Bu satırları yazarken zihni bir yolculuğa çıkıyorum Eskişehir'de…
Düşünüyorum da köylülerinin "Hasan Baba" olarak hitap ettiği sözcükler ne kadar yakışmıştı ona. Nereden başlasam nasıl anlatsam. İnanın bilmiyorum.
Bildiğim bir gerçek var ki; yardımsever, komşularıyla iyi ilişkiler kuran, hoşgörülü, paylaşmayı seven, cömert, adaletli olduğunu söyleyenlerin sayısının azımsanmayacak ölçüde olduğu.
Genç yaşta kaybettiği iki kardeşi ve sonrasında tattığı baba acısını bir ömür sinesinde taşıyarak hayatı sırtlamış, çevresine her yönüyle örnek olmuş bir baba…
Takvimler babasını toprağa verdiği günlerin arifesinde 1964'ü gösterdiğinde işçi olarak Almanya'ya "kağıdı" çıkar. Sevincinden kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi nabzı yükselir. Heyecanlanır beklediği evrak eline ulaşınca. Köyde yaşayan çileyle yoğrulmuş her gencin hayalidir Almanya'ya gidip para kazanmak.
Gitmek için önce hayat arkadaşı Sabiha'dan onay alır. Sıra anasındadır…
Usulca yanına yaklaşır. Ürkek ve çekingen bir ses tonuyla, "Ana Almanya'ya işçi olarak gitmek isteyim kabul gördü. Almanya işçi alıyor. Köyümüzden birçok arkadaşım gidiyor. İzin verirsen ben de gideyim" der. Başını öne eğerek gelecek cevabı merakla beklemeye başlar. Anası ne derse onu yapacak. Ya gidecek ya da köyde kalacak… O sebepledir ki cevap bedeninde ihtilal yapacak niteliktedir.
Anası birkaç saniye sonra gözünden sakındığı evladını hiç gâvur memleketlerine gönderir de yolunu gözler mi? "Hasan oğlum. Biliyorsun babanı yeni kaybettik. Gideceksen beni caminin önündeki mezarlığa koy öyle git Almanya'ya emi…" cümleleri beyninin kıvrımlarında yankılanır.
Kurduğu tüm hayalleri suya düşer. Ortam o anda buz keser. Çünkü aklının ucundan geçmiyordu böyle bir cevap alacağı. "Caminin önü… mezarlık" çok ağır kelimelerdi. Gençti kuvvetliydi ama "ağdaş" kadar ağır geldi bedenine. Birkaç dakika sonra kendini zar zor toparlayarak mahcup bir edayla, "Peki ana. Sen nasıl istersen öyle olsun. Burada da çalışır ekmeğimi kazanırım. Rızkı veren Allah'tır" der. Aksini söylemesi beklenmezdi zaten delikanlı Hasan'ın.
Anasına vermiş olduğu cevap, bundan sonraki süreçte yaşamının kırılma noktasıdır belki de… O tarihler gurbete Almanya'ya gitseydi çok paralar/pullar/servetler kazanırdı ama gitmeyerek anne gönlünü imar etmesi, eşinin ve çocuklarının yanında olması maddi olmasa da manevi bir sermayeydi.
Sonraki yaşamında vermiş olduğu kararından dolayı hiç pişmanlık duymadığını tam aksine yaptığı her işte başarılı olduğunu, demem o ki anasının duası Hızır gibi hep yanındaydı.
Günler geçtikçe hayatın fırtınaları acımasızca yonta yonta onun mütevaziliğinden hiçbir şey kaybettirmemiş ırmak gibi yüreği, arkadaş canlısı duruşu ile herkesin gönlünde yer etmiş. Dörtkonak'ın; dağında, taşında, yaylasında ovasında, hep helal kazancın onurlu mücadelesi vardır 81 yıllık yaşam öyküsünde. Hangi birisini anlatsam…
Yaşamın omuzlarına yüklediği ağır sorumluluk altında köyün ormanında kömür yakmasını mı. Hem de seher vakitlerine kadar… Yahut el hızarıyla gece gündüz ormanda tahta biçmesi ayrı ıstırap. Biçtiği tahtaları sabahın erken vaktinde atına yükleyerek saatlerce yol gidip dağları tepeleri aşarak Gümüşhane pazarında satıp evin temel ihtiyaçları olan çay, şeker, tuz, gazyağı vb. köyde olmayan malzemeleri almasını mı… Zor günler… Yahut bir dilim ekmek, yanında kuru soğanla akşama kadar aç susuz dağlarda ayağında çarık, elinde kara sapanla Uzunçayır'da, Haliyas'ta, Karaslan'da tohum ekmede… (devam edecek…)
- Bir anketin düşündürdükleri / 26.03.2024
- Ramazanın getirdiği bir demet güzellikler / 12.03.2024
- 106. yıl sonra Eskişehir’de… / 27.02.2024
- Emekliler kervanının yeni üyesi / 20.02.2024
- Perşembe akşamı izlenimlerim! / 13.02.2024
- Yerel seçimler üzerine / 07.02.2024
- Bu bizim insanlık namına görevimiz! / 30.01.2024
- Bir nefes sıhhat / 23.01.2024
- Üç cilt çıkan kitaplarımın öyküsü / 16.01.2024