Çok tehlikeli sularda yüzüyoruz.
Millet olarak başımıza bir belâ çuvalı daha geçirildi.
Çünkü Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın verdiği bir kararla Suriye ile fiilen savaşıyor. Oysa ne Erdoğan’ın ne hükümetin ülkeyi savaşa sokma yetkisi yok.
Bu yetki TBMM’ye ait. Erdoğan Obama’ya özeniyor; olmayan yetkiyi, Başkanlık yetkisini kullanıyor.
Niçin böyle söylüyoruz, son günlerdeki gelişmeleri bir arada değerlendirerek meramımızı anlatmaya çalışalım.
l. CNN ve El Arabia televizyonlarının ABD’li kaynaklara dayandırarak verdikleri habere göre ABD Başkanı Barack Obama Esad Rejimini devirmek için muhaliflere destek talimatı içeren “gizli” bir belge imzalıyor. Obama’nın böyle bir yetkisi var, çünkü ABD “Başkanlık sistemi” ile yönetiliyor.
2. ABD’de imzalanan Esad’ı devirme ile ilgili gizli belge, Türkiye’de, Reuters Ajansı’nın haberine göre, Adana’da gizli bir kamp olarak baş veriyor.
Sayın Selim Kotil de nakletti: Kampı Türkler kontrol ediyor. Türkiye, ana koordinatör ve kolaylaştırıcı. Üçgenin tepesinde Türkiye, tabanındaki köşelerinde ise Suudi Arabistan ve Katar var. Amerikalılar bu işe el sürmüyor. ABD istihbaratı bu durumu aracılar üzerinden yürütüyor. Aracılar silahlara ve geçiş yollarına erişimi kontrol ediyor.”
Yine NBC News’in iddiasına göre Suriye’de çatışan El Kaide militanlarına Türkiye’den MANAPD adı verilen ve omuzdan atılabilen füzelerden iki düzüne teslim ediliyor.
Tamam, CIA ve diğer imkânlarla Türkiye yahut başka ülkelerde icra-i faaliyette bulunması ve başka ülkelerin içişlerini silah kullanarak karıştırmaları Obama’nın yetkisi dâhilinde.
Lâkin böyle bir kampa izin verme ve yarın öbür gün PKK’nın eline geçtiğinde Türk savaş uçakları ve helikopterlerini düşürecek füzeleri başka ülkelerde kullanılmak üzere sevk etme Başbakan Erdoğan’ın yetkisi dâhilinde değil.
Yani Erdoğan yetki aşımı ile hem kendi güvenlik güçlerini tehlikeye atıyor, hem ülkesini bir başka ülke ile fiilen savaş haline sokmuş bulunuyor.
3.Devlet adamı her adımı devlet ve milletinin mutluluğu, güveni ve kazancı için yapar. Türkiye’de kontrolü CIA’nın elinde olan kamplar kurmak, Türkiye’de rejimi ve devleti yıkacak militanlar eğitip silahlandırarak komşu bir ülkeye göndermek Türkiye’nin mi işine yarıyor, başkalarının mı?
ABD’nin mevcut ve muhtemel yöneticileri ve cümle ABD yetkililerinin itirafları gösteriyor ki bu savaş İsrail ve ABD’nin çıkarı için yapılıyor. PKK da bundan nemalanıyor.
Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi Suriye’de rejim yıkılırsa, Türkiye bu yaptıklarının karşılığını Suriye’de kurulacak yeni sistemden alacak.
Bu bir ham hayal…
Hiç de öyle olmayacak.
Bunu biz değil eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, yani bir AKP’li söylüyor ve üç sebep sıralıyor:
Bir: Suriye’deki yeni Rejim Suudi Arabistan ve Katar’ın etkisi altında olacak. Çünkü Suriye, Katar ve Suudi Arabistan Arapça konuşuyorlar, Araplar.
İki: İsyanın finansmanını Suudi Arabistan ve Katar yüklenmiş durumda.
Üç: Katar ve Suudi Arabistan’da çok etkin ve güçlü bir Suriye lobisi, çok sayıda Suriye vatandaşı var. Mezhep olarak da etkisini artıracak olan Vahabiliktir.
Söyleyin Sayın Yakış haksız mı?
Kerkük’teki hangi Davutoğlu idi?
Barzani’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ani bir kararla Kerkük’e geçti, Türkmenlerle buluştu…
İyi de, Kerkük’ü ziyaret eden “Hani Davutoğlu” idi, doğrusu çok merak ettik…
Çünkü Kerkük denildiğinde biz “İki Davutoğlu” ile karşılaşıyoruz.
F. Sibel Yüksel’in 27.07.2012 tarihli yazısından aktaralım:
Irak işgal edilirken, Türkmen varlığı ile derin tarihi kökleri hiçe sayıp “Irak’ın içişidir, karışmayız” diyen AKP, bugün “Suriye bizim içişimizdir” diyerek savaş tamtamları çalıyor.
Tam bu noktada size daha önce yazmadığımız-yazılmamış bir olayı anlatacağım.
Sene 2004…
Yer, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık’taki odası.
Davutoğlu o tarihte Başbakanlık Başmüşaviri sıfatıyla hükümete dış politika danışmanlığı yapıyor.
Odada bir kaç gazeteciyiz. Benim dışımda hatırlayabildiğim kadarıyla CNN-Türk’ten Hande Fırat, NTV’den Nermin Yurteri, Milliyet’ten Önder Yılmaz, Hürriyet’ten Şehriban Oğhan, o zaman hangi kanalda olduğunu hatırlayamadığım Işınsu Tezkan ve yine isimlerini hatırlayamadığım bir kaç muhabir daha var.
Ahmet Davutoğlu aniden dedi ki:
“Arkadaşlar, Türkiye’nin Irak’ta artık Türkmen kartını oynamaktan vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kartın bize pratik hiç bir faydası olmadığı gibi, bölgedeki diğer etnik gruplarla güven ilişkisi kurmamızı engelliyor...”
Türkiye’nin himayesinden çıkmış bir Türkmen varlığının katliamlara hedef olacağı söylendi,
Davutoğlu Bey, “Hiç öyle bir tehlike yok. Olaylar bizim bildiğimiz gibi değil, Türkmenlerle Kürtler içiçe geçmiş, birlikte ticaret yapıyorlar. Türkmenlerin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu bizim safsatamız” buyurdu.
Dış politikada önemli bir fay kırığı anlamına gelen bu söylemin, resmi görüş olup olmadığı, en azından tartışılıp tartışılmadığı soruldu;
“Bu benim şahsi fikrim, ancak tartışılıyor” cevabı alındı…
“Türkiye Türkmen kartından vaz mı geçiyor başlıklı bir haber yapabilir miyiz?” suali tevcih olundu;
“Resmi kaynaklara dayandırılmamak ve de benim ismimi geçirmemek şartıyla yapılabilir” denildi...
Bunun, önemli bir psikolojik harbin ilk işaret fişeği olduğunu hisseden biz bir kaç kişi, görüşmenin içeriği hakkında kurumlarımıza bile bilgi vermedik, ancak CNN-Türk’ten Hande Fırat akşamüzeri haberi patlattı:
“Türkiye, Türkmen kartından vazgeçiyor!”
Evet, Kerkük denildiğinde bir bu kadim Davutoğlu var..
Bir de Kerkük’te, esip gürleyen, korkmayın, endişe etmeyin arkanızdayız, diyen yeni Davutoğlu…
Biz, daha da önemlisi Kerküklüler, şimdi, hangi Davutoğlu’na inanacak?
Millet olarak başımıza bir belâ çuvalı daha geçirildi.
Çünkü Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın verdiği bir kararla Suriye ile fiilen savaşıyor. Oysa ne Erdoğan’ın ne hükümetin ülkeyi savaşa sokma yetkisi yok.
Bu yetki TBMM’ye ait. Erdoğan Obama’ya özeniyor; olmayan yetkiyi, Başkanlık yetkisini kullanıyor.
Niçin böyle söylüyoruz, son günlerdeki gelişmeleri bir arada değerlendirerek meramımızı anlatmaya çalışalım.
l. CNN ve El Arabia televizyonlarının ABD’li kaynaklara dayandırarak verdikleri habere göre ABD Başkanı Barack Obama Esad Rejimini devirmek için muhaliflere destek talimatı içeren “gizli” bir belge imzalıyor. Obama’nın böyle bir yetkisi var, çünkü ABD “Başkanlık sistemi” ile yönetiliyor.
2. ABD’de imzalanan Esad’ı devirme ile ilgili gizli belge, Türkiye’de, Reuters Ajansı’nın haberine göre, Adana’da gizli bir kamp olarak baş veriyor.
Sayın Selim Kotil de nakletti: Kampı Türkler kontrol ediyor. Türkiye, ana koordinatör ve kolaylaştırıcı. Üçgenin tepesinde Türkiye, tabanındaki köşelerinde ise Suudi Arabistan ve Katar var. Amerikalılar bu işe el sürmüyor. ABD istihbaratı bu durumu aracılar üzerinden yürütüyor. Aracılar silahlara ve geçiş yollarına erişimi kontrol ediyor.”
Yine NBC News’in iddiasına göre Suriye’de çatışan El Kaide militanlarına Türkiye’den MANAPD adı verilen ve omuzdan atılabilen füzelerden iki düzüne teslim ediliyor.
Tamam, CIA ve diğer imkânlarla Türkiye yahut başka ülkelerde icra-i faaliyette bulunması ve başka ülkelerin içişlerini silah kullanarak karıştırmaları Obama’nın yetkisi dâhilinde.
Lâkin böyle bir kampa izin verme ve yarın öbür gün PKK’nın eline geçtiğinde Türk savaş uçakları ve helikopterlerini düşürecek füzeleri başka ülkelerde kullanılmak üzere sevk etme Başbakan Erdoğan’ın yetkisi dâhilinde değil.
Yani Erdoğan yetki aşımı ile hem kendi güvenlik güçlerini tehlikeye atıyor, hem ülkesini bir başka ülke ile fiilen savaş haline sokmuş bulunuyor.
3.Devlet adamı her adımı devlet ve milletinin mutluluğu, güveni ve kazancı için yapar. Türkiye’de kontrolü CIA’nın elinde olan kamplar kurmak, Türkiye’de rejimi ve devleti yıkacak militanlar eğitip silahlandırarak komşu bir ülkeye göndermek Türkiye’nin mi işine yarıyor, başkalarının mı?
ABD’nin mevcut ve muhtemel yöneticileri ve cümle ABD yetkililerinin itirafları gösteriyor ki bu savaş İsrail ve ABD’nin çıkarı için yapılıyor. PKK da bundan nemalanıyor.
Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi Suriye’de rejim yıkılırsa, Türkiye bu yaptıklarının karşılığını Suriye’de kurulacak yeni sistemden alacak.
Bu bir ham hayal…
Hiç de öyle olmayacak.
Bunu biz değil eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, yani bir AKP’li söylüyor ve üç sebep sıralıyor:
Bir: Suriye’deki yeni Rejim Suudi Arabistan ve Katar’ın etkisi altında olacak. Çünkü Suriye, Katar ve Suudi Arabistan Arapça konuşuyorlar, Araplar.
İki: İsyanın finansmanını Suudi Arabistan ve Katar yüklenmiş durumda.
Üç: Katar ve Suudi Arabistan’da çok etkin ve güçlü bir Suriye lobisi, çok sayıda Suriye vatandaşı var. Mezhep olarak da etkisini artıracak olan Vahabiliktir.
Söyleyin Sayın Yakış haksız mı?
Kerkük’teki hangi Davutoğlu idi?
Barzani’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ani bir kararla Kerkük’e geçti, Türkmenlerle buluştu…
İyi de, Kerkük’ü ziyaret eden “Hani Davutoğlu” idi, doğrusu çok merak ettik…
Çünkü Kerkük denildiğinde biz “İki Davutoğlu” ile karşılaşıyoruz.
F. Sibel Yüksel’in 27.07.2012 tarihli yazısından aktaralım:
Irak işgal edilirken, Türkmen varlığı ile derin tarihi kökleri hiçe sayıp “Irak’ın içişidir, karışmayız” diyen AKP, bugün “Suriye bizim içişimizdir” diyerek savaş tamtamları çalıyor.
Tam bu noktada size daha önce yazmadığımız-yazılmamış bir olayı anlatacağım.
Sene 2004…
Yer, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık’taki odası.
Davutoğlu o tarihte Başbakanlık Başmüşaviri sıfatıyla hükümete dış politika danışmanlığı yapıyor.
Odada bir kaç gazeteciyiz. Benim dışımda hatırlayabildiğim kadarıyla CNN-Türk’ten Hande Fırat, NTV’den Nermin Yurteri, Milliyet’ten Önder Yılmaz, Hürriyet’ten Şehriban Oğhan, o zaman hangi kanalda olduğunu hatırlayamadığım Işınsu Tezkan ve yine isimlerini hatırlayamadığım bir kaç muhabir daha var.
Ahmet Davutoğlu aniden dedi ki:
“Arkadaşlar, Türkiye’nin Irak’ta artık Türkmen kartını oynamaktan vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kartın bize pratik hiç bir faydası olmadığı gibi, bölgedeki diğer etnik gruplarla güven ilişkisi kurmamızı engelliyor...”
Türkiye’nin himayesinden çıkmış bir Türkmen varlığının katliamlara hedef olacağı söylendi,
Davutoğlu Bey, “Hiç öyle bir tehlike yok. Olaylar bizim bildiğimiz gibi değil, Türkmenlerle Kürtler içiçe geçmiş, birlikte ticaret yapıyorlar. Türkmenlerin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu bizim safsatamız” buyurdu.
Dış politikada önemli bir fay kırığı anlamına gelen bu söylemin, resmi görüş olup olmadığı, en azından tartışılıp tartışılmadığı soruldu;
“Bu benim şahsi fikrim, ancak tartışılıyor” cevabı alındı…
“Türkiye Türkmen kartından vaz mı geçiyor başlıklı bir haber yapabilir miyiz?” suali tevcih olundu;
“Resmi kaynaklara dayandırılmamak ve de benim ismimi geçirmemek şartıyla yapılabilir” denildi...
Bunun, önemli bir psikolojik harbin ilk işaret fişeği olduğunu hisseden biz bir kaç kişi, görüşmenin içeriği hakkında kurumlarımıza bile bilgi vermedik, ancak CNN-Türk’ten Hande Fırat akşamüzeri haberi patlattı:
“Türkiye, Türkmen kartından vazgeçiyor!”
Evet, Kerkük denildiğinde bir bu kadim Davutoğlu var..
Bir de Kerkük’te, esip gürleyen, korkmayın, endişe etmeyin arkanızdayız, diyen yeni Davutoğlu…
Biz, daha da önemlisi Kerküklüler, şimdi, hangi Davutoğlu’na inanacak?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hasan Demir / diğer yazıları
- Artık yeter! / 02.11.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015