Atatürk, Haçlıya haddini bildirdi
Atatürk Vatandır Sempozyumu'nda bir sunum gerçekleştiren Yeni Mesaj Gazetesi Başyazarı Muharrem Bayraktar, "Atatürk'ün hayatı cephelerde emperyalizmle savaşarak geçti. Emperyalizmin yedi düveliyle savaştı. Bugün O'na sövenler Batılılarla Medeniyetler İttifakı yaparken, Haçlı masasında yan yana otururken, o Haçlıya haddini bildirdi" dedi.
08.09.2017 00:00:00
Gazetemizin Başyazarı Muharrem Bayraktar'ın Trabzon'da gerçekleştirilen Atatürk Vatandır Sempozyumu'nda sunduğu önemli tespitler içeren tebliğini aynen aktarıyoruz:
30 Ağustos, milli mücadelenin yıldönümü, İngiliz emperyalizminin önümüze attığı son işgalci güç olan Yunan ordusunu hezimete uğratarak, bu toprakları özgür ve egemen bir vatan haline getirişimizin yıldönümü.
İngiliz'in ve onun uşağı olan Yunan'ın Türklere bakışı nasıldı, nasıl bir dünya ve nasıl bir Anadolu hayal ediyorlardı sorularına cevap vererek konuya girelim. Öyle ya bugün ortalıkta "keşke Yunan gelseydi", "keşke İngiliz gelseydi" diyen soysuzlar cirit atıyor, bakalım Yunan gelseydi, İngiliz gelseydi ne olacaktı, Türklere nasıl bir bakış açısı sergiliyorlardı:
İngiliz yazar William Barry, 1920'de yazdığı Constantinople adlı kitabında şöyle yazar:
"Türkleri sistemimize katmak ve yok etmek için yapılan girişimlerin tümü başarısız olmuştur ve ileride de başarısız olacaktır. Onlar Orta Asya platolarından yola çıkmış ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun sonunu hazırlamışlardır. Er ya da geç geldikleri yere dönmelerini sağlamak, uygarlığın üzerimize yüklediği zorunlu bir görevdir.
Ben, Hıristiyan halkların bir gün birleşip Anadolu'yu bin yıl öncesi gibi süt ve bal taşınan şehirlerle dolu hale getirmesini istiyorum."
Aynı yıl, Yunanlı yazar Moskopulos, Tarih Tarafından Mahkum Edilen Türkler adlı kitabında ise şöyle yazar:
"Bu yağmacı ve katiller milletinin (yani Türklerin!) Avrupa'da oturmaya hakkı yoktur. Atalarının yaşadığı yere gitmelidirler."
Yunanistan eski dışişleri bakanlarından Teodoros Pangolos'un şu sözlerini hatırlatalım:
"Bizim Türklerle görüşme yapmamız mümkün değildir. Hırsızla, katille, ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz olanaksızdır."
Avrupalı birçok düşünür, politikacı, sanatçı kesimi Türkleri aynı şekilde değerlendirir; "yıkıcı, yağmacı, barbar" olarak nitelendirir, uygarlığın dışında kalması gereken insanlığın alt unsurları olarak görür.
Martin Luther, Pierre Ronsard, Fransois Voltaire, Immanule Kant, Friedrich Gegel, George Byron ve daha bir sürü kişi.
İşte Anadolu'yu işgale gelenler Türk'ü böyle görüyorlardı, "tecavüzcü, hırsız, katil, yağmacı, Anadolu'dan kovulması gereken barbar sürüsü" olarak görüyorlardı. Ve zaten geldikleri zaman yani Anadolu'yu işgal ettikleri zaman en büyük vahşet, tecavüzü onlar gerçekleştirdiler.
'Babası belli olmayan bir nesil peydah olacaktı'
"Keşke Yunan galip gelseydi, keşke İngiliz gelseydi" diyenler bilmeli ki, emperyalizmin Anadolu'yu işgal planı başarıya ulaşsaydı, bu topraklarda babası belli olmayan bir nesil peydah olacaktı. Bu zavallılar, yoksa bunun özlemini mi duyuyorlar?
Bundan dolayıdır ki, 30 Ağustos, emperyalizmin bu menfur emellerine ulaşmasını engelleyen en büyük zaferlerden biridir.
Peki, Mustafa Kemal Atatürk, Türkü ve Türkiye'yi yutmak için pusuda bekleyen Avrupa'nın bu çatışmacı mantığını nasıl analiz ediyordu?
Aktaralım:
27 Eylül 1923'de Ankara'da Neue Freic Preese muhabirine ve 2 Şubat 1923'te İzmir'de halka yaptığı konuşmalarda şöyle der:
"Yüzyıllardan beri düşmanlarımız Avrupa milletleri arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık düşüncesi aşılamışlardır. Batı anlayışına yerleşmiş olan bu düşünceler, hala her şeyde ve bütün olaylarda varlığını sürdüren, özel bir bellek oluşturmuşlardır. Bizi alt aşamada (madun) olmaya mahkûm bir millet olarak kabul etmekle yetinmeyen Batı, çöküşümüzü hızlandırmak için ne gerekiyorsa yapmıştır." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I-III, Atatürk Araştırma Merkezi, 5.Baskı, s.87, 88).
İzmir'deki konuşması ise şöyledir:
"Batı, Osmanlı devletinin yıkılması, tarihten, coğrafyadan, haritadan çıkarılarak silinmesi için şiddetli bir arzu duymuştur. Avrupa'da, Doğu sorunu adı altında Türk milletini yok etmek konusundaki istek çok derindir. Bugünkü Avrupa diplomatlarının bilinçlerinde var olan bu görüş noktası, bugün değil çok önceki zamanlarda yerleşmiş bir düşüncedir.
Bu adeta babadan oğula geçen kalıtımsal bir anlayış, alışkanlık bir gelenek olmuştur. Dolayısıyla Batı'nın soyaçekimle gelen bu anlayışı değiştirmek kolay olmayacaktır." (Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev ve Demeçleri, Sadi Borak, Kaynak Yayınları, İstanbul 1997, s.198).
'Emperyalizm soya çeker, kalıtımsaldır'
Şu sözlerin muhteşemliğine bakın, siz hiç emperyalizmi tarihini böyle güzel anlatan ifadeler duydunuz mu?
Ne diyor: Emperyalizm genetiktir, emperyalizm soya çeker, emperyalizm kalıtımsaldır.
Bu emperyalist deyyusların dedeleri de, babaları da emperyalistti kendileri de emperyalist diyor, daha ne desin Mustafa Kemal!
Yunanı da, İngiliz'i de, Amerikalı'yı da bundan güzel özetleyen cümleler duydunuz mu?
Avrupa Birliği'ne girmek için her şeylerini feda eden siyasetçiler keşke Atatürk'ü biraz okusalardı.
Biraz geriye gidelim; 1897 Türk-Yunan savaşında galibiyet elde etmemiz üzerine masa başında Teselya, Yunanistan'a verilince o tarihte henüz 16 yaşında olan Mustafa Kemal, askerî okuldan kaçarak savaşa katılmayı planlar ancak arkadaşları onu vazgeçirir.
Ve 26 Ağustos 1922 sabahı, Büyük Taarruz için bekleyen askerlerine şu konuşmayı yapar: "Yunanlıların kazandığını görmektense gökkubbe başımıza yıkılsın".
Yani henüz 16 yaşında iken Yunana karşı savaşmak için bilenen bir Mustafa Kemal ve "keşke Yunan gelseydi" diyen saçını başını ağartmış koca koca adamlar!
"Yunan'ın galip gelmesini görmektense gökkubbe başımıza yıkılsın" diyen Mustafa Kemal ve "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen soysuzlar.
"Siz hayat süren leşler sizi kim diriltecek."
Masa başında değil, cephede savaşmış lider
Mustafa Kemal, sadece masa başında değil cephede de Batılı ülkeler ve onların emperyalist emelleriyle savaşmış bir liderdi.
28 Eylül 1911 günü İtalya, Osmanlı Devleti'ne nota vererek 362 yıldan beri ellimizde bulunan Trablusgarp'tan 24 saat içinde çıkmamızı ister. İtalyanlar haksız yere Trablusgarp'ı işgal edince buradaki işgale karşı halkı örgütlemek için bir grup Osmanlı subayı sivil kıyafetlerle Libya'ya hareket eder. Yüzbaşı Ali Çetinkaya, Yüzbaşı Mümtaz Bey, Binbaşı Enver Bey, Yüzbaşı Nuri Conker ve Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal. Bu kahraman subaylar halkı İtalyanlara karşı gerilla savaşı vermek üzere eğittiler.
Mustafa Kemal, 1912 yılında Balkanlarda karışıklıklar ve isyanlar başlayınca derhal İstanbul'a döndü ve Gelibolu Harekat Dairesi Başkanlığı'na atandı. Bu defa Bulgarları durdurmak için savaşmak isteyecek ancak hazırladığı savaş raporlarının kabul görmemesi üzerine Sofya'ya atanacaktı.
Buradan sonra Çanakkale savaşında aktif olarak savaşma isteğini iletti ve 1915'te Çanakkale 19. Tümen Komutanlığı'na atandı. Çanakkale, onun başta İngilizler olmak üzere yedi düvele karşı savaştığı cephenin adıdır.
Daha sonra Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu'nun başına getirildi ve 7/8 Ağustos'ta Muş ve Bitlis'i Ruslardan kurtardı.
1918'te Filistin cephesinde İngilizlerle savaştı.
Ardından Büyük Taarruz'la son bulan Kurtuluş Savaşı'nda Yunanla savaştı.
Atatürk'ün hayatı cephelerde emperyalizmle savaşarak geçti.
Gazi Mustafa Kemal, emperyalizmin yedi düveliyle; Yunan'la, İngiliz'le, Bulgar'la, İtalyan'la, Rus'la savaştı. O'na sövenler Batılılarla Medeniyetler İttifakı yaparken, Haçlı masasında yan yana otururken, O Haçlıya haddini bildiriyordu.
Birileri bugün Büyük Ortadoğu Projesi adına Müslüman kıyımına izin verirken, O, Müslümanlara tek kurşun sıkmadı, BOP'un 20. yüzyılın başındaki planlarını yırtıp çöpe attı.
İstanbul işgal altındaki İstanbul yıllarında birçok kişi Osmanlının kurtuluşunu Amerikan ya da İngiliz mandasında görürken Mustafa Kemal, Sivas Kongresi'nde onlara şu konuşmayla karşı çıkar:
"İstanbul'dan gelen arkadaşlar manda konusunda hala nasıl ısrar ediyorlar ve mandanın bağımsızlığı bozan bir unsur olmadığına halkı inandırmak istiyorlar. İstanbul'dakiler ve buradaki mandacılar umutsuz ve hasta insanlardır. Yabancı işgalin baskısı altında cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazi bir ruh hali içinde hareket ediyorlar."
Bakın devamında ne diyor Gazi:
"Şerefsiz ve istiklalsiz esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine efendice ve kahramanca ölmek bize yakışandır."
Demek ki neymiş, emperyalizme esir olmak, hürriyetini kaybetmek ve bu durumu kabul etmek "şerefsizliktir." (Erzurum'dan Ölümüne Atatürk'le Beraber, Mazhar Müfit Kansu, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara, 1988, s.233).
Bütün şerefsizlere ve "Keşke Yunan gelse, keşke İngiliz gelse" diyen emperyalizm hayranlarına duyurulur.
'Bunlar Mussolini'nin ardından geliyorlar'
Bu bölümde Atatürk'ün Batı, Amerika ve emperyalizm hakkındaki sözlerinden bir demet aktarmak istiyorum:
"Bizler, Meclisçe, ulusça bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız." (Aralık 1921, D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi).
"Ulusumuz, bağımsızlığımıza vurulan darbeler ve varlığında açılan yaralar karşısında gözyaşı döküyordu. Emperyalizm kararını verdi, hareket başladı, artık maskeler atıldı. Türkiye parçalanacak, Türk halkı köle, aşağılık, sefil ve perişan edilecekti. Amaç bu idi.
Bu acımasız amaca ulaşmak için akla ve hayale gelmeyen her türlü yola başvuruldu. Özellikle Batı'nın kimi hükümetleri, kimi politikada adamları bunun böyle olmasında diretiyorlardı. Her türlü yalan dolanı kullandılar. Türkler vahşidir, acımasızdır, uygarlığın gereklerini benimsemeye yatkın değildir, dediler. Asıl vahşi, acımasız ve saldırgan kendileriydi." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2. Cilt, s.3535).
Bakın Gazi Hazretleri, Amerika için ne diyor:
"Amerika, Avrupa ve bütün Batı dünyası bilmelidir ki, Türkiye halkı kayıtsız ve şartsız özgür yaşamaya kesin karar ermiştir. Bu meşru kararı ihlale yönelik her kuvvet Türkiye'nin ebedi düşmanı kalır." (Atatürk Biyografisinin Esasları, N. Hakkı Alp, s.217).
"Dünya iki gruba ayrılmaktadır. Birincisi Doğu ki, kendi varlığını bağımsızlığını artık kavramıştır. Bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir grup daha var ki, bunlar sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz." (Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleyişleri, Sadi Borak).
"Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, c. 26, Kaynak Yayınları, s.144).
Son söz:
Bugün Atatürk'e en çok kim saldırıyor ve hangi cepheden saldırıyor?
Sözde dindar geçinenler dini zaviyeden saldırıyor.
Peki, Gazi, bunu 1930'larda nasıl gördü, nasıl uyarılarda bulundu, onu da aktaralım:
"İnkılabımızın tam dönüm anında topraklarımıza göz dikerek saldırmak isteyen düşmanın, dini ele alarak birçok fitne ve fesatla halkı kandırmaya kalkıp, türlü entrikalar çevirmekten çekinmeyeceği de muhakkaktır. Biliyor musunuz ki Mussolini peşindekilerle buraya gelirse nasıl gelecektir? Önünde dervişler, hacılar, hocalarla gelecektir. Din adamlarını elinde silah olarak kullanacaktır." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.18, Kaynak Yayınları, s.182).
Bugünün din adamlarına, Atatürk'e saldıran yobazlara ne güzel bir uyarı:
"Bunlar Mussolini'nin ardından geliyorlar."
OKAN EGESEL
30 Ağustos, milli mücadelenin yıldönümü, İngiliz emperyalizminin önümüze attığı son işgalci güç olan Yunan ordusunu hezimete uğratarak, bu toprakları özgür ve egemen bir vatan haline getirişimizin yıldönümü.
İngiliz'in ve onun uşağı olan Yunan'ın Türklere bakışı nasıldı, nasıl bir dünya ve nasıl bir Anadolu hayal ediyorlardı sorularına cevap vererek konuya girelim. Öyle ya bugün ortalıkta "keşke Yunan gelseydi", "keşke İngiliz gelseydi" diyen soysuzlar cirit atıyor, bakalım Yunan gelseydi, İngiliz gelseydi ne olacaktı, Türklere nasıl bir bakış açısı sergiliyorlardı:
İngiliz yazar William Barry, 1920'de yazdığı Constantinople adlı kitabında şöyle yazar:
"Türkleri sistemimize katmak ve yok etmek için yapılan girişimlerin tümü başarısız olmuştur ve ileride de başarısız olacaktır. Onlar Orta Asya platolarından yola çıkmış ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun sonunu hazırlamışlardır. Er ya da geç geldikleri yere dönmelerini sağlamak, uygarlığın üzerimize yüklediği zorunlu bir görevdir.
Ben, Hıristiyan halkların bir gün birleşip Anadolu'yu bin yıl öncesi gibi süt ve bal taşınan şehirlerle dolu hale getirmesini istiyorum."
Aynı yıl, Yunanlı yazar Moskopulos, Tarih Tarafından Mahkum Edilen Türkler adlı kitabında ise şöyle yazar:
"Bu yağmacı ve katiller milletinin (yani Türklerin!) Avrupa'da oturmaya hakkı yoktur. Atalarının yaşadığı yere gitmelidirler."
Yunanistan eski dışişleri bakanlarından Teodoros Pangolos'un şu sözlerini hatırlatalım:
"Bizim Türklerle görüşme yapmamız mümkün değildir. Hırsızla, katille, ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz olanaksızdır."
Avrupalı birçok düşünür, politikacı, sanatçı kesimi Türkleri aynı şekilde değerlendirir; "yıkıcı, yağmacı, barbar" olarak nitelendirir, uygarlığın dışında kalması gereken insanlığın alt unsurları olarak görür.
Martin Luther, Pierre Ronsard, Fransois Voltaire, Immanule Kant, Friedrich Gegel, George Byron ve daha bir sürü kişi.
İşte Anadolu'yu işgale gelenler Türk'ü böyle görüyorlardı, "tecavüzcü, hırsız, katil, yağmacı, Anadolu'dan kovulması gereken barbar sürüsü" olarak görüyorlardı. Ve zaten geldikleri zaman yani Anadolu'yu işgal ettikleri zaman en büyük vahşet, tecavüzü onlar gerçekleştirdiler.
'Babası belli olmayan bir nesil peydah olacaktı'
"Keşke Yunan galip gelseydi, keşke İngiliz gelseydi" diyenler bilmeli ki, emperyalizmin Anadolu'yu işgal planı başarıya ulaşsaydı, bu topraklarda babası belli olmayan bir nesil peydah olacaktı. Bu zavallılar, yoksa bunun özlemini mi duyuyorlar?
Bundan dolayıdır ki, 30 Ağustos, emperyalizmin bu menfur emellerine ulaşmasını engelleyen en büyük zaferlerden biridir.
Peki, Mustafa Kemal Atatürk, Türkü ve Türkiye'yi yutmak için pusuda bekleyen Avrupa'nın bu çatışmacı mantığını nasıl analiz ediyordu?
Aktaralım:
27 Eylül 1923'de Ankara'da Neue Freic Preese muhabirine ve 2 Şubat 1923'te İzmir'de halka yaptığı konuşmalarda şöyle der:
"Yüzyıllardan beri düşmanlarımız Avrupa milletleri arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık düşüncesi aşılamışlardır. Batı anlayışına yerleşmiş olan bu düşünceler, hala her şeyde ve bütün olaylarda varlığını sürdüren, özel bir bellek oluşturmuşlardır. Bizi alt aşamada (madun) olmaya mahkûm bir millet olarak kabul etmekle yetinmeyen Batı, çöküşümüzü hızlandırmak için ne gerekiyorsa yapmıştır." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I-III, Atatürk Araştırma Merkezi, 5.Baskı, s.87, 88).
İzmir'deki konuşması ise şöyledir:
"Batı, Osmanlı devletinin yıkılması, tarihten, coğrafyadan, haritadan çıkarılarak silinmesi için şiddetli bir arzu duymuştur. Avrupa'da, Doğu sorunu adı altında Türk milletini yok etmek konusundaki istek çok derindir. Bugünkü Avrupa diplomatlarının bilinçlerinde var olan bu görüş noktası, bugün değil çok önceki zamanlarda yerleşmiş bir düşüncedir.
Bu adeta babadan oğula geçen kalıtımsal bir anlayış, alışkanlık bir gelenek olmuştur. Dolayısıyla Batı'nın soyaçekimle gelen bu anlayışı değiştirmek kolay olmayacaktır." (Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev ve Demeçleri, Sadi Borak, Kaynak Yayınları, İstanbul 1997, s.198).
'Emperyalizm soya çeker, kalıtımsaldır'
Şu sözlerin muhteşemliğine bakın, siz hiç emperyalizmi tarihini böyle güzel anlatan ifadeler duydunuz mu?
Ne diyor: Emperyalizm genetiktir, emperyalizm soya çeker, emperyalizm kalıtımsaldır.
Bu emperyalist deyyusların dedeleri de, babaları da emperyalistti kendileri de emperyalist diyor, daha ne desin Mustafa Kemal!
Yunanı da, İngiliz'i de, Amerikalı'yı da bundan güzel özetleyen cümleler duydunuz mu?
Avrupa Birliği'ne girmek için her şeylerini feda eden siyasetçiler keşke Atatürk'ü biraz okusalardı.
Biraz geriye gidelim; 1897 Türk-Yunan savaşında galibiyet elde etmemiz üzerine masa başında Teselya, Yunanistan'a verilince o tarihte henüz 16 yaşında olan Mustafa Kemal, askerî okuldan kaçarak savaşa katılmayı planlar ancak arkadaşları onu vazgeçirir.
Ve 26 Ağustos 1922 sabahı, Büyük Taarruz için bekleyen askerlerine şu konuşmayı yapar: "Yunanlıların kazandığını görmektense gökkubbe başımıza yıkılsın".
Yani henüz 16 yaşında iken Yunana karşı savaşmak için bilenen bir Mustafa Kemal ve "keşke Yunan gelseydi" diyen saçını başını ağartmış koca koca adamlar!
"Yunan'ın galip gelmesini görmektense gökkubbe başımıza yıkılsın" diyen Mustafa Kemal ve "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen soysuzlar.
"Siz hayat süren leşler sizi kim diriltecek."
Masa başında değil, cephede savaşmış lider
Mustafa Kemal, sadece masa başında değil cephede de Batılı ülkeler ve onların emperyalist emelleriyle savaşmış bir liderdi.
28 Eylül 1911 günü İtalya, Osmanlı Devleti'ne nota vererek 362 yıldan beri ellimizde bulunan Trablusgarp'tan 24 saat içinde çıkmamızı ister. İtalyanlar haksız yere Trablusgarp'ı işgal edince buradaki işgale karşı halkı örgütlemek için bir grup Osmanlı subayı sivil kıyafetlerle Libya'ya hareket eder. Yüzbaşı Ali Çetinkaya, Yüzbaşı Mümtaz Bey, Binbaşı Enver Bey, Yüzbaşı Nuri Conker ve Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal. Bu kahraman subaylar halkı İtalyanlara karşı gerilla savaşı vermek üzere eğittiler.
Mustafa Kemal, 1912 yılında Balkanlarda karışıklıklar ve isyanlar başlayınca derhal İstanbul'a döndü ve Gelibolu Harekat Dairesi Başkanlığı'na atandı. Bu defa Bulgarları durdurmak için savaşmak isteyecek ancak hazırladığı savaş raporlarının kabul görmemesi üzerine Sofya'ya atanacaktı.
Buradan sonra Çanakkale savaşında aktif olarak savaşma isteğini iletti ve 1915'te Çanakkale 19. Tümen Komutanlığı'na atandı. Çanakkale, onun başta İngilizler olmak üzere yedi düvele karşı savaştığı cephenin adıdır.
Daha sonra Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu'nun başına getirildi ve 7/8 Ağustos'ta Muş ve Bitlis'i Ruslardan kurtardı.
1918'te Filistin cephesinde İngilizlerle savaştı.
Ardından Büyük Taarruz'la son bulan Kurtuluş Savaşı'nda Yunanla savaştı.
Atatürk'ün hayatı cephelerde emperyalizmle savaşarak geçti.
Gazi Mustafa Kemal, emperyalizmin yedi düveliyle; Yunan'la, İngiliz'le, Bulgar'la, İtalyan'la, Rus'la savaştı. O'na sövenler Batılılarla Medeniyetler İttifakı yaparken, Haçlı masasında yan yana otururken, O Haçlıya haddini bildiriyordu.
Birileri bugün Büyük Ortadoğu Projesi adına Müslüman kıyımına izin verirken, O, Müslümanlara tek kurşun sıkmadı, BOP'un 20. yüzyılın başındaki planlarını yırtıp çöpe attı.
İstanbul işgal altındaki İstanbul yıllarında birçok kişi Osmanlının kurtuluşunu Amerikan ya da İngiliz mandasında görürken Mustafa Kemal, Sivas Kongresi'nde onlara şu konuşmayla karşı çıkar:
"İstanbul'dan gelen arkadaşlar manda konusunda hala nasıl ısrar ediyorlar ve mandanın bağımsızlığı bozan bir unsur olmadığına halkı inandırmak istiyorlar. İstanbul'dakiler ve buradaki mandacılar umutsuz ve hasta insanlardır. Yabancı işgalin baskısı altında cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazi bir ruh hali içinde hareket ediyorlar."
Bakın devamında ne diyor Gazi:
"Şerefsiz ve istiklalsiz esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine efendice ve kahramanca ölmek bize yakışandır."
Demek ki neymiş, emperyalizme esir olmak, hürriyetini kaybetmek ve bu durumu kabul etmek "şerefsizliktir." (Erzurum'dan Ölümüne Atatürk'le Beraber, Mazhar Müfit Kansu, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara, 1988, s.233).
Bütün şerefsizlere ve "Keşke Yunan gelse, keşke İngiliz gelse" diyen emperyalizm hayranlarına duyurulur.
'Bunlar Mussolini'nin ardından geliyorlar'
Bu bölümde Atatürk'ün Batı, Amerika ve emperyalizm hakkındaki sözlerinden bir demet aktarmak istiyorum:
"Bizler, Meclisçe, ulusça bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız." (Aralık 1921, D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi).
"Ulusumuz, bağımsızlığımıza vurulan darbeler ve varlığında açılan yaralar karşısında gözyaşı döküyordu. Emperyalizm kararını verdi, hareket başladı, artık maskeler atıldı. Türkiye parçalanacak, Türk halkı köle, aşağılık, sefil ve perişan edilecekti. Amaç bu idi.
Bu acımasız amaca ulaşmak için akla ve hayale gelmeyen her türlü yola başvuruldu. Özellikle Batı'nın kimi hükümetleri, kimi politikada adamları bunun böyle olmasında diretiyorlardı. Her türlü yalan dolanı kullandılar. Türkler vahşidir, acımasızdır, uygarlığın gereklerini benimsemeye yatkın değildir, dediler. Asıl vahşi, acımasız ve saldırgan kendileriydi." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2. Cilt, s.3535).
Bakın Gazi Hazretleri, Amerika için ne diyor:
"Amerika, Avrupa ve bütün Batı dünyası bilmelidir ki, Türkiye halkı kayıtsız ve şartsız özgür yaşamaya kesin karar ermiştir. Bu meşru kararı ihlale yönelik her kuvvet Türkiye'nin ebedi düşmanı kalır." (Atatürk Biyografisinin Esasları, N. Hakkı Alp, s.217).
"Dünya iki gruba ayrılmaktadır. Birincisi Doğu ki, kendi varlığını bağımsızlığını artık kavramıştır. Bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir grup daha var ki, bunlar sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz." (Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleyişleri, Sadi Borak).
"Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, c. 26, Kaynak Yayınları, s.144).
Son söz:
Bugün Atatürk'e en çok kim saldırıyor ve hangi cepheden saldırıyor?
Sözde dindar geçinenler dini zaviyeden saldırıyor.
Peki, Gazi, bunu 1930'larda nasıl gördü, nasıl uyarılarda bulundu, onu da aktaralım:
"İnkılabımızın tam dönüm anında topraklarımıza göz dikerek saldırmak isteyen düşmanın, dini ele alarak birçok fitne ve fesatla halkı kandırmaya kalkıp, türlü entrikalar çevirmekten çekinmeyeceği de muhakkaktır. Biliyor musunuz ki Mussolini peşindekilerle buraya gelirse nasıl gelecektir? Önünde dervişler, hacılar, hocalarla gelecektir. Din adamlarını elinde silah olarak kullanacaktır." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.18, Kaynak Yayınları, s.182).
Bugünün din adamlarına, Atatürk'e saldıran yobazlara ne güzel bir uyarı:
"Bunlar Mussolini'nin ardından geliyorlar."
OKAN EGESEL