetiyle, geleneğiyle.... Evvela ana ile baba arasındaki hukuka müdahale ettiler. Bunu yok etmeye çalıştılar. Efendim, serbestlik adı altında. Ben orta dereceli okullarda, liselerde çok hocalık yaptım, çocuk kalkardı, 'Bana ailem karışamaz' derdi. Öyle cevherler yumurtluyorlar ki, 'Bana kimse karışamaz'. 'Oğlum, kızım sen kim oluyorsun'. 'Sosyolojide bunun böyle olması lazım' diyor. Yani ilim olarak, eğitim olarak gördüğümüz, aldığımız, doğru diye kabul ettiklerimiz meğer bizi yok etmek için hazırlanmış projeler. Ve bu şekilde aile kurumuyla oynadılar. Ben aile kurumu çöktü demiyorum. Ama çok ciddi yara aldı. Ailesiz bir millet olur mu canım? Olamaz. Daha ne ile oynadılar? Devletle oynadılar, çeşitli yollarla. Oynamaya devam ediyorlar. Yani milleti istedikleri noktaya taşıyabilmek için onu koruyan ordusunu, adaletini temin eden mekanizmalarını ve de devletini, ailesini yok etmenin mücadelesi veriliyor. Ama şöyle, ama böyle.Yapılacak olan iş nedir, tamam bu teşhisimiz. Aile kurumunu, hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. Devleti hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. Orduyu hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. Adalet mekanizması hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. O takdirde ne olur, onların muhafaza ettiği millet, bütünlüğünü temin eder, kimliğini devam ettirir, kültüründe, sanatında, medeniyetinde ve dininde taviz vermeden hayatını yönlendirir. Bakın Batı'da o var, bu var ama kendilerine göre bir din var, kendilerine göre adetleri var, gelenekleri var. Ve bundan hiç de taviz vermiyorlar. Biz zannediyoruz ki çok açılımlı, çok demokrat insanlar ama o senin benim dediğim gibi değil, anladığımız gibi değil. O milleti muhafaza eden kurumları ve kuruluşları alabildiğine koruyacak, kollayacak yolda devam ediyorlar. Eğer bizim aydınlarımız Batı'yı örnek olarak almak istiyorlarsa, buradan hareketle en azından bunu yapsınlar. Hayır değil, gerçeğe ulaşıp 'böyle yapalım, gerçek budur' demek istiyorlarsa, o zaman hem aileyi, hem devleti, hem orduyu, hem adaleti korumakla mükellefiz. Niçin? Milletin devamı için.
Yeni Mesaj: Çevremizdeki insanlarla sohbet ettiğimiz zaman hep aynı şeyi söylüyorlar: 'Haydar Baş Bey her zaman her konuşmasında muhakkak çözümden bahsediyor'. Hakikaten Türkiye'de siyaset sürekli birbirini eleştirme, kavga mantığı üzerine yıllardan beri devam ediyor. O diyor ki, sen yanlışsın, o diyor bu yanlış... Biz sizi tanıdığımız 80'li yılların başından beri hangi konu olursa olsun her zaman siz, o gündelik dedikodu mantığındaki olayların dışına çıkarak, hep ısrarla, 'Çözüm bu olması lazım, şu yapılması lazım', meselelere hep çözüm açısından yaklaşıyorsunuz. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof. Dr. Haydar Baş: Gerek siyasilerimiz, gerek diğer toplum, kurum ve kuruluşlarımız bir defa kendisini imha edecek bir yola giriyor. Bu çok yanlış. Eğer beni ben yapan çözümüm varsa ben olmaya devam ederim. Beni ben yapan benlikten uzaklaştıracak bir yol varsa o zaman ben kendimden uzaklaşırım. Siyasilerimiz bir yola girmişler, oturuyorsun, konuşuyorsun, o yolun mantığını, felsefesini inkar ediyor, 'Bu yanlıştır' diyor, karşı çıkıyor; 'Bunun adına ateizm denir, bunun adına şu denir, bu denir' diyor, bir de bakıyorsun, alıyor onu harfiyen hayatına geçiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Şimdi bu bakışla siyaset yapan insanın nasıl çözümü olabilir ki? Ha söyle bana. Eleştirdiği dünyanın bakış açısıyla hayata bakıyor, gözlüğünü takıyor, ondan sonra da işin içerisine giriyor. Onun mantığı ne olur? Dedikodu mantığı olur, çözümü olamaz.
Ülke olarak yine karanlıklarla dolu bir gündemin ortasındayız. Perde arkasında global güçler yine güzel ülkemiz üzerinde yepyeni oyunlarını tezgahlıyorlar. Bu kaos ortamında ne yapacağını şaşırmış millet akl-ı selim bir duruş, kafa karışıklığını giderecek bir izah, yol gösterecek bir lider bekliyor. Fakat ülkeyi yönetenler başta olmak üzere, diğer siyasiler ve medya maalesef bu duruştan fersah fersah uzaktalar. Hatta tezgahın içinde aktif rol oynayanları bile var. İşte böyle bir durumda her zamanki içtenliği, iradesi, duruşu, fikirleri ve çözüm yollarıyla bir isim dikkat çekiyor. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş. O olaylara milletin menfaati penceresinden bakıyor. Biz de duyarlı gazetecilik anlayışımız çerçevesinde değerli hocamızla bir söyleşi gerçekleştirdik. Eminiz, bu söyleşiyi okuduğunuzda yaşanan hadiselerin arka planını bir ayna gibi seyredeceksiniz. Tabii ki çözüm yollarını da?
Yeni Mesaj: Esasında pek de iç açıcı olmayan bir süreçten ülkemiz geçiyor. Önce kapatma davası ile başlayan süreci, şimdi Ergenekon meselesiyle birlikte her gün birçok açıklama görüyoruz. Ve adeta devletin kurumları arasında bir saflaşma, bir kamplaşma söz konusu. Bu bütün olup biten, bir kaç aydan beri süregelen bütün bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş: Tabii, bahsettiğiniz, tevci ettiğiniz soru, hakikaten Türkiye'nin bir kaos içerisine girdiğinin ve de sürekli şekilde Türk devletini ve milletini oluşturan yapısal taşların yerinden oynadığının, bunun sonucunda da hem devletin hem de milletin mutlaka zarar göreceğinin yaşandığı bir sürece girdiğimizi ifade ediyor. Şimdi böyle durumlarda, Selim Bey, kurumları yıpratmak, kurumları tek tek çökertmek yerine, devletin ali menfaatlerine olan yakınlıklarıyla birlikte ele alıp, bizim geleneğimizde olan mantıkla işin üzerine gidip, suç faile aittir ve faili ilzam eder, yani özneyi ilzam eder, özne için bu geçerlidir, bunun dışındakilerle alakası yoktur. Bir aile içerisinde de olsa budur, bir mahallede olsa budur, ne bileyim, ilde, ilçede olsa budur, devlette olsa budur. Ama bizde, bu çetecilik yasasıyla beraber öyle enteresan bir ağ kurulmak isteniyor ki, bu ağla birlikte ferdin şahsına ait suçlamalar, onun yakınında, mesela aile hayatında onunla beraber olanlara da atfedilmeye, itham edilmeye çalışılıyor. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Ve bir insan, hangi kurum ve kuruluşta olursa olsun, beşer olması münasebetiyle suçlardan ari olması da mümkün değildir. Bunu bir defa peşin olarak kabul etmek ve bu tespiti yapmak durumundayız. Şimdi ölçü olarak bu meseleyi, bu konularla, bu ölçüyle tartmaya kalktığımız zaman görüyoruz ki, biz, işlenen bir suç varsa, -ki şu anda yargı aşamasına intikal eden gerek parti kapatılması, gerek Ergenekon soruşturması- bunların tamamı bir mahkeme aşamasındadır. Doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Buna ne zaman karar vereceğiz biz doğruluk ya da yanlışlığına? Mahkemenin sonucunda karar vereceğiz veya verilen kararı öğreneceğiz.
Medya suçluları ilan etti bileŞimdi verilen karar ortada yok; gazete sütunlarına bakıyorsunuz, sanki kararlar verilmiş, ortada faillerin suçları infaz edilmiş, böyle bir görüntü kamuoyuna yansıtılıyor. Bunlar bilerek ve bilmeyerek o toplumu meydana getiren kurumları yok etme planıdır, programıdır, projesidir. Bizler bunu ne kadar inkar etmeye çalışırsak çalışalım, 'ne var canım, bununla bunun ne alakası var' demeye çalışırsak çalışalım, bunlardaki hedef, o toplumu, bu kurum devletse, devleti, orduysa, orduyu, aileyse, aileyi, efendim, adliyeyse adliyeyi çökertmeye matuf yönelişlerdir. Madem ki durum budur, bu kurum ve kuruluşların ortadan çıkması, millete yansıyacak, milleti ilzam edecek, millet varlığını ortadan yok edecek, o halde çok daha tedbirli, çok daha uzlaştırıcı bir yolla beraber, varsa suçlu yağdan kılı çeker gibi çekerek muhasebesini, hesaplaşmasını veya muhakeme edilmesini temin etmemiz lazım gelirken uygulanmakta olan yol bu değil. Ya ne oluyor, bilakis toplumları çökertecek, kurumları yok edecek bir mantıkla işin üzerine gitmek oluyor. A şahsı alındı, 'canım bu şahıs hangi kurumdandı?', 'filan kurumdan'. Bir de bakıyorsun halk arasına bir dedikodu sirayet ediyor: 'Canım bunlardan da bir şey olmazmış'. Şimdi dikkat ederseniz, 'Bulardan bir şey olmaz, bunlar da suç işliyormuş', 'Bunlar Cumhuriyetin temel dinamiklerini, korumak ve kollamakla mükellef, canım bunlar da suç işlemiş, demek asıl suçlu bunlarmış'...Şimdi, o şahsın varlığından hareketle, suç işlemiş olsa dahi, varılmak istenilen netice, o kurumu yok etmek mantığı. Bir anda oturdu. Oturdu mu oturmadı mı?Bakıyorsun, 'Zaten başta söylenmişti, bunların burnu sürtülecekti, bunlar süründürülecekti'. Şimdi buradan yola çıktığın zaman, yok olan ya da yok edilmek istenilen kurumlar, yarın vazifesini ifa edecek durumdan soyutlandığı zaman, milletin koruyucusu olan kalkanlar devreden çıkar ve bir anda bakarsınız, o millet unsuru yok olur gider. Acizane benim görebildiğim, Türkiye'de yapılmak istenen budur ve bu sonuca doğru, bu kulvara doğru Türkiye sokulmuştur. Türk milletinin iç siyaseti karar verdi de bu işler bunun için mi bu noktaya geldi? O da bir hikaye, öyle bir şey yok. Türkiye üzerinde emelleri olan global güçler önce bir tarafın zihniyetini deneyerek, daha doğrusu işine geldiği için o kulvardan yürüyerek o yolda gitti, şimdi de diyor ki, 'senin miadın tamamlandı, sana ihtiyacım yoktur'. Bir başkasını devreye koymak istiyor.
Saddam örneğini unutmayalımBurada uyanık olması durumunda olan, hem siyaset, hem de onu takip eden kamuoyudur. Bak onlar istediği zaman istediğini kullanabiliyor, istediğini yılan gömleğinden çıkarır gibi sıyırıp atabiliyor, adam düşünmez mi ki, 'yarın benim için de mukadder olan netice bu olacaktır'.Mesela Saddam'a uygulanan. Geldiler, onu başta şımarttılar, ele avuca sığmayan Saddam, bir anda Humeyni'ye savaş ilan etti. 9 yıl süren ve iki devlet ve milleti de aşağı yukarı heba noktasına getiren bir karanlığın içerisine soktular. Ve savaştılar. Ve hatta o günün şartlarında hatırlarsanız ben ne demiştim, 'Burada yapılmak istenilen, İran'ın şahsında İslam dünyasındaki ruhu yok etmektir.''Ha, canım bunlar Şii'dir, Sünni'dir', böyle bir şey yok. Değil mi ki, Humeyni'nin şahsında bir manevi varlığın oluşu söz konusudur, onun yokluğuyla beraber bu tamamen ortadan kalkacaktır. Bunlar psikolojik bir savaştır. 'Bunlar Sünni'dir, bunlar Şii'dir'... bunlar ayrı konu. Bunlar bizim iç meselemiz. Ama dış, global mantıkla baktığı zaman, İslam alemine açılan bir kapı haline gelmişti İran. Bunu, şimdi bu kapıyı kapatmak istiyor adam. 'Böyle bir alem yoktur, sakın ha, böyle bir düşünce kulvarına kimse girmesin, girdiği zaman onun kolunu kopartırım, kulağını kopartırım'... mesaj buydu. Ama İran öyle bir direnme yaptı ki, hatırlarsanız, dokuz sene bütün dünya güçlerinin silahlarına karşı direndi ve neticede baktık ki, hiçbiri, yani Saddam'ın şahsındaki o güç, İran'ı ortadan kaldıramadı. Şunu demek istiyorum, arkasında hepimizin bildiği o büyük malum güç, Saddam'ın sonunu getirdi. Önce onu kullandı, sonra çiğneyip posasını çöp tenekesine attı. Kendi elleriyle bir bayram sabahı da idam sehpasına gönderdi. O halde çok iyi düşünmek lazım, elin atına binen çok tez iner. Öyle çok devam etmez, gidemez.Yapılacak olan iş, madem ki biz, 'millet iradesi' diyoruz, o iradenin inisiyatifi istikametinde hayatımızı yönlendirmek, yoksa o iradeyi yönlendirmek değil.Sen aldığın talimatla iradeyi yönlendirmeye başlarsan Allah da yarın senin belanı verir. Adına ne kadar milli irade dersen de, o milletin iradesi değildir. Milletin iradesinden, Peygamberi çıkaramazsın, Kur'an'ı çıkaramazsın, örfü çıkaramazsın, adeti çıkaramazsın. Ama din adına senin yaşadığın ve yaşatmak istediğin onları çıkarmak, global anlayışla beraber bir Firavun dini, bir Karun dini vücuda getirmek. Ne diyor Allah (cc), 'O'nu Ben indirdim, O'nu muhafaza edecek olan mutlaka Benim'. Ha, şu veya bu sebebi devreye koyar... Rivayet edilir, Nemrut'un burnundan sinek girmiş, yanındaki muhafızlarına demiş ki, 'Şu topuzla beraber hele sırtımdan vurmaya başlayın'. Vurmuşlar, biraz daha hızlı, biraz daha hızlı... Bir sinek de onun gebermesinin bir neticesi olmuş, bilmem anlatabiliyor muyum?Yani Allah neyden neyi halkedecek onu kimse bilemez.Onun için milletin örfüyle, adetiyle, geleneğiyle, milletle oynanmaz. 'Ee, ben onu bir noktaya taşıyacağım'. Cumhuriyet döneminde taşımaya çalışmadılar mı? Peki, bu kadar eziyet, bu kadar cefa sonuç ne oldu? Hiç. Sen ona karşı olan bir zihniyet olarak siyaset yapıyorsun. Demek ki zorla güzellik olmuyor. Yani senin varlığın zorla güzelliğin olmadığını aslında en büyük ispatıdır. Ama kaderin hesabına bak ki sen de o kulvarda hesap içindesin. Şimdi uzun sözün kısası, bunlar hastalığın teşhisi. Tedavisi ne? Bu yollardan vazgeçmek lazım. Milleti bir ve beraber tutacak unsurlar etrafında gayret ve çalışma yapmak, artık fitneyi, kavgayı körüklemekten vazgeçmek ve de birlik nasıl olacak bunu öğretim görevlileriyle, sivil-toplum kanaat önderleriyle, tüccar kesimiyle, halkla... yediden yetmişe herkesle görüşmek lazım. Milletin müşterek unsurları var, onlar olmazsa olmazıdır milletin. Bu siyaset için de aynıdır, asker için de aynıdır, halk için de aynıdır, hamal için de aynıdır, benim için, senin için de aynıdır. Bunların etrafında milleti bir araya getirmemiz lazım. Sonra kabul etmemiz gerekir ki, şu anda millet bir kulvardan geçiyor. Buna bizde şu denir: 'Dereyi geçmek'. Şu anda kavga olmaz. Kavgayı bırakacağız. Bu, karanlık perdenin arkasında oluşacak olan aydınlık sabahlarda bir araya geleceğiz, herkes eteğindeki taşları yere dökecek. Ve diyecek ki, 'Benim şu yanlışım vardı. Senin de şu yanlışın vardı.' Yanlışın da bir defa, hem teşhisinde hem de tedavisinde millet olarak ittifak etmemiz lazım. 'Yok, benim dediğim o gün de doğruydu, bugün de doğrudur' dersek, bu işin sonu gelmez. Yapılacak olan, dediğim gibi, 'Bak, dereyi geçiyoruz, lütfen eteğimizdeki taşları atalım. Birbirimizi itham etmeyelim' demektir. Aksi takdirde ortasında boğulup kalırız. Ülke bölünür, millet bölünür, devlet yıkılır, altında da kim ne derse desin, kalacak olan bu millet olur. O halde, çıkar yolumuz bir ve beraber olmak ama bütün konularda. İhtilaflarımız dahi olsa, bunları göz ardı edip, intikam mantığıyla da değil, tedavi mantığıyla. İşte bu kaosu da geçtikten sonra, 'Bak, bunu geçtik ama, arkadaş sen de yanlış yaptın, ben de yanlış yaptım. Veya sen şu kadar, ben bu kadar. Şimdi doğrusu budur' üzerinde birleşmemiz lazım, diyorum efendim.
Yeni Mesaj: Muhterem Hocam, çok teşekkür ediyoruz, gerçekten çok çarpıcı, geleceğimize ve günümüze ışık tutan tespitleriniz oldu. İfadelerinizde bir şey dikkatimizi çekti, dış güçlerin Türkiye üzerinde oyunlar oynadığından da bahsettiniz, peki bu global güçler, dış güçler, ülkemiz üzerinde oyunlar kurarken bunu nasıl yapıyorlar? Prof. Dr. Haydar Baş: Şimdi siz bir güreşçi, sporcu olsanız, güreşirken rakibiniz nerenizi tutup yere devirmek ister sizi? Ya ayağınızı tutmak ister, ya kolunu vücuduna sararak çekip kafa üstü çakmak ister. Yani organlarınızdan bir tanesini alıp, eline geçirdiği kuvvetle oyununu uygulayarak sizi yere sermek ister. Ama mutlaka sizin bir tarafınızı tutması lazım. Yani havada gösteri yaparak bu işi yapamaz; o kendi kendine ne yaparsa yapsın, hiçbir şey yapamaz. İlla sizin bir tarafınıza dokunacak, sizinle irtibat kuracak ve bu irtibat sayesinde de sizi yere devirecek. Burada asıl hedef, milletin kendisidir. Yok edilmek istenen, devre dışı bırakılmak istenilen Türk milletidir, bunu kafamıza koyalım. Şu ana kadar bütün hastalıklar, bu millet için icat edildi. Dış güçler diyoruz ya, bunun tabii iç dünyada da refakatçileri de var.
Milleti ayakta tutan unsurlarBu millet kendi kendine de ayakta durmuyor. Milleti ayakta tutan bir takım unsurlar var. Bunlar olmazsa olmaz kurumlardır. Biri nedir bunun, ailedir. İkincisi nedir, devlettir. Üçüncüsü nedir, ordudur. Dördüncüsü nedir, adliyedir.Bakın, ailesiz bir millet olmaz, devletsiz bir millet olmaz, ordusuz bir millet olmaz, adliyesiz bir millet olmaz. Adalet kurumu olmadan millet de olmaz. Şimdi düşünün, bu sadece bizim için değil, bütün milletler için geçerlidir. Ordusu olmayan bir milleti kafanıza koyun veya devleti olmayan bir millet... var mı? Yok. Devleti zayıf, ordusu zayıf bi millet düşünün, o da yok. Biraz devam ediyor, bir de bakıyorsunuz sonunda, akamete mahkum oluyor. Kim o? Millet. Ha, o zaman oynanan oyun, aileye de olsa, devlete de olsa, orduya da olsa, adalet mekanizmasına da olsa kimedir bu oyun? Türk milletinedir.Yıllarca bu milletle oynandı. Fakat Cenab-ı Hakk'ın garip bir cilvesi var, enteresan da bir tecellisi var. Bu kadar oyun oynanmasına rağmen bu millet yerinde duruyor. Niye? Mesela devlet kurumuyla deprem çapında bir çalkalanması oldu. İhtilaller az iş değildir, kaç tane biz ihtilal geçirdik, yansıyan yansımayan. Yani devleti çatır çatır yıkmak istediler, belki bu işte fail olanlar da ne yaptığını, niçin yaptığını da bilmiyor, az evvel ne söyledik biz, çünkü bu depremler, bu işler dışarıdan hesap edilerek ülkenin içerisinde uygulanan projeler. Taa 1800'lü yıllarda, Hicaz Bölgesi'nde bunlar başladı. Önce kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, bir de baktık, o girdikleri bölgelerde ikili yakınlıklardan sonra oynadıkları din oldu, oynadıkları Osmanlı'nın saltanatı oldu, hilafeti oldu, onlarla beraber yola çıktılar, sonunda koskocaman yirmi milyon kilometrekarelik coğrafyadan elimizde kala kala 780 bin kilometrekare civarında bir toprak kaldı, bir coğrafya kaldı. Ne ile oldu bu? Önce dostluklarla. Geldiler, önce talim terbiye gördüler. Nerede? Bursa'da gördüler, İstanbul'da gördüler... Türkiye'nin eğitim-öğretim merkezlerinde, tekkelerinde, zaviyelerinde, dergahlarında, medreselerinde eğitildi bu adamlar, ondan sonra hem Anadolu'da, hem İslam coğrafyasının tamamında vazife gördüler. Hedef devletti, hedef milletti, hedef aile idi. Ve bununla çok güzel oynadılar. Şimdi eğer şu unsurlar, milleti muhafaza eden sayacağım bu unsurlar zarar görürse, iyi bilmiş olalım ki, millet kurumu zarar görür, millet ortadan çıkar. Nedir bu? Ailedir. Bak dikkat edin, uzun zamandan beri aile kurumumuzla oynanıyor. Neyi ile oynanıyor? Örfüyle, adetiyle, geleneğiyle.... Evvela ana ile baba arasındaki hukuka müdahale ettiler. Bunu yok etmeye çalıştılar. Efendim, serbestlik adı altında. Ben orta dereceli okullarda, liselerde çok hocalık yaptım, çocuk kalkardı, 'Bana ailem karışamaz' derdi. Öyle cevherler yumurtluyorlar ki, 'Bana kimse karışamaz'. 'Oğlum, kızım sen kim oluyorsun'. 'Sosyolojide bunun böyle olması lazım' diyor. Yani ilim olarak, eğitim olarak gördüğümüz, aldığımız, doğru diye kabul ettiklerimiz meğer bizi yok etmek için hazırlanmış projeler. Ve bu şekilde aile kurumuyla oynadılar. Ben aile kurumu çöktü demiyorum. Ama çok ciddi yara aldı. Ailesiz bir millet olur mu canım? Olamaz. Daha ne ile oynadılar? Devletle oynadılar, çeşitli yollarla. Oynamaya devam ediyorlar. Yani milleti istedikleri noktaya taşıyabilmek için onu koruyan ordusunu, adaletini temin eden mekanizmalarını ve de devletini, ailesini yok etmenin mücadelesi veriliyor. Ama şöyle, ama böyle.Yapılacak olan iş nedir, tamam bu teşhisimiz. Aile kurumunu, hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. Devleti hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. Orduyu hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. Adalet mekanizması hangi temeller üzerine oturduysa o temeller üzerine geliştirmektir. O takdirde ne olur, onların muhafaza ettiği millet, bütünlüğünü temin eder, kimliğini devam ettirir, kültüründe, sanatında, medeniyetinde ve dininde taviz vermeden hayatını yönlendirir. Bakın Batı'da o var, bu var ama kendilerine göre bir din var, kendilerine göre adetleri var, gelenekleri var. Ve bundan hiç de taviz vermiyorlar. Biz zannediyoruz ki çok açılımlı, çok demokrat insanlar ama o senin benim dediğim gibi değil, anladığımız gibi değil. O milleti muhafaza eden kurumları ve kuruluşları alabildiğine koruyacak, kollayacak yolda devam ediyorlar. Eğer bizim aydınlarımız Batı'yı örnek olarak almak istiyorlarsa, buradan hareketle en azından bunu yapsınlar. Hayır değil, gerçeğe ulaşıp 'böyle yapalım, gerçek budur' demek istiyorlarsa, o zaman hem aileyi, hem devleti, hem orduyu, hem adaleti korumakla mükellefiz. Niçin? Milletin devamı için.
Yeni Mesaj: Çevremizdeki insanlarla sohbet ettiğimiz zaman hep aynı şeyi söylüyorlar: 'Haydar Baş Bey her zaman her konuşmasında muhakkak çözümden bahsediyor'. Hakikaten Türkiye'de siyaset sürekli birbirini eleştirme, kavga mantığı üzerine yıllardan beri devam ediyor. O diyor ki, sen yanlışsın, o diyor bu yanlış... Biz sizi tanıdığımız 80'li yılların başından beri hangi konu olursa olsun her zaman siz, o gündelik dedikodu mantığındaki olayların dışına çıkarak, hep ısrarla, 'Çözüm bu olması lazım, şu yapılması lazım', meselelere hep çözüm açısından yaklaşıyorsunuz. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof. Dr. Haydar Baş: Gerek siyasilerimiz, gerek diğer toplum, kurum ve kuruluşlarımız bir defa kendisini imha edecek bir yola giriyor. Bu çok yanlış. Eğer beni ben yapan çözümüm varsa ben olmaya devam ederim. Beni ben yapan benlikten uzaklaştıracak bir yol varsa o zaman ben kendimden uzaklaşırım. Siyasilerimiz bir yola girmişler, oturuyorsun, konuşuyorsun, o yolun mantığını, felsefesini inkar ediyor, 'Bu yanlıştır' diyor, karşı çıkıyor; 'Bunun adına ateizm denir, bunun adına şu denir, bu denir' diyor, bir de bakıyorsun, alıyor onu harfiyen hayatına geçiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Şimdi bu bakışla siyaset yapan insanın nasıl çözümü olabilir ki? Ha söyle bana. Eleştirdiği dünyanın bakış açısıyla hayata bakıyor, gözlüğünü takıyor, ondan sonra da işin içerisine giriyor. Onun mantığı ne olur? Dedikodu mantığı olur, çözümü olamaz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.