Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır'. Bu cümleyi söylediğinde Ulu Önder, kimsenin aklına böyle bir taktikle dünyanın en güçlü uluslarını dize getirileceği gelmemişti. Peki ne demek istemişti Mustafa Kemal Paşa? En akıllı insanlar bile o zamana kadar kabul edilen askeri statükoyu kırmak anlamına gelen bu cümlenin erdemine o saniye varamamıştı. Şimdi bir an eski savaşları gözünüzün önüne getirin: Bir tarafın piyadesi, diğer tarafın piyadesine karşı savaş alanında üstünlük kurmuş durumda. En son piyade de yere düşünce, karşı taraf doğal olarak kazanıyor. Büyük zaferler büyük buluşlarla olurTabii, ismi üstünde Kurtuluş Savaşı normal ölçütlerde kabul edilebilecek bir savaş değildi. Gerçekte bir ölüm, kalım savaşıydı ve bu şartlarda bildiğimiz tür bir savaştan bahsetmek mümkün değildi. Yani bir noktada mücadele edilirken gerilemek zorunda kalınıyorsa, geriye gidilecek, siper kazılacak ve mücadeleye tekrar başlanacaktı. Ne Avrupalılar, ne de onların desteklediği Yunan Ordusu, böyle bir askeri anlayışla karşılaşabileceğini beklemiyordu. Bu nedenle hem sayıca, hem de teçhizat olarak üstün bir orduya karşı söke söke bir zafer kazanmak mümkün olabildi. Cesaret ve zekanın bir araya gelmesi dünyada eşi benzeri görülmemiş bir zaferin kazanılmasını sağladı. Cesaret ve zeka, maalesef tek başlarına yeterli olmuyor. Savaş Sanatlarının Filozofu Sun TZU, Milattan Önce 500 yıllarında şunu demiş: 'Eğer hem kendini hem de düşmanını biliyorsan zafer yakındır. Eğer kendini biliyor ama düşmanını bilmiyorsan zafer tehlikededir. Ne kendini, ne de düşmanını tanımayıp bir de savaşa giriyorsan sen yenilmeye mahkum bir ahmaksın'. Atatürk'ün entelektüel derinliği konusunda fazla bilgi sahibi olmayan Avrupalılar'ın en büyük yanlışlığı belki de Türk Ordusu'nu ve Türk insanının inatçı ve çılgın tarafını bilmemeleri oldu. Tabii demin de belirttiğimiz, sadece düşman ordusunun değil Türk Ordusu'nun da bazı komutanlarını hayret içinde bırakan yeni taktiğini anlamak için en baştaki cümleyi biraz daha açmak lazım:'Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz.' Yani demek istiyor ki, bu savaş sadece orduyla değil, vatandaşla birlikte, beyinle, bilekle ve yürekle pekişen bir savaştır. Bu bir ölüm, kalım mücadelesidir. Neden? Çünkü Türk insanı esaret altında yaşayamaz. Yüzyıllar boyu bu topraklarda hür yaşamış bir ulusu için tek parola olabilirdi: 'Ya İstiklal, Ya Ölüm!'Cesaret ve zeka yaratıcılığı getirirTABİİ söylemesi kolay ama iş er meydanına kaldığında iç titreten bu parolanın hakkını vermek için, yukarıda da belirttiğimiz gibi cesaret kadar zeka da gerekiyordu. Bu da çok şükür ziyadesiyle vardı. Büyük Zaferin 84. yıldönümünde, bu topraklarda hür yaşamamızı sağlayanlara borcumuzu yine zeka ve cesaretin pekiştiği zaferlerle ödeyebiliriz. Statükoyu korumak adına yaratıcılığı öldüren her anlayışa, muzaffer atalarımızın torunları olarak karşı çıkmalıyız. Ekonomiden, sanata, spordan devlet yönetimine kadar yaratıcı fikirleri destekleyerek Ulu Önder'in izinden gidebileceğimizi anladığımız gün, gerçekten onu da anlamış olacağız. Daha iyi anlamak için onun sözleriyle tamamlayalım:'...Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir...'
Emre Alkin/ Tercüman
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.