ŞİFRE / Emre AKMAN
Türkiye son bir kaç yıldır ABD, AB ve IMF kıskacı arasına alınmış adeta öğütülüyor.
IMF'nin sopa ve havuç politikası ile ülkemize getirdiği çöküşü, iliklerimize kadar hissediyoruz. Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yönelik emellerini tüm çıplaklığı ile Karen Fogg'un e-postaları sayesinde öğrendik.
Buna rağmen hala iktidarı ile muhalefeti ile Parlamento'daki partilerin pişkince, "AB Türkiye'yi neden bölsün? Birliğine alacağı ülkeyi neden zayıflatsın?" gibi sorular sormalarına ne demeli? Sanki Avrupa Türkiye'yi birliğe alacakmış gibi, kayıtsız şartsız AB'nin ön koşullarını yerine getirme noktasında yarış içindeler.
Yine U-2 uydu uçağına uçuş izni için bastıran ABD'nin komşularımızla bizi karşı karşıya getirecek taşkınlıkları da ABD'nin stratejik müttefikimiz değil bizi bir maşa gibi kullanmak isteyen "kovboy" olduğunu gösterdi.
ABD'nin bu talebini bereket versin ki Genelkurmay reddetti.
Dileriz hükümet, ABD'nin gözüne girme noktasında kendisi ile yarışan muhalefeti arkasına alarak bu konuda yeni bir taviz vermez. Avrupa Birliği'nin Türkiye aleyhine aldığı "Ermeni Soykırım Tasarısı"ndan sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "Türkiye'yi işkencecilikle suçlayan, Kürtlerin azınlık olarak kabul edilmediğini ve Rum ve Süryani azınlıklarının haklarının çiğnendiğini" iddia eden raporu da Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya dönük bir atraksiyon. ABD, Irak'a saldırı öncesinde Türkiye'nin elindeki kozları bir bir alarak güçsüz bir pozisyona itip pazarlık şansı vermemeye çalışıyor.
Bu konuda hükümet çevresinden tık yok. Peki ya ABD'nin samimi müttefiki olduklarını ABD gezisinde ifade eden Tayyip Erdoğan ne düşünüyor acaba? Her zor soruda olduğu gibi, "bu konuyu parti yetkili kurullarında görüşmeden cevap veremem" diyecektir herhalde.
Zaten Türkiye bugün ABD-IMF ve AB üçlüsü tarafından kurt kapanına alındıysa bunun en büyük nedeni de meclisteki iktidar ve muhalefet partilerinin tekmilinin birden "teslimiyetçi"likle yarışmaları değil mi?
Eskiden muhalefet partileri hiç değilse konumu gereği "teslimiyetçi" politikalara itiraz eder, kamuoyunu diri tutar, böylece iktidarı millete karşı sorumlu olmaya iterdi.
Ancak son yıllarda Meclis'teki partilerin AB-ABD-IMF şer üçlüsüne teslimiyeti bir kader gibi dayatmaları sayesinde ülke uçurumun kenarına getirildi.
Onun için olsa gerek milletimiz Kuvay-ı Milliye ruhu ile yeniden seferber oluyor. Bağımsız Türkiye Partisi'nin tanışma ve katılım gecelerine koşuyor.
Çünkü Milli Duruşun tek samimi, tutarlı, onurlu, kararlı adresi BTP gözüküyor.
8 Mart'ta Trabzon'da, Bursa'da Antep'te bağımsızlık ideali ile ellerinde Türk bayraklarıyla millet Prof. Dr. Haydar Baş Bey'le kucaklaşacak.
Çünkü Prof. Dr. Haydar Baş bir düşüşün çıkış yolunu gür sadasıyla haykırıyor.
Onun için ümitsizliğe yer yok. Sevr'i yırtıp atan bu millet, postmodern Sevr'leri, daha rafine, daha soft, daha naif Sevr'leri, Kopenhag Kriterlerini, Gümrük Birliği kemendini silkip atacaktır.
Tam bittiler, tükendiler dedikleri anda bu millet ayağa kalkmadı mı?
Türkiye son bir kaç yıldır ABD, AB ve IMF kıskacı arasına alınmış adeta öğütülüyor.
IMF'nin sopa ve havuç politikası ile ülkemize getirdiği çöküşü, iliklerimize kadar hissediyoruz. Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yönelik emellerini tüm çıplaklığı ile Karen Fogg'un e-postaları sayesinde öğrendik.
Buna rağmen hala iktidarı ile muhalefeti ile Parlamento'daki partilerin pişkince, "AB Türkiye'yi neden bölsün? Birliğine alacağı ülkeyi neden zayıflatsın?" gibi sorular sormalarına ne demeli? Sanki Avrupa Türkiye'yi birliğe alacakmış gibi, kayıtsız şartsız AB'nin ön koşullarını yerine getirme noktasında yarış içindeler.
Yine U-2 uydu uçağına uçuş izni için bastıran ABD'nin komşularımızla bizi karşı karşıya getirecek taşkınlıkları da ABD'nin stratejik müttefikimiz değil bizi bir maşa gibi kullanmak isteyen "kovboy" olduğunu gösterdi.
ABD'nin bu talebini bereket versin ki Genelkurmay reddetti.
Dileriz hükümet, ABD'nin gözüne girme noktasında kendisi ile yarışan muhalefeti arkasına alarak bu konuda yeni bir taviz vermez. Avrupa Birliği'nin Türkiye aleyhine aldığı "Ermeni Soykırım Tasarısı"ndan sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "Türkiye'yi işkencecilikle suçlayan, Kürtlerin azınlık olarak kabul edilmediğini ve Rum ve Süryani azınlıklarının haklarının çiğnendiğini" iddia eden raporu da Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya dönük bir atraksiyon. ABD, Irak'a saldırı öncesinde Türkiye'nin elindeki kozları bir bir alarak güçsüz bir pozisyona itip pazarlık şansı vermemeye çalışıyor.
Bu konuda hükümet çevresinden tık yok. Peki ya ABD'nin samimi müttefiki olduklarını ABD gezisinde ifade eden Tayyip Erdoğan ne düşünüyor acaba? Her zor soruda olduğu gibi, "bu konuyu parti yetkili kurullarında görüşmeden cevap veremem" diyecektir herhalde.
Zaten Türkiye bugün ABD-IMF ve AB üçlüsü tarafından kurt kapanına alındıysa bunun en büyük nedeni de meclisteki iktidar ve muhalefet partilerinin tekmilinin birden "teslimiyetçi"likle yarışmaları değil mi?
Eskiden muhalefet partileri hiç değilse konumu gereği "teslimiyetçi" politikalara itiraz eder, kamuoyunu diri tutar, böylece iktidarı millete karşı sorumlu olmaya iterdi.
Ancak son yıllarda Meclis'teki partilerin AB-ABD-IMF şer üçlüsüne teslimiyeti bir kader gibi dayatmaları sayesinde ülke uçurumun kenarına getirildi.
Onun için olsa gerek milletimiz Kuvay-ı Milliye ruhu ile yeniden seferber oluyor. Bağımsız Türkiye Partisi'nin tanışma ve katılım gecelerine koşuyor.
Çünkü Milli Duruşun tek samimi, tutarlı, onurlu, kararlı adresi BTP gözüküyor.
8 Mart'ta Trabzon'da, Bursa'da Antep'te bağımsızlık ideali ile ellerinde Türk bayraklarıyla millet Prof. Dr. Haydar Baş Bey'le kucaklaşacak.
Çünkü Prof. Dr. Haydar Baş bir düşüşün çıkış yolunu gür sadasıyla haykırıyor.
Onun için ümitsizliğe yer yok. Sevr'i yırtıp atan bu millet, postmodern Sevr'leri, daha rafine, daha soft, daha naif Sevr'leri, Kopenhag Kriterlerini, Gümrük Birliği kemendini silkip atacaktır.
Tam bittiler, tükendiler dedikleri anda bu millet ayağa kalkmadı mı?