Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir devredilemez
SUNUŞ
Prof.Dr. Haydar Baş, Avrupa Birliği sürecinde egemenliğin devri meselesini, konuya dair tartışmalarının yoğunlaştığı zamanlarda 28.05.2001 tarihli Yeni Mesaj Gazetesi'ndeki
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, devredilemez" başlıklı baş yazısında enine boyuna ele alıyordu. Bugünlerde konu egemenliğin devrini de içeren Anayasa değişikliği çerçevesinde yeniden gündeme gelecektir. Prof Dr Haydar Baş, Kuvai Milliye ruhuyla Türk Milleti'nin adına "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, devredilemez" düsturunu yaptıkları milletvekilliği yeminlerine de atıf yaparak parlamenterlere görevini hatırlatmaktadır.
AB sürecinde egemenliğin devri bağlamında Anayasa değişikliğinin yeniden gündeme geldiği bugünlerde umarız Hükümet, Kuvai Milliye'nin sesine kulak verir. Aksi halde Avrupa, Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sözde Sevr Antlaşması'na ile Türk Millet'i üzerinde kuramadığı egemenliği AB süreci ile kurmuş olacaktır. Halbuki Mondros ve Sevr'e karşı Türk Milleti'nin cevabı Kuvai Milliye ruhu ile verdiği Kurtuluş Savaşı olmuştu.
A. Karatepe, İ. Berk, M. Çiçek
Prof Dr Haydar Baş:
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, devredilemez!
Kayıtsız şartsız millete ait olan egemenlik hakkını resmen AB'ye devretmek maksadıyla Anayasa değişiklikleri konusunda anlaşmaya varıldı. Partiler arası uzlaşma komisyonu Anayasa'nın 6. maddesinde belirtilen "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" fıkrasının AB'nin taleplerine uygun olarak referanduma sunulmasını kabul etti.
Başka bir ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni AB'nin (yani Birleşik Avrupa Devleti'nin) bir eyaleti durumuna getirebilmek için milletin fikri sorulacaktır. Ancak Anayasanın 6. maddesi gayet açıktır:"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması hiç bir surette, hiç bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiç bir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz."
Anayasanın 5. maddesinde de devletin temel amaç ve görevleri zikredilirken en başta "Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak" ifadesi yer almaktadır. Yani devlet, en temel sorumluluk olarak milletin egemenliğini ve bütünlüğünü korumak için vardır. Egemenlik ve temel özgürlüklerin devredildiği yerde devletin kamu kişiliğinin yok olması gibi bir durumla karşı karşıya gelinir ki, asıl vahim netice de budur. Devletin olmadığı yerde ne milli iradeden, ne bağımsızlıktan, ne egemenlikten, ne de can, mal, namus ve vatan emniyetinden söz edilir.
Tarih, egemenliklerini muhafaza edemeyen milletlerin çok acı manzaralarla karşılaştığını göstermektedir. Bu sebeple bağımsızlık bir millet için en hayati unsurdur, can damarıdır. 19 ve 20. yüzyıllar sömürgeciliğe karşı direnen milletlerin bağımsızlık mücadeleleriyle geçmiştir. Bu hakikatleri iyi görmek lazımdır.
Bu itibarla bazı imkanlara kavuşacağız diye temel hak ve hürriyetlerimizden vazgeçmemiz tabir yerindeyse, değirmene giderken evdeki bulgurdan olmak manasına gelir ki, bunu kabul etmek mümkün değildir.
Bu sebeple egemenliğin devri gibi hayatî bir konuyu tartışmaya açanlar millet ve tarih önünde büyük bir vebal altında olup, yanlış yapıldığı taktirde millete verilecek hesabı unutmamalıdırlar.
Hukuk açısından Avrupa Birliği
Bu noktada milletvekillerinin yemin şeklini düzenleyen anayasanın 81. maddesi ile, Cumhurbaşkanının yemin şeklini belirleyen 103. maddeye temas etmekte fayda vardır. Cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin göreve başlamadan yaptıkları yemin birbirinin aynısıdır.
"Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma... namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Milletin kayıtsız, şartsız egemenliğini koruyacaklarına dair namus ve şeref sözü vererek, milletin idaresine başlayanların bu mükellefiyeti hassasiyetle yerine getirmeleri zaruridir. Şayet bu mükellefiyeti eda etmezler ise bağımsızlığın tartışılması söz konusu olur ki, o takdirde bilerek ya da bilmeyerek insanların vatana ihanet derecesinde suç işlemesine sebep olabilirler.
TCK'da vatana ihanet suçu:
(Madde 125): "Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya veya devletin istiklalini tenkîse veya birliğini bozmaya veya devletin hakimiyet altında bulunan topraklarının bir kısmını devlet idaresinden çıkarmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır" şeklinde tarif edilmektedir.
Tanınmış hukukçularımızdan Faruk Erem bu maddenin unsurlarını tahlil ederken şu açıklamaları yapmaktadır:
"Suçun maddi unsuru
a) Ülke: Maddede kullanılan "Devlet Toprakları" tabirini, devletin unsuru olan ülke manasına almak lazımdır.
b) Yabancı hakimiyeti: Ülkenin tamamı veya bir kısmının yabancı bir devlet hakimiyeti altına sokulması, yabancı devlete ilhak edilmesidir.
c) Devletin istiklali: Bir devletin diğerine nazaran tâbi durumunda olmaması halinde istiklalden bahsedilebilir. Siyasi, adli veya idari veya harici temsil bakımlarından bağımsızlık kaidedir. Bu bakımdan ülke veya bunun bir kısmı üzerinde manda, himaye veya kapitülasyon veya benzeri tabiiyet hallerinin tesisine matuf hareketler devletin istiklalini tenkîs sayılır" (F. Erem, Türk Ceza Hukuku, s: 19).
Bu ve buna benzer anayasa maddeleri mevcut iken Roma Antlaşması ve Kopenhag Kriterlerine tâbi olarak AB'ye girmemiz mümkün değildir. Bu sebeple devamlı surette Kopenhag Kriterlerinin ve Roma Antlaşması maddelerinin önümüze getirilmesinin bir manası yoktur.
Türk siyasilerinin de bu hakikati bir an önce kavramaları, Türkiye'nin geleceği açısından şarttır.
Ali KARATEPE /İbrahim BERK /Mustafa ÇİÇEK
SUNUŞ
Prof.Dr. Haydar Baş, Avrupa Birliği sürecinde egemenliğin devri meselesini, konuya dair tartışmalarının yoğunlaştığı zamanlarda 28.05.2001 tarihli Yeni Mesaj Gazetesi'ndeki
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, devredilemez" başlıklı baş yazısında enine boyuna ele alıyordu. Bugünlerde konu egemenliğin devrini de içeren Anayasa değişikliği çerçevesinde yeniden gündeme gelecektir. Prof Dr Haydar Baş, Kuvai Milliye ruhuyla Türk Milleti'nin adına "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, devredilemez" düsturunu yaptıkları milletvekilliği yeminlerine de atıf yaparak parlamenterlere görevini hatırlatmaktadır.
AB sürecinde egemenliğin devri bağlamında Anayasa değişikliğinin yeniden gündeme geldiği bugünlerde umarız Hükümet, Kuvai Milliye'nin sesine kulak verir. Aksi halde Avrupa, Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sözde Sevr Antlaşması'na ile Türk Millet'i üzerinde kuramadığı egemenliği AB süreci ile kurmuş olacaktır. Halbuki Mondros ve Sevr'e karşı Türk Milleti'nin cevabı Kuvai Milliye ruhu ile verdiği Kurtuluş Savaşı olmuştu.
A. Karatepe, İ. Berk, M. Çiçek
Prof Dr Haydar Baş:
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, devredilemez!
Kayıtsız şartsız millete ait olan egemenlik hakkını resmen AB'ye devretmek maksadıyla Anayasa değişiklikleri konusunda anlaşmaya varıldı. Partiler arası uzlaşma komisyonu Anayasa'nın 6. maddesinde belirtilen "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" fıkrasının AB'nin taleplerine uygun olarak referanduma sunulmasını kabul etti.
Başka bir ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni AB'nin (yani Birleşik Avrupa Devleti'nin) bir eyaleti durumuna getirebilmek için milletin fikri sorulacaktır. Ancak Anayasanın 6. maddesi gayet açıktır:"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması hiç bir surette, hiç bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiç bir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz."
Anayasanın 5. maddesinde de devletin temel amaç ve görevleri zikredilirken en başta "Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumak" ifadesi yer almaktadır. Yani devlet, en temel sorumluluk olarak milletin egemenliğini ve bütünlüğünü korumak için vardır. Egemenlik ve temel özgürlüklerin devredildiği yerde devletin kamu kişiliğinin yok olması gibi bir durumla karşı karşıya gelinir ki, asıl vahim netice de budur. Devletin olmadığı yerde ne milli iradeden, ne bağımsızlıktan, ne egemenlikten, ne de can, mal, namus ve vatan emniyetinden söz edilir.
Tarih, egemenliklerini muhafaza edemeyen milletlerin çok acı manzaralarla karşılaştığını göstermektedir. Bu sebeple bağımsızlık bir millet için en hayati unsurdur, can damarıdır. 19 ve 20. yüzyıllar sömürgeciliğe karşı direnen milletlerin bağımsızlık mücadeleleriyle geçmiştir. Bu hakikatleri iyi görmek lazımdır.
Bu itibarla bazı imkanlara kavuşacağız diye temel hak ve hürriyetlerimizden vazgeçmemiz tabir yerindeyse, değirmene giderken evdeki bulgurdan olmak manasına gelir ki, bunu kabul etmek mümkün değildir.
Bu sebeple egemenliğin devri gibi hayatî bir konuyu tartışmaya açanlar millet ve tarih önünde büyük bir vebal altında olup, yanlış yapıldığı taktirde millete verilecek hesabı unutmamalıdırlar.
Hukuk açısından Avrupa Birliği
Bu noktada milletvekillerinin yemin şeklini düzenleyen anayasanın 81. maddesi ile, Cumhurbaşkanının yemin şeklini belirleyen 103. maddeye temas etmekte fayda vardır. Cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin göreve başlamadan yaptıkları yemin birbirinin aynısıdır.
"Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma... namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Milletin kayıtsız, şartsız egemenliğini koruyacaklarına dair namus ve şeref sözü vererek, milletin idaresine başlayanların bu mükellefiyeti hassasiyetle yerine getirmeleri zaruridir. Şayet bu mükellefiyeti eda etmezler ise bağımsızlığın tartışılması söz konusu olur ki, o takdirde bilerek ya da bilmeyerek insanların vatana ihanet derecesinde suç işlemesine sebep olabilirler.
TCK'da vatana ihanet suçu:
(Madde 125): "Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya veya devletin istiklalini tenkîse veya birliğini bozmaya veya devletin hakimiyet altında bulunan topraklarının bir kısmını devlet idaresinden çıkarmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır" şeklinde tarif edilmektedir.
Tanınmış hukukçularımızdan Faruk Erem bu maddenin unsurlarını tahlil ederken şu açıklamaları yapmaktadır:
"Suçun maddi unsuru
a) Ülke: Maddede kullanılan "Devlet Toprakları" tabirini, devletin unsuru olan ülke manasına almak lazımdır.
b) Yabancı hakimiyeti: Ülkenin tamamı veya bir kısmının yabancı bir devlet hakimiyeti altına sokulması, yabancı devlete ilhak edilmesidir.
c) Devletin istiklali: Bir devletin diğerine nazaran tâbi durumunda olmaması halinde istiklalden bahsedilebilir. Siyasi, adli veya idari veya harici temsil bakımlarından bağımsızlık kaidedir. Bu bakımdan ülke veya bunun bir kısmı üzerinde manda, himaye veya kapitülasyon veya benzeri tabiiyet hallerinin tesisine matuf hareketler devletin istiklalini tenkîs sayılır" (F. Erem, Türk Ceza Hukuku, s: 19).
Bu ve buna benzer anayasa maddeleri mevcut iken Roma Antlaşması ve Kopenhag Kriterlerine tâbi olarak AB'ye girmemiz mümkün değildir. Bu sebeple devamlı surette Kopenhag Kriterlerinin ve Roma Antlaşması maddelerinin önümüze getirilmesinin bir manası yoktur.
Türk siyasilerinin de bu hakikati bir an önce kavramaları, Türkiye'nin geleceği açısından şarttır.
Ali KARATEPE /İbrahim BERK /Mustafa ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.