İslam akaidine göre tevhid lafzı "La ilahe illallah Muhammeden Resûlullah"tır. Kurtuluşun yolu, bu hükmü kalp ile tasdik dil ile ikrar etmektir.
Bizim inancımıza göre hâkim-i mutlak olan Allah, her an her yerde hazır ve nazır iken tevhid inancından mahrum toplum ve insanlar Tanrı da diyebileceğimiz sözkonusu insanüstü güce kendi duyuş ve düşünüşlerine göre farklı farklı misyonlar yüklemişlerdir. Ekseriyetle; ünlü filozof Montaigne'in "Tanrılar vardır dedim ve diyeceğim her zaman / Ama insan işleriyle uğraştıklarına inanmam!" dizeleriyle dile getirdiği gibi kainatı yarattıktan sonra dünya işlerinden elini eteğini çektiğine dair bir kanaat tanrıyı biçimleyen hakim görüş olmuştur. Ve tevhid ehli bir yana, dünyada böyle kendi insafına göre farklı prestij ve itibarda bir doğaüstü güce inanmayan insan yok gibidir.
Nitekim ateizmin yetmiş küsur sene devlet politikası olarak insanlara dayatıldığı ve hatta tanrıya inanıyorum diyenlerin ölüm cezasına çaptırıldığı Rusya'da bile ateistlerin oranının % 4'ü geçmemiş olması bu gerçeğe çarpıcı bir delil olsa gerektir.
Tevhid lafzı üzerinde tahkik edilmesi gereken bir başka mesele de malum kişi ve çevrelerin Hıristiyan ve Yahudilerden bahisle "Onlar Hz. Muhammed'i kabul ediyorlar" tarzındaki bir yaklaşımla mezkur kimseleri de tevhid dairesine sokma gayretleridir. Burada Hz. Muhammed'i kabul etmekten maksat nedir, buna bakmak gerekir. Zira Yahudi ve Hıristiyanlar Hz. Muhammed'i geçmişte yaşamış gerçek bir şahıs olduğuna dair kabul etmektedirler. Oysa bu zaten yadsınamayacak bir gerçektir çünkü tarih, sünnet müessesesinin önemine binaen, hayatının her safhası Hz. Muhammed kadar iyi bilinen bir başka kimseyi kaydetmemiştir. Bugün bilim, miladdan önceki çağlara ilişkin bilgileri dahi rahatlıkla günışığına çıkarabiliyorken, bundan 14 asır evvel yaşamış bir kimsenin hayatına dair bilgileri elde etmek hiç mi hiç zor olamayan bir iştir.
Çok basit bir mukayese ile, filanca adam babasını reddetti dendiğinde nasıl, o adamın babasının vücudunun varlığını değil, babası olduğu gerçeğini reddettiği anlaşılıyorsa, aynen böyle, Hz. Muhammed'i kabul etmekten, O'nu kendisine tâbi olunacak bir peygamber olarak reddetmeyi anlamak gerekir. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanların kastı da budur. Onlar gerçek bir şahsiyet olarak Resûlullah'ı hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir. Hal böyleyken "bizim Peygamberimizi de kabul ediyorlar" mantığı ile bu din mensuplarını mü'min ilan etmeye çalışmak sürekli olarak işaret edegeldiğimiz sinsi bir oyunun parçasıdır.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle bahsedilmektedir: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimeler O'nu oğullarını bildikleri gibi bilip tanırlar" (Enam: 20).
Hayli enteresandır ki tahrif olunmuş halleriyle, mevcud Tevrat ve İncillerde bile Hz. Muhammed'in geleceğine dair mesajlar bulmak mümkündür. Nitekim Tevrat'ta Hz. Musa'nın dilinden İsrailoğullarına şöyle emredilmektedir: "Allah size oranızdan, kardeşlerinizden benim gibi bir Peygamber gönderecek, O'nu dinleyiniz. Hangi insan ki o peygamberin Allah adına konuştuğu söze itaat etmezse muhakkak Allah onu hesaba çekecektir." Sevgili Peygamberimiz de bir hadislerinde kendisine tâbi olmanın önemine işaretle "Musa ve İsa hayatta olsalardı bana uymaktan başka bir şey yapmaları kendilerine helal olmazdı" buyurmuşlardır. Buradan da anlaşılacağı üzere Hz. Muhammed'e tâbi olmak Allah'a inanmanın olmazsa olmaz şartıdır. Ve bir kere daha tekrar edelim ki tevhid lafzı "La ilahe illallah Muhammeden Resûlullah"tır.
Özgül AYDIN
Bizim inancımıza göre hâkim-i mutlak olan Allah, her an her yerde hazır ve nazır iken tevhid inancından mahrum toplum ve insanlar Tanrı da diyebileceğimiz sözkonusu insanüstü güce kendi duyuş ve düşünüşlerine göre farklı farklı misyonlar yüklemişlerdir. Ekseriyetle; ünlü filozof Montaigne'in "Tanrılar vardır dedim ve diyeceğim her zaman / Ama insan işleriyle uğraştıklarına inanmam!" dizeleriyle dile getirdiği gibi kainatı yarattıktan sonra dünya işlerinden elini eteğini çektiğine dair bir kanaat tanrıyı biçimleyen hakim görüş olmuştur. Ve tevhid ehli bir yana, dünyada böyle kendi insafına göre farklı prestij ve itibarda bir doğaüstü güce inanmayan insan yok gibidir.
Nitekim ateizmin yetmiş küsur sene devlet politikası olarak insanlara dayatıldığı ve hatta tanrıya inanıyorum diyenlerin ölüm cezasına çaptırıldığı Rusya'da bile ateistlerin oranının % 4'ü geçmemiş olması bu gerçeğe çarpıcı bir delil olsa gerektir.
Tevhid lafzı üzerinde tahkik edilmesi gereken bir başka mesele de malum kişi ve çevrelerin Hıristiyan ve Yahudilerden bahisle "Onlar Hz. Muhammed'i kabul ediyorlar" tarzındaki bir yaklaşımla mezkur kimseleri de tevhid dairesine sokma gayretleridir. Burada Hz. Muhammed'i kabul etmekten maksat nedir, buna bakmak gerekir. Zira Yahudi ve Hıristiyanlar Hz. Muhammed'i geçmişte yaşamış gerçek bir şahıs olduğuna dair kabul etmektedirler. Oysa bu zaten yadsınamayacak bir gerçektir çünkü tarih, sünnet müessesesinin önemine binaen, hayatının her safhası Hz. Muhammed kadar iyi bilinen bir başka kimseyi kaydetmemiştir. Bugün bilim, miladdan önceki çağlara ilişkin bilgileri dahi rahatlıkla günışığına çıkarabiliyorken, bundan 14 asır evvel yaşamış bir kimsenin hayatına dair bilgileri elde etmek hiç mi hiç zor olamayan bir iştir.
Çok basit bir mukayese ile, filanca adam babasını reddetti dendiğinde nasıl, o adamın babasının vücudunun varlığını değil, babası olduğu gerçeğini reddettiği anlaşılıyorsa, aynen böyle, Hz. Muhammed'i kabul etmekten, O'nu kendisine tâbi olunacak bir peygamber olarak reddetmeyi anlamak gerekir. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanların kastı da budur. Onlar gerçek bir şahsiyet olarak Resûlullah'ı hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir. Hal böyleyken "bizim Peygamberimizi de kabul ediyorlar" mantığı ile bu din mensuplarını mü'min ilan etmeye çalışmak sürekli olarak işaret edegeldiğimiz sinsi bir oyunun parçasıdır.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle bahsedilmektedir: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimeler O'nu oğullarını bildikleri gibi bilip tanırlar" (Enam: 20).
Hayli enteresandır ki tahrif olunmuş halleriyle, mevcud Tevrat ve İncillerde bile Hz. Muhammed'in geleceğine dair mesajlar bulmak mümkündür. Nitekim Tevrat'ta Hz. Musa'nın dilinden İsrailoğullarına şöyle emredilmektedir: "Allah size oranızdan, kardeşlerinizden benim gibi bir Peygamber gönderecek, O'nu dinleyiniz. Hangi insan ki o peygamberin Allah adına konuştuğu söze itaat etmezse muhakkak Allah onu hesaba çekecektir." Sevgili Peygamberimiz de bir hadislerinde kendisine tâbi olmanın önemine işaretle "Musa ve İsa hayatta olsalardı bana uymaktan başka bir şey yapmaları kendilerine helal olmazdı" buyurmuşlardır. Buradan da anlaşılacağı üzere Hz. Muhammed'e tâbi olmak Allah'a inanmanın olmazsa olmaz şartıdır. Ve bir kere daha tekrar edelim ki tevhid lafzı "La ilahe illallah Muhammeden Resûlullah"tır.
Özgül AYDIN
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.