"Müslüman elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği, incinmediği insandır" (Sahih-i Buhari, İman 4) "Mümin; insanların, malları ve canları hususunda kendisine güven duydukları kimsedir" ( en-Nebhani, el Fethu'l kebir, II, 471). İnsanların -sadece Müslümanların değil, inananında, inanmayanın da zarar görmediği, bilakis fayda gördüğü insandır Müslüman. Allah'ın Sevgilisi böyle buyuruyor. İki Müslüman biraraya geliyor, fitneden, şerden başka bir işe yaradığı yok. Ondan sonra onların şahsında ilzam edilen yol, anlayış, dinimiz ve ahlakımız oluyor. Halbuki dinin günahı yok. Biz onun sadece avukatlığına soyunduk, hayatımıza zerre kadar geçirmedik. Nefis dünyamıza hakim kılmadık. Öyle olunca herkes de bizim şahsımızda o güzelim dini, Allah'ın son dinini reddediyor. Yazık, günah değil mi? Bunun hesabını veremeyiz. Allah, alemlerin Rabbi, terbiyecisidir. Böylece bir evrensel vesile olayı da var. Alemdeki bu vesilenin tecellilerinden bahseder mi? Zaten kainatta, mutlak fail-i Cenab-ı Vacibu'l Vücud Hazretleridir. Allah'ın dışında bir faili aramak kadar yanlış bir şey olamaz. Her şeyin tek faili, yani yaratıcısı Allah. Ama Allah, her şeyi yaratmasına rağmen bütün kainatta zatını gizlemiştir. Onun için de Cenab-ı Hak, gerek tabiattaki gerçeklerde, gerekse O'nu aramadaki gerçeklerle mutlaka bir, "Vesileye sarılınız" emrini vermiştir. Peygamber Efendimizden bahsettim. O Peygamber bir vesile. Neye? Nefsi tezkiyeye, Allah'a yürümeye vesile. Eğer o Peygamber olmasaydı nefisler tezkiye edilemecek, Kur'an öğrenilemeyecek, Allah'a yürünemeyecekti. Şimdi taşıyalım onu günümüzed. O halde bizim de Allah'a yürüyebilmemiz için, O peygamberin yaptığına varis, bizim nefsimizi terbiye eden biri olacak. Kur'an'ı öğreten, hikmeti öğreten olacak. Yani bir vesile olacak. Biz de o yolla nereye taşınacağız. Cenab-ı Hakk'a.