Irak'taki 'mezhep savaşı'nın nedeni Şii-Sünni düşmanlığı değil, ABD'yle İran arasındaki çıkar çatışması. İran bölgesel gücünün tanınması için, ABD de uluslararası hegemonyasını korumak için Irak'ı kullanıyor. İhtilaf nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, kabak Arapların başına patlayacak Iraklı ve Amerikalı yöneticiler, eski Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'i geçen yılın son gününde idam etti. Muhalifler de bu yılın ilk günlerinde 20 Iraklıyı ağaçlara asarak karşılık verdi. Her iki durumda da siyasi ve mezhepçi intikam hâkimdi ve düşündüğümüz gibi daha kanlı ve sıcak bir sürecin kapıları açıldı. Mezhep savaşının rüzgârı, başka Arap ülkelerinde de acılı Irak'tan ilham alarak esmeye başladı. ABD Başkanı George W. Bush, alevi körüklemek için askeri ve siyasi ağırlığıyla Irak'ın çalkantılı şartlarına aniden daldı ve yeni Irak stratejisinin hedefinin güvenliği getirmek, şiddete son vermek ve demokrasiyi başarılı kılmak olduğunu ifade etti. Mezhep savaşı İran'a da yarıyor Yeni Amerikan stratejisinin en önemli maddesi, Irak'a 20 bin asker gönderilmesine dair. Fakat, bu askerler Sünniler, Şiiler ve Kürtler arasında patlak veren mezhepsel ve etnik çekişmenin halihazırdaki şartlarının gölgesinde sükûnet bulamayacak; bu stratejinin kavrulan ateş çukuru üzerinde yakın vadede kontrol sağlayacağına inanmıyoruz. Süper güç, dört yıl zarfında Irak'ta gerçek bir siyasi, askeri veya demokratik başarı elde edemedi. Tabii Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi ve eski liderin idam edilmesi hariç. Fakat bu başarı aslında işleri daha da tehlikeli bir boyuta taşıdı. ABD mezhep ve etnisite savaşını tutuşturdu. Etnik ve dini intikam duygularını besledi, bölünmenin temellerini sağlamlaştırdı. 750 bin Iraklıyla 3 bin Amerikan askerinin ölümüne, bir milyon Iraklının başka ülkelere göç etmesine ve farklı bölgelerdeki Şiilerle Sünniler, Araplarla da Kürtler arasındaki karşılıklı mezhep temelli temizleme operasyonlarıyla yine bir milyon Iraklının tehcirine yol açtı. Ülkeyi, köktenciliğin ve şiddetin dünyadaki en sıcak bölgesine çevirdi. İran'ın Irak'taki siyasi nüfuzu derinleşirken, Amerikan vatandaşları bu kaybedilen savaşa şu ana kadar 400 milyar dolar harcadı. İran önemli bir bölgesel güç. Siyasi nüfuzu, emelleri, stratejik planları, yasal ve yasadışı talepleri var. Aynı zamanda en büyük Şii devleti olduğu için Şiiler üzerinde etkisi var. Mezhep kılıfı altında siyasi nüfuzunu genişletiyor, Suudi Arabistan ve Irak'tan sonra üçüncü büyük petrol rezervine sahip ülke konumunun sağladığı siyasi ve ekonomik imkânlar da mezhepsel etkisini destekliyor. İran savunma gerekçesiyle hızla nükleer kulübe de girmek istiyor. İşte bölge, iyaset, din, yenilenmiş emperyalist emeller ve bölgesel egemenlikle uluslararası hegemonya arasında işlerin birbirine karışmasıyla kaynıyor. Öncelikle Irak bir anda bir test ve deneme sahasında boğuldu. Ardından çekişme komşu ülkelere taşınacak. Bu durum sıranın kendilerine geleceğini bilen Arap ülkelerini endişelendiriyor. Çekişmenin özünü aslında Sünni-Şii veya İslam-Hıristiyanlık tartışması değil, Amerika-İran ihtilafı ve bu iki ülkenin müttefik ve dostları oluşturuyor. Derinlerinde de bu iki esaslı tarafın stratejik ve hayati çıkarları yatıyor. İran petrolünü kullanarak, zengin Körfez sahillerinden Suriye ve Lübnan kıyılarına uzanan bölgede, Mısır, Suudi Arabistan hatta belki Türkiye gibi diğer bölgesel güçlerin aleyhine olacak biçimde bölgesel bir güç sayılmak istiyor. ABD'yse buna müsaade etmiyor, aksine İsrail'in ve bazı dost Arap rejimlerinin güvenliğini teminat altına alarak Körfez ve Irak'taki petrol ve gaz alanları da dahil bölge üzerinde kara, deniz ve havadan tek başına hâkimiyet kurmak istiyor. O halde bu savaş esasında, din ve mezhep bulutunun altında yaşanan bir siyasi ve ekonomik çıkarlar savaşı. Zira ABD Irak savaşını 2003'te, Bush'a 'inen' ve kendisinden kötülere karşı iyilerin savaşını başlatmasını talep eden ilahi vahiy kılıfı altında açtı. Tahran'sa, ABD'nin İslam'a karşı sadece Irak'ta savaş açmadığını, İran ve komşu Arap ve İslam ülkelerinde de din ve kültürü hedef aldığını söylerek yanıt verdi. İran doğal olarak Irak'taki Şiileri destekledi; bir çok Şii milisi, özellikle de Abdulaziz el Hekim liderliğindeki İslam Devrimi Yüksek Konseyi'ne ve Mukteda Sadr liderliğindeki Sadr akımına bağlı Bedir güçleri ve Mehdi Ordusu'nu eğitti. Bağdat bile ikiye bölündü Irak'ta İran ve Amerika taraftarları siyasi, askeri ve dini olarak kendilerini belli ederken, nüfusun yüzde 15-17'sini oluşturan Sünni azınlık da öldürme ve tasfiye çukuruna düştü. Eski dosyalar açıldı, tarihi karanlıktan intikam çığlıkları yükseldi, Sünni ve Şiiler birbirlerini mezhebe göre öldürdü, camileri ve türbeleri yıktı. Irak'ta gerçek bir mezhep temizliği başladı. Etkin Şii çevreler orta ve güney bölgelerdeki dokuz vilayette özerk yönetim talep ediyor. Bu bölgeler petrol ve su zengini. Sünniler dört vilayette, özellikle de batıda ve Bağdat'ta durumu sağlama alırken, Kürtler kuzeydeki üç vilayetteki fiili bağımsızlıklarını kolluyor. Daha önce Bağdat'ın merkezi yönetimin başkenti olacağı tasavvur ediliyordu ancak Bağdat geçtiğimiz yıl mezhebe göre temizliğin pençesine düştü. Bugün Bağdat ikiye ayrılıyor. İlki, Dicle nehrinin doğusundaki Rasafa diye bilinen bölge. Burası Sünnilerin zorunlu tehciri sonrası tümüyle Şiileşti. İkincisiyse, Dicle'nin batısındaki Kerh diye bilinen bölge. Burası da, milislerin öldürme, korkutma ve karşılıklı tehcir uygulamaları sonrası Sünnileşti. Yani Bağdat, 'mezhepçi devlet'in mezhepçi modeli olarak ortaya çıktı. Irak mezhepler ve ırklar arasında parçalanıyor, Amerikalı koruyucu, İsrailli teşvikçi ve İranlı uyanık sayesinde cehennem kapıları açılıyor. Irak'ta Şiilerle Sünniler arasında patlak veren ve İran'ın siyasi ve dini olarak çok iyi kullandığı mezhep çekişmesinin, iğrençlik bakımından İran'la ABD arasındaki nükleer silah çatışmasından geride kalmadığı kesin. Nükleer savaş, Arapları ve uluslararası toplumu kutuplara ayırıyor. Bazıları İran'ın aynı anda iki savaşa girmesini garipsiyor; ancak bu iki savaşın birbirine hizmet ettiğini görüyoruz. Zira İran bütün siyasi ve askeri gücüyle Irak'a giriyor, müttefiklerini destekliyor ve onları nükleer projesini kabul ettirmek için ABD'yle savaşında kullanıyor. İran bölgesel nüfuzunu ve uluslararası alandaki tanınmış rolünü derinleştirmek için ABD ve dünyaya meydan okuyarak, nükleer projesini başarılı kılmakta ileri adım atıyor. ABD'yse Arap ve Avrupalı müttefiklerinin desteğiyle tam tersini yapıyor. İki senaryonun da sonu aynı Aynı sahne bir kez daha tekrarlanıyor. Mezhep ve din çekişmesi, stratejik çıkarların üzerini örtüyor. Askeri ve siyasi ihtilaf, yükselen bir bölgesel güçle inatçı bir uluslararası süper güç arasındaki kutuplaşma, mezhep ayrımcısı ve dinci emellere yansıyor. Peki biz neredeyiz? Şu iki senaryo karşısındayız: Birincisi, Irak üzerindeki İran-ABD çarpışmasının, bir yandan siyasi ve askeri savaş, diğer yandan da mezhepçi ve dini savaş kullanılarak başka Arap ülkelerine taşınacak biçimde sürmesi. Bu durum, bazı Arap ülkelerinin ve doğal olarak İsrail'in desteğini alabilir, ABD ve İsrail İran'a karşı bir nükleer saldırı düzenleyebilir. Böyle saldırıya karşılık İran etkili bir askeri misilleme yaparsa, Arap ülkeleri, Irak ve özellikle de Körfez ülkeleri, çekişme ve yıkım alanına dönüşür. İkinci senaryoya göre, ABD ve İranlı taraflar nüfuz, çıkar ve ganimetlerin dağılımında anlaşmaya vararak sükûnet ve anlayış sağlayabilir. O zaman da Arap ülkeleri ve özellikle de Irak ve Körfez ülkeleri, İran ve ABD sofrasındaki iştah kabartıcı bir mönüye dönüşecektir. Her iki senaryonun da aynı şekilde sonuçlanması şaşırtıcı. Kurban aynı, yani bizler. Bize düşense, paylaşım masasında olmamanın, zayıflık ve acziyetin faturasını ödemek. Salahaddin Hafız/ (Mısır gazetesi Ehram/ Radikal
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.