Dünden Devam
Bana hitaben: "Oğlum! Allah'ın satvet, şiddet, kahr ve galebesi vardır. Cehennem ateşi ve azabı ile azap edilenlerle, seni kötülük ve günah yoluna ve isyana teşvik edenlerle arkadaşlık etme! Böyle kötü işler yapma! Zira gece, gündüz, melekler ve haram aylar senden feryad-ü figan etmekte, senden şikayetlerini Allah-û Teâla'nın huzuruna arzetmektedirler" derdi.
Babam, her ne zaman kızarak, zorlayarak bana bir şey yaptırmak isteseydi, üzerine yürür, ondan önce onu döverdim. Bir gün bu hâl üzere ona eriştiğimde babam çok incinip, üzüntülü ve kalbi kırık bir halde: "Ben elbette gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadetle geçiririm. Bu hâl ile Beytullah'a gider senden şikayet ederim. Senin zararından korunmak için Allah'tan yardım isterim" dedi. Bunun üzerine yedi gün oruç tuttu. Sonra bir boz deveye binip, Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Hacc-ı Ekber günü Kabe-i Muazzama'ya varıp, Kabe'nin örtüsüne yapışarak, bana beddua etti. Bana kırıklığı ile yaptığı duasında: "Aziz, Vahid ve Samed'in lütfunu umarak dünyanın her tarafından hayvana binmiş veya yaya olarak kendisine ziyarete gelen Beyt-i Şerif'in Rabbi! Sen benim hak ve intikamımı oğlumdan al! Mukaddesliğin, doğurmamış ve doğurulmamış sıfatının hürmetine, cömertlik ve kereminle oğlumun bir tarafını kurut" dedi.
Gökleri yüksek yapan, yerden sular çıkarıp akıtan Allah-u Teala'ya yemin ederim ki, babam daha sözünü bitirmeden benim sağ tarafım kurudu. Haremin avlusunda, Beyt-i Muhterem'in civarına atılmış bir kuru ağaç gibi oldum. Sabah, akşam insanlar, bana uğrayıp geçerler. "Bu adam, babasının kendisine ettiği, bedduasını Allah-u Teâla'nın kabul eylediği kimsedir" derlerdi. Deyip geniş olarak anlatınca, Hazret-i Ali (radıyallü anh) o adama: "Bundan sonra senin baban sana ne yaptı?" diye sordu. "Ey Mü'minlerin emiri! Ondan sonra, babalık şefkatini ve rızasın kazanmak için uğraşmalarım karşısında küçülmem ve de yerlere süründüğüm alçaklık kanatlarımın sebebi ile babam benden razı ve hoşnut olup, önce aleyhime dua ettiği yerde, bu kere de şifa bulmam için dua etmesini babamdan rica ettim. Kabul etti. Ben babamı bir deveye bindirerek, yolda her hizmetini yaparak, beraberce Irak vadisine geldiğimizde; bir ağaç üzerinde bir kuşun, bir hal ile uçmasından ötürü babamın bindiği deve ürktü; babam da deveden düşüp yolda vefat etti" cevabını söylediğinde Hazret-i Ali (radıyallahü anh) o adama: "Resululah'tan (sav) işitmiş olduğum şu duayı öğreteyim ki, hangi üzüntülü bir kimse onunla dua etmiş ise, Allah-u Teâla onun üzüntü ve elemini gidermiştir, her zor duruma düşeni onunla sıkıntı ve zorluktan kurtarmıştır".
Hz. Hüseyin buyurdu ki: "Bu halde babam, o kimseye bir dua öğretti. O kimse, o duayı okudu. Hemen şifa bulup hastalık ve sakatlıktan kurtuldu. Ertesi gün bizim yanımıza tam sıhhatli olarak geldiğinde, ben ona, "Ne yaptın, duayı nasıl okudun?" deyince; "İnsanlar uyurken, o duayı bir, iki ve üç defa okudum. Kulağıma, 'Allah-u Teâla sana yetişir. Sen Allah-u Teâla'ya öyle bir İsm-i Azam'la dua ettin ki, onunla dua olunduğunda kabûl olunur, onunla istediğin verilir' dendi. Sonra uyudum. Rüyamda Resulullah'ı (sav) gördüm. Olayı kendilerine arzettim. İnci saçılan mübarek dilinden: 'Amcamın oğlu Ali doğrudur. Sana İsm-i Azam'ı öğretti. Onunla dua kabul olunur, istenen şey verilir' kelamını duydum. Ben de onu okudum ve hemen uyandım. Kendimi yakalanmış bulunduğum hastalık ve sakatlıktan sağlam ve kurtulmuş buldum" dedi.
Hazret-i Ali (keremallahû veche): "İsm-i Azam duası, Arş hazinelerinden bir hazine ve definedir" buyurdu...
Elhasıl, akıl sahipleri için; günah, zulüm ve mazlumun duasını hor ve kıymetsiz tutmak ya da önemsenmemek doğru ve uygun değildir. Zira, Resulullah (sav) Efendimiz: "Zalimin zulmü, kıyamet gününün zulmetidir" buyurmuştur. Yine buyurmuştur ki: "Zavallı ve çaresiz bir kul, tazarru ve yalvarma ile ellerini göğe doğru kaldırıp açarak dua eylediğinde, Allah-û Teâla onun duasını kabul etmemekten haya eder. Duasını kabulde acele edip, ya dünyada muradını verir, yahud kıyamet gününe bırakır da duasının eseri orada görünür."
Bana hitaben: "Oğlum! Allah'ın satvet, şiddet, kahr ve galebesi vardır. Cehennem ateşi ve azabı ile azap edilenlerle, seni kötülük ve günah yoluna ve isyana teşvik edenlerle arkadaşlık etme! Böyle kötü işler yapma! Zira gece, gündüz, melekler ve haram aylar senden feryad-ü figan etmekte, senden şikayetlerini Allah-û Teâla'nın huzuruna arzetmektedirler" derdi.
Babam, her ne zaman kızarak, zorlayarak bana bir şey yaptırmak isteseydi, üzerine yürür, ondan önce onu döverdim. Bir gün bu hâl üzere ona eriştiğimde babam çok incinip, üzüntülü ve kalbi kırık bir halde: "Ben elbette gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadetle geçiririm. Bu hâl ile Beytullah'a gider senden şikayet ederim. Senin zararından korunmak için Allah'tan yardım isterim" dedi. Bunun üzerine yedi gün oruç tuttu. Sonra bir boz deveye binip, Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Hacc-ı Ekber günü Kabe-i Muazzama'ya varıp, Kabe'nin örtüsüne yapışarak, bana beddua etti. Bana kırıklığı ile yaptığı duasında: "Aziz, Vahid ve Samed'in lütfunu umarak dünyanın her tarafından hayvana binmiş veya yaya olarak kendisine ziyarete gelen Beyt-i Şerif'in Rabbi! Sen benim hak ve intikamımı oğlumdan al! Mukaddesliğin, doğurmamış ve doğurulmamış sıfatının hürmetine, cömertlik ve kereminle oğlumun bir tarafını kurut" dedi.
Gökleri yüksek yapan, yerden sular çıkarıp akıtan Allah-u Teala'ya yemin ederim ki, babam daha sözünü bitirmeden benim sağ tarafım kurudu. Haremin avlusunda, Beyt-i Muhterem'in civarına atılmış bir kuru ağaç gibi oldum. Sabah, akşam insanlar, bana uğrayıp geçerler. "Bu adam, babasının kendisine ettiği, bedduasını Allah-u Teâla'nın kabul eylediği kimsedir" derlerdi. Deyip geniş olarak anlatınca, Hazret-i Ali (radıyallü anh) o adama: "Bundan sonra senin baban sana ne yaptı?" diye sordu. "Ey Mü'minlerin emiri! Ondan sonra, babalık şefkatini ve rızasın kazanmak için uğraşmalarım karşısında küçülmem ve de yerlere süründüğüm alçaklık kanatlarımın sebebi ile babam benden razı ve hoşnut olup, önce aleyhime dua ettiği yerde, bu kere de şifa bulmam için dua etmesini babamdan rica ettim. Kabul etti. Ben babamı bir deveye bindirerek, yolda her hizmetini yaparak, beraberce Irak vadisine geldiğimizde; bir ağaç üzerinde bir kuşun, bir hal ile uçmasından ötürü babamın bindiği deve ürktü; babam da deveden düşüp yolda vefat etti" cevabını söylediğinde Hazret-i Ali (radıyallahü anh) o adama: "Resululah'tan (sav) işitmiş olduğum şu duayı öğreteyim ki, hangi üzüntülü bir kimse onunla dua etmiş ise, Allah-u Teâla onun üzüntü ve elemini gidermiştir, her zor duruma düşeni onunla sıkıntı ve zorluktan kurtarmıştır".
Hz. Hüseyin buyurdu ki: "Bu halde babam, o kimseye bir dua öğretti. O kimse, o duayı okudu. Hemen şifa bulup hastalık ve sakatlıktan kurtuldu. Ertesi gün bizim yanımıza tam sıhhatli olarak geldiğinde, ben ona, "Ne yaptın, duayı nasıl okudun?" deyince; "İnsanlar uyurken, o duayı bir, iki ve üç defa okudum. Kulağıma, 'Allah-u Teâla sana yetişir. Sen Allah-u Teâla'ya öyle bir İsm-i Azam'la dua ettin ki, onunla dua olunduğunda kabûl olunur, onunla istediğin verilir' dendi. Sonra uyudum. Rüyamda Resulullah'ı (sav) gördüm. Olayı kendilerine arzettim. İnci saçılan mübarek dilinden: 'Amcamın oğlu Ali doğrudur. Sana İsm-i Azam'ı öğretti. Onunla dua kabul olunur, istenen şey verilir' kelamını duydum. Ben de onu okudum ve hemen uyandım. Kendimi yakalanmış bulunduğum hastalık ve sakatlıktan sağlam ve kurtulmuş buldum" dedi.
Hazret-i Ali (keremallahû veche): "İsm-i Azam duası, Arş hazinelerinden bir hazine ve definedir" buyurdu...
Elhasıl, akıl sahipleri için; günah, zulüm ve mazlumun duasını hor ve kıymetsiz tutmak ya da önemsenmemek doğru ve uygun değildir. Zira, Resulullah (sav) Efendimiz: "Zalimin zulmü, kıyamet gününün zulmetidir" buyurmuştur. Yine buyurmuştur ki: "Zavallı ve çaresiz bir kul, tazarru ve yalvarma ile ellerini göğe doğru kaldırıp açarak dua eylediğinde, Allah-û Teâla onun duasını kabul etmemekten haya eder. Duasını kabulde acele edip, ya dünyada muradını verir, yahud kıyamet gününe bırakır da duasının eseri orada görünür."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.