Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Hz. Ebu Bekir harbe çıkacağı zaman Hz. Abbas'la (ra) Medine'nin dışına çıkar ve ona "Ya Abbas, sen nusret duasında bulun ben de 'amin' diyeyim. Ben umarım ki Nebiyy-i Ekrem'e yakınlığın dolayısıyla duan boşa çıkmaz" derdi.
Bu ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere kulun Allah'a takarrub etmesi mutlaka bir vasıta ile mümkündür. Bu vasıtalar sırası ile resuller, nebiler ve velilerdir. Tevessül müessesesi Hz. Peygamber ile başlar. Peygamberimizden sonra ulvi vazifeyi ümmetinden insan-ı kâmil dediğimiz zevat yerine getirmiştir. Kıyamete kadar da bu manevî vazife devam edecektir. Kulun Allah'a yaklaşmasında bu husus, Allah'ın kanunudur. Allah nasıl ki, dünyayı aydınlatmada güneşi, yağmuru yağdırmada bulutu, bitkiyi bitirmede toprağı sebep olarak yaratmışsa, kulun vuslatında da insan-ı kâmili vasıta olarak beşeriyete ikram etmiştir. Bu hususta İmam-ı Rabbani şunları söylemektedir: "İnsanları Allah'a ulaştıran yol ikidir: Birinci yol kurb-u nübüvvete taalluk eden yoldur. Bu yoldan erişenler enbiyadır. Onlara salat ve selam. Bir de onların ashabı kiramı. İkinci yol kurb-u velayettir. Allah-ü Teala'nın veli kulları bu yoldan vasıl olurlar. Bu yolun reisi Hz. Ali Murtaza'dır. Allah ondan râzı olsun. Resulullah (sav)'in mübarek ayağı O'nun başı üzerinde gibidir. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma bu makamda onunla ortaktırlar. Onlardan sonra bu ulvi vazife Abdülkadir Geylani'ye verilmiştir. Kutuplardan olsun, nücebadan olsun, aktab olsun hepsi onun tavassutu ile Allah'a ulaşırlar".
ŞEFAAT NEDİR?
Allah-ü Teala insanların kurtuluşu için dünyada nasıl nebi ve velileri vesile kılmış ise mahşerde tahakkuk edecek nihai ve zorlu hesap gününde de yine nebi ve velileri vesile kılmıştır. Lügatta aracılık yapmak, tavassul etmek, vesile olmak anlamına gelen 'şefaat' kelimesi, geniş anlamıyla bu tavassul müessesesini ifade etmektedir.
Ashabı-ı Kiram'ın hayatına bakıldığında, onların tavassut müessesesine ne derece sarıldıkları çok çarpıcı bir şekilde görülmektedir. O kadar ki, Sahabe-i Kiram, sadece tavassut müessesenin piri olan Resullahın şahs-ı şahanelerini vesile ittihaz etmekle kalmamış, O'nun elbisesinden yırtılan parçayı, vücudundan ayrılan kılı, ağzından çıkan tükürüğü, su içtiğinde arta kalan suyu... dahi irşad, hidayet ve kemalat yolunda ilerlemeye vasıta kabul etmişlerdir.
"Nebi Sav)'e bir bardak su getirildi. Resul-i Ekrem bundan bir miktar içti. Sağında ashabın en küçüğü olan genç oturuyordu. Yaşlılar da solunda ahz-ı mevki etmişlerdi. Bu vaziyette Resulullah (sav):
-Delikanlı! Bardakta kalanı ihtiyarlara vermeme izin verir misin? diye sordu. Genç sahabi:
-Ya Resulallah, senden gelen artığıma hiç kimseye ihsan etmem" diye cevap verdi de Resul-i Ekrem bardakta kalanı bu gence ihsan buyurdu".
Sehl İbn-i Sa'd (ra) rivayete göre şöyle demiştir: "Nebi (sav) bir kere Beni Aide sofrasına gelmişti ve bana 'ey Sehl bize su versene' buyurdu. Ben de şu kadehle onlara su verdim". Sehl'den bu kadehin kendisine hediye edilmesini istedi. O da hediye etti".
Buhari'de "Resul-i Ekrem'in mübarek saçıyla teberrük bahsinde şarih şöyle demektedir: "Ahmed ibn-i Hanbel'in Müsned'inde İbn-i Şirin'den rivayetine göre, Ubeydedü's Selmani Hazretleri "Resul-i Kibriya'nın vücud-i mukaddesinden ayrılan bir tüyü benim nazarımda yeryüzünde ve yeraltında bulunan bütün altın ve gümüş hazinelerinden daha kıymetlidir ve daha sevimlidir" demiştir.
Bir çok siyer ve tabakat ulemasının bildirdiklerine göre Halid b. Velid'in serpuşunda Resul-i Ekrem'in birkaç tane mübarek saçından mahfuz imiş. Bu cihetle bu seyf-i ilahi hangi gazaya gitse kendisine feth-ü zafer müseyyer olurdu. Bu büyük İslam dilaveri pek iyi bilmişti ki, Resul-i Kibriya'nın makdem-i nasıyesine münasip olan feth-ü zaferidir, her müşkülün sükunetle iktihamıdır".
Şefaatle ilgili ayet-i kerimeleri ise şöyle sıralayabiliriz:
"... O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?"
"... O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez".
"O gün, Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez".
"Onları yaklaşan güne karşı uyar. Zira (o gün) yürekler, korkudan adeta sökülüp gırtlaklara dayanmıştır, (kederlerini) yutkunup dururlar. Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulur bir aracıları vardır".
Konu ile ilgili hadis-i şerifler:
"Her peygamberin Allah-ü Teala'dan bir dileği vardı, onu diledi ve Allah indinde icabet ve kabul olundu. Fakat ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaate tahsis ve tehir ettim".
"... Kıyamet günü hulul ettiğinde (umumi surette) ben şefaat ederim. Bunun üzerine ben, Ya Rabbi! Gönlünde hardal tanesi kadar iman olanları cennete koy, diye niyaz ederim, bunlar cennete girerler. Sonra ben, ya Rabbi! Hardal tanesinden az imanı olanları da koy, diye şefaat ederim".
Bu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, şefaatin hak olduğu ve mutlaka gerçekleşeceği çok açık bir şekilde görülmektedir.
ŞEFAATİN KISIMLARI
"Şefaat beş kısımdır: Birincisi, Peygambere (sav) mahsustur ki, Kıyamet gününde durak yerindeki dehşet ve şiddetten rahata kavuşmak ve hesabın çabuk görülmesi hususundadır. İkincisi, bir takım bahtiyarların sualsiz hesapsız Cennete girmeleri hususundadır. Bunun dahi Peygamber (sav)'e mahsus olduğuna dair hadis vardır. Üçüncüsü, cehennemi hak etmiş bazı müminlerin hakkındadır. Resulullah ile, Allah'ın dilediği bazı zevat şefaat edeceklerdir. Dördüncüsü, fiilen cehenneme girmiş günahkarlar hakkındadır. Bunlara Peygamber (sav) melekler ve bazı müminler şefaat edecekler ve Allah-ü Teala Hazretleri için 'La ilahe illallah' diyen müminler cehennemden kurtulacaklardır. Beşincisi, cennetliklerin derecelerini ziyadeleştirmek hususundaki şefaattir".
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Hz. Ebu Bekir harbe çıkacağı zaman Hz. Abbas'la (ra) Medine'nin dışına çıkar ve ona "Ya Abbas, sen nusret duasında bulun ben de 'amin' diyeyim. Ben umarım ki Nebiyy-i Ekrem'e yakınlığın dolayısıyla duan boşa çıkmaz" derdi.
Bu ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere kulun Allah'a takarrub etmesi mutlaka bir vasıta ile mümkündür. Bu vasıtalar sırası ile resuller, nebiler ve velilerdir. Tevessül müessesesi Hz. Peygamber ile başlar. Peygamberimizden sonra ulvi vazifeyi ümmetinden insan-ı kâmil dediğimiz zevat yerine getirmiştir. Kıyamete kadar da bu manevî vazife devam edecektir. Kulun Allah'a yaklaşmasında bu husus, Allah'ın kanunudur. Allah nasıl ki, dünyayı aydınlatmada güneşi, yağmuru yağdırmada bulutu, bitkiyi bitirmede toprağı sebep olarak yaratmışsa, kulun vuslatında da insan-ı kâmili vasıta olarak beşeriyete ikram etmiştir. Bu hususta İmam-ı Rabbani şunları söylemektedir: "İnsanları Allah'a ulaştıran yol ikidir: Birinci yol kurb-u nübüvvete taalluk eden yoldur. Bu yoldan erişenler enbiyadır. Onlara salat ve selam. Bir de onların ashabı kiramı. İkinci yol kurb-u velayettir. Allah-ü Teala'nın veli kulları bu yoldan vasıl olurlar. Bu yolun reisi Hz. Ali Murtaza'dır. Allah ondan râzı olsun. Resulullah (sav)'in mübarek ayağı O'nun başı üzerinde gibidir. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma bu makamda onunla ortaktırlar. Onlardan sonra bu ulvi vazife Abdülkadir Geylani'ye verilmiştir. Kutuplardan olsun, nücebadan olsun, aktab olsun hepsi onun tavassutu ile Allah'a ulaşırlar".
ŞEFAAT NEDİR?
Allah-ü Teala insanların kurtuluşu için dünyada nasıl nebi ve velileri vesile kılmış ise mahşerde tahakkuk edecek nihai ve zorlu hesap gününde de yine nebi ve velileri vesile kılmıştır. Lügatta aracılık yapmak, tavassul etmek, vesile olmak anlamına gelen 'şefaat' kelimesi, geniş anlamıyla bu tavassul müessesesini ifade etmektedir.
Ashabı-ı Kiram'ın hayatına bakıldığında, onların tavassut müessesesine ne derece sarıldıkları çok çarpıcı bir şekilde görülmektedir. O kadar ki, Sahabe-i Kiram, sadece tavassut müessesenin piri olan Resullahın şahs-ı şahanelerini vesile ittihaz etmekle kalmamış, O'nun elbisesinden yırtılan parçayı, vücudundan ayrılan kılı, ağzından çıkan tükürüğü, su içtiğinde arta kalan suyu... dahi irşad, hidayet ve kemalat yolunda ilerlemeye vasıta kabul etmişlerdir.
"Nebi Sav)'e bir bardak su getirildi. Resul-i Ekrem bundan bir miktar içti. Sağında ashabın en küçüğü olan genç oturuyordu. Yaşlılar da solunda ahz-ı mevki etmişlerdi. Bu vaziyette Resulullah (sav):
-Delikanlı! Bardakta kalanı ihtiyarlara vermeme izin verir misin? diye sordu. Genç sahabi:
-Ya Resulallah, senden gelen artığıma hiç kimseye ihsan etmem" diye cevap verdi de Resul-i Ekrem bardakta kalanı bu gence ihsan buyurdu".
Sehl İbn-i Sa'd (ra) rivayete göre şöyle demiştir: "Nebi (sav) bir kere Beni Aide sofrasına gelmişti ve bana 'ey Sehl bize su versene' buyurdu. Ben de şu kadehle onlara su verdim". Sehl'den bu kadehin kendisine hediye edilmesini istedi. O da hediye etti".
Buhari'de "Resul-i Ekrem'in mübarek saçıyla teberrük bahsinde şarih şöyle demektedir: "Ahmed ibn-i Hanbel'in Müsned'inde İbn-i Şirin'den rivayetine göre, Ubeydedü's Selmani Hazretleri "Resul-i Kibriya'nın vücud-i mukaddesinden ayrılan bir tüyü benim nazarımda yeryüzünde ve yeraltında bulunan bütün altın ve gümüş hazinelerinden daha kıymetlidir ve daha sevimlidir" demiştir.
Bir çok siyer ve tabakat ulemasının bildirdiklerine göre Halid b. Velid'in serpuşunda Resul-i Ekrem'in birkaç tane mübarek saçından mahfuz imiş. Bu cihetle bu seyf-i ilahi hangi gazaya gitse kendisine feth-ü zafer müseyyer olurdu. Bu büyük İslam dilaveri pek iyi bilmişti ki, Resul-i Kibriya'nın makdem-i nasıyesine münasip olan feth-ü zaferidir, her müşkülün sükunetle iktihamıdır".
Şefaatle ilgili ayet-i kerimeleri ise şöyle sıralayabiliriz:
"... O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?"
"... O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez".
"O gün, Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez".
"Onları yaklaşan güne karşı uyar. Zira (o gün) yürekler, korkudan adeta sökülüp gırtlaklara dayanmıştır, (kederlerini) yutkunup dururlar. Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulur bir aracıları vardır".
Konu ile ilgili hadis-i şerifler:
"Her peygamberin Allah-ü Teala'dan bir dileği vardı, onu diledi ve Allah indinde icabet ve kabul olundu. Fakat ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaate tahsis ve tehir ettim".
"... Kıyamet günü hulul ettiğinde (umumi surette) ben şefaat ederim. Bunun üzerine ben, Ya Rabbi! Gönlünde hardal tanesi kadar iman olanları cennete koy, diye niyaz ederim, bunlar cennete girerler. Sonra ben, ya Rabbi! Hardal tanesinden az imanı olanları da koy, diye şefaat ederim".
Bu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, şefaatin hak olduğu ve mutlaka gerçekleşeceği çok açık bir şekilde görülmektedir.
ŞEFAATİN KISIMLARI
"Şefaat beş kısımdır: Birincisi, Peygambere (sav) mahsustur ki, Kıyamet gününde durak yerindeki dehşet ve şiddetten rahata kavuşmak ve hesabın çabuk görülmesi hususundadır. İkincisi, bir takım bahtiyarların sualsiz hesapsız Cennete girmeleri hususundadır. Bunun dahi Peygamber (sav)'e mahsus olduğuna dair hadis vardır. Üçüncüsü, cehennemi hak etmiş bazı müminlerin hakkındadır. Resulullah ile, Allah'ın dilediği bazı zevat şefaat edeceklerdir. Dördüncüsü, fiilen cehenneme girmiş günahkarlar hakkındadır. Bunlara Peygamber (sav) melekler ve bazı müminler şefaat edecekler ve Allah-ü Teala Hazretleri için 'La ilahe illallah' diyen müminler cehennemden kurtulacaklardır. Beşincisi, cennetliklerin derecelerini ziyadeleştirmek hususundaki şefaattir".
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.