Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eseri önsöz
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd, O’nun son ve yegâne hak din olarak gönderdiği İslam’ın Yüce Peygamberine sayısız salât ve selam olsun
18.11.2022 20:25:00
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a sonsuz hamd, O'nun son ve yegâne hak din olarak gönderdiği İslam'ın Yüce Peygamberine sayısız salât ve selam olsun.
İman ve İslam'ın bağırlarında yoğrulup insanlığa sunulduğu Ehl-i Beyt'in kutlu insanlarına ve onların işaret, istikamet ve sevgileriyle yol alan mü'minlere de selam olsun…
İslam, kuru iddialar veya mücerret mefhumlar yığını değildir; bilakis yaşanan bir hayattır.
"Canlı Kur'an" olan Resulullah'ın (s.a.v.) ailesi, İslam'ın yaşanan ve yaşayan özüdür.
Ehl-i Beyt, son peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ve aile efradının şahsında Kur'an-ı Kerim'in ve İslam'ın yaşam modelidir, canlı hâlidir. Ehl-i Beyt, imanın ve İslam medeniyetinin çekirdeğidir.
Türk Milleti, Ehl-i Beyt yoluyla İslam'la şereflendiler; bu yolu hayatlarına geçirmede de "Asakir'ullah-Allah'ın askerleri" unvanına layık oldular.
Hacı Bektaş'lar, Ahmet Yesevi'ler, Mevlana'lar, Yunus'lar, zaman içerisinde Ehl-i Beyt'in müşahhas örnekleri olarak insanlığı aydınlattılar.
Bu kadronun yetiştirdiği Alperenler, Anadolu'yu ve bütün cihanı dantel gibi örmüş, insanların gönüllerinde İslam'ın çırağını yakmışlardır.
Elinizdeki 'İmam Ali' adlı çalışmamız, bu bağlamda kendi iman ve medeniyetimizin temellerini yeniden keşfetmeye yönelik bir gayret ve Ehl-i Beyt'e olan minnet borcumuzu acizane eda etmek çabasıdır.
İslam dininin yaşanmış ve yaşanacak olan her türlü yücelikleri, her türlü hüzün ve fırtınalarının bir örneği adeta "Hane-i Saadet'te" yaşanmıştır.
Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'inde "… Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab Sûresi, 33) diye muştulayıp tebcil ettiği "Hane-i Saadet"te nübüvvet nuru ve velayet nuru cem olmuştur.
Bir başka ifadeyle, Ehl-i Beyt'in yüce İmamı Hz. Ali'deki "velayet nuru", âlemlere rahmet Hz. Muhammed'in 'Risalet nurunun' devamıdır. Risalet ve velayet nurları, adeta aynı madalyonun iki yüzü gibidir.
Peygamberlerin ve risaletin şahı Hz. Muhammed'dir, velayetin şahı ise Ali'yyül Murteza'dır. Ancak, Resulullah'tan sonra artık peygamber yoktur.
Resulullah (s.a.v.), abasının altına Ali'yyül Murteza'yı, Fâtımâ'tüz- Zehra'yı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i alarak "Bunlar Benim Ehl-i Beyt'imdir" diyerek takdim etmiştir.
Ehl-i Beyt, Resulüllah'tan bir parçadır
Yüce Allah, âlemlerin Rabbi, Resulullah ise âlemlere rahmet peygamberdir. Resulüllah (s.a.v.) ilmin ve hikmetin şehri; Hz. Ali ise kapısıdır.
Allah'ın koruması ve ismeti altındaki Resulüllah'ın ilim şehrine giden yolların hepsi Ali kapısından geçer.
Hak yollar Ali kapısına çıkar. Ali kapısı ise Resulüllah şehrine açılır… Resulüllah'ın şehrinde ise Yüce Allah bulunur, orası tevhit şehridir.
Kıyamet sabahına kadar her kim ki, İslam'ın nuru ile tenvîr olur; onun, Allah'ın lütfu, Resulullah'ın şefaati ile Hz. Ali'den bir nasibi vardır.
Yani Peygambere açılan kapı, mutlak surette Ali'den geçer. Bir insan nebevî yoldan feyz almış bile olsa, mutlaka onun Hz. Ali'den bir nasibi vardır.
Elinizdeki eserde de göreceğiniz gibi Hz. Ali (k. veche), İslam'ın ilk gününden son nefesine kadar tevhit, iman, ibadet, hikmet, adalet, feragat, fedakarlık, şecaat ve cesaret timsali olarak Resulullah'ın adeta ikiz kardeşi gibidir.
Musa'ya nispetle Harun ne ise; Resulullah'a nispetle Hz. Ali O'dur.
Kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan Ümmet-i Muhammed'e, Hz. Ali'nin "kim olduğu"nu bizzat Resulüllah anlatıyor, takdim ediyor:
"Şüphesiz ki, Ali Bendendir; Ben de O'ndanım. O, Benden sonra her mü'minin velisidir" (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 437-8; Tirmizi,X, 209).
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali'nin elini kaldırdı ve şöyle ilan etti: "Ali Bendendir, Ben de O'ndanım. Ali Benim velimdir, Benim namıma borcumu öder. Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Ben, O'na dost olanın dostuyum, düşmanının da düşmanıyım. Allah'ım, Ali'yi seveni sev, düşman olana Sen de düşman ol. O'na yardım edene de yardım et!" (Nesai, Hasais, Hd. No. 66, 95, 96; İbn Kesir, Bidaye, V, 212; el Bezzar, III, 188; Tirmizi, X, 221, Tuhfe; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 164-5 ve V, 3247)
Bera'a ibn-i Azib (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Nebi (s.a.v.)'i gördüm; O, Hasan ibn Ali'yi (r. ahuma) omzuna alarak, "Allah'ım, Ben bunu seviyorum, bunu Sen de sev" buyurdu (Nesaî, Hasais, Hd. No, 139; Tirmizi, X, 273-4, Tuhfe; İbn Hibban, 2294).
Takdir edersiniz ki, insanlık âleminde iki yol vardır… Biri, hak ve hakikat yolu, diğeri de insanlığı karanlıklara sürükleyen bâtıl cehalet yolu! İslam'ın intişarından sonra her dönem ve devirde zulümât perdeleri, Ehl-i Beyt dünyasını zaman zaman imha etmeye ve de yok etmeye çalışmışlardır.
Hz. Ali'nin şehadeti, Hz. Hüseyin'in şehadeti, Ehl-i Beyt imamlarının 12'sinden 7'sinin şehadeti, bu anlattığımız hususun açık bir izahıdır.
Resulüllah'ın (s.a.v.) rıhletinden hemen sonra, bu pak nesle karşı bir sırt çevirme başlamış, gelişen acı olaylar Hz. Ali'nin ve Hz. Hüseyin Efendimizin şehadeti ile sonuçlanmıştır.
Öyle ki, Hz. Ali'ye direkt dil uzatamayan muhalifler, babasına, Hz. Ebu Tâlib Efendimize iftiralarla saldırma yoluna gitmiş, velayet nurunun sahibi olan Hz. Ali'nin ilahi makamını lekelemeye çalışmışlardır.
Türk milleti de, her dönemde İslam'a sarılmış olsa da; bilhassa Yavuz Sultan Selim döneminde "saltanat tehdit altına girecek" diye vehmedilmiş; Şia mezhebi ile yapılan mücadelede, maalesef Ehl-i Beyt'e gönül veren insanlara haksızlık yapılmıştır. Saltanat yanlıları, Ehl-i Beyt'e aşık olmalarına rağmen, bilerek ya da bilmeyerek, Ehl-i Beyt'e farkında olmadan sırtını dönmüştür.
Yalnız bunun faturası kader planında öyle bir tecelli ile cevap bulmuştur ki, Ehl-i Beyt'e sırtını dönen bu insanlar, gönüllerini Tanzimat'la birlikte batıya çevirmiş, Ehl-i Beyt'in eğitimi, öğretimi adeta unutulmuştur.
Tam da bu noktada batıya dönen gönüller, azınlık adı altında Ehl-i Salib'e gönlünü kaptırmış; onlara hak verelim derken, koskoca bir imparatorluk inkıraza uğramış ve heba olup gitmiştir.
Şayet aynı yanlışlar devam eder; milletimizin varlık sebebi olan Ehl-i Beyt'e hizmet edilmez, eğitim-öğretim ve ekonomik destek sağlanmaz ise; korkarım tarih tekerrür eder, varlığımızı tehdit edecek kader hesapları ile karşı karşıya kalabiliriz.
Bu bağlamda, İmam Ali'ye dair bu çalışmamızın, siyasi imkan bulmamız durumunda açmayı planladığımız Ehl-i Beyt Üniversitesi için temel olmasını diliyorum.
Elinizdeki eserde göreceğiniz gibi, Hz. Ali, Resulullah'ın ahirete rıhletinden sonra da her Müslüman'ın yârı ve yardımcısı olmuştur.
Kendinden önce hilafet makamında bulunan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın her halükârda akıl, hüküm ve hikmet aldıkları baş danışmandır.
Eseri okuduğunuzda, İslam medeniyet tarihinde, adaletli devlet idareciliğinin en güzel örneklerinin ve kurumlarının, her türlü dahili fitne ve zor şartlara rağmen Hz. Ali (k. veche) tarafından ortaya konduğunu göreceksiniz.
Velayetin şahı olarak Hz. Ali'yi hakkıyla tanımak ve tanıtmak, elbette beşerin takatini aşmaktadır. Ancak elinizdeki eseri okuduğunuzda, O'nun eşsiz bir iman, ibadet, idare-yönetim, ilim ve vakar abidesi olduğunu fark edeceksiniz.
Böylece medeniyetimizin dayandığı temellerin, gerçekte ne kadar yüce ve güçlü olduğunu idrak ederek, yüreğiniz kuvvet bulacaktır.
Söz buraya gelmişken deriz ki, gönlünde Hz. Ali sevgisi taht kuran Türk milleti, işte hakikate ve insanlığa hizmet asaletine bu vesile ile ulaşmıştır.
Bu manada hiçbir Müslüman yoktur ki, o, Alevî olmasın. Alevîlik, Ali'yi sevmekse, o halde bütün Müslümanlar Alevî'dir. Bu manada inşaallah elinizdeki eserimiz, milletimiz için "birlik ve dirlik iksiri" olacaktır.
Bu vesile ile eserin hazırlanmasında başta muhterem eşim olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyor; velayetin şahı İmam Ali'nin şefaatlerini talep ederek, hem dünya hayatımızda "birlik ve dirlik" içinde olmayı, hem de Resulüllah'ın Havz-ı Kevseri'nin başında hep beraber cem olmayı Yüce Allah'tan niyaz ediyorum."
Prof. Dr. Haydar Baş Trabzon / 2010
İman ve İslam'ın bağırlarında yoğrulup insanlığa sunulduğu Ehl-i Beyt'in kutlu insanlarına ve onların işaret, istikamet ve sevgileriyle yol alan mü'minlere de selam olsun…
İslam, kuru iddialar veya mücerret mefhumlar yığını değildir; bilakis yaşanan bir hayattır.
"Canlı Kur'an" olan Resulullah'ın (s.a.v.) ailesi, İslam'ın yaşanan ve yaşayan özüdür.
Ehl-i Beyt, son peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ve aile efradının şahsında Kur'an-ı Kerim'in ve İslam'ın yaşam modelidir, canlı hâlidir. Ehl-i Beyt, imanın ve İslam medeniyetinin çekirdeğidir.
Türk Milleti, Ehl-i Beyt yoluyla İslam'la şereflendiler; bu yolu hayatlarına geçirmede de "Asakir'ullah-Allah'ın askerleri" unvanına layık oldular.
Hacı Bektaş'lar, Ahmet Yesevi'ler, Mevlana'lar, Yunus'lar, zaman içerisinde Ehl-i Beyt'in müşahhas örnekleri olarak insanlığı aydınlattılar.
Bu kadronun yetiştirdiği Alperenler, Anadolu'yu ve bütün cihanı dantel gibi örmüş, insanların gönüllerinde İslam'ın çırağını yakmışlardır.
Elinizdeki 'İmam Ali' adlı çalışmamız, bu bağlamda kendi iman ve medeniyetimizin temellerini yeniden keşfetmeye yönelik bir gayret ve Ehl-i Beyt'e olan minnet borcumuzu acizane eda etmek çabasıdır.
İslam dininin yaşanmış ve yaşanacak olan her türlü yücelikleri, her türlü hüzün ve fırtınalarının bir örneği adeta "Hane-i Saadet'te" yaşanmıştır.
Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'inde "… Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab Sûresi, 33) diye muştulayıp tebcil ettiği "Hane-i Saadet"te nübüvvet nuru ve velayet nuru cem olmuştur.
Bir başka ifadeyle, Ehl-i Beyt'in yüce İmamı Hz. Ali'deki "velayet nuru", âlemlere rahmet Hz. Muhammed'in 'Risalet nurunun' devamıdır. Risalet ve velayet nurları, adeta aynı madalyonun iki yüzü gibidir.
Peygamberlerin ve risaletin şahı Hz. Muhammed'dir, velayetin şahı ise Ali'yyül Murteza'dır. Ancak, Resulullah'tan sonra artık peygamber yoktur.
Resulullah (s.a.v.), abasının altına Ali'yyül Murteza'yı, Fâtımâ'tüz- Zehra'yı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i alarak "Bunlar Benim Ehl-i Beyt'imdir" diyerek takdim etmiştir.
Ehl-i Beyt, Resulüllah'tan bir parçadır
Yüce Allah, âlemlerin Rabbi, Resulullah ise âlemlere rahmet peygamberdir. Resulüllah (s.a.v.) ilmin ve hikmetin şehri; Hz. Ali ise kapısıdır.
Allah'ın koruması ve ismeti altındaki Resulüllah'ın ilim şehrine giden yolların hepsi Ali kapısından geçer.
Hak yollar Ali kapısına çıkar. Ali kapısı ise Resulüllah şehrine açılır… Resulüllah'ın şehrinde ise Yüce Allah bulunur, orası tevhit şehridir.
Kıyamet sabahına kadar her kim ki, İslam'ın nuru ile tenvîr olur; onun, Allah'ın lütfu, Resulullah'ın şefaati ile Hz. Ali'den bir nasibi vardır.
Yani Peygambere açılan kapı, mutlak surette Ali'den geçer. Bir insan nebevî yoldan feyz almış bile olsa, mutlaka onun Hz. Ali'den bir nasibi vardır.
Elinizdeki eserde de göreceğiniz gibi Hz. Ali (k. veche), İslam'ın ilk gününden son nefesine kadar tevhit, iman, ibadet, hikmet, adalet, feragat, fedakarlık, şecaat ve cesaret timsali olarak Resulullah'ın adeta ikiz kardeşi gibidir.
Musa'ya nispetle Harun ne ise; Resulullah'a nispetle Hz. Ali O'dur.
Kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan Ümmet-i Muhammed'e, Hz. Ali'nin "kim olduğu"nu bizzat Resulüllah anlatıyor, takdim ediyor:
"Şüphesiz ki, Ali Bendendir; Ben de O'ndanım. O, Benden sonra her mü'minin velisidir" (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 437-8; Tirmizi,X, 209).
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali'nin elini kaldırdı ve şöyle ilan etti: "Ali Bendendir, Ben de O'ndanım. Ali Benim velimdir, Benim namıma borcumu öder. Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Ben, O'na dost olanın dostuyum, düşmanının da düşmanıyım. Allah'ım, Ali'yi seveni sev, düşman olana Sen de düşman ol. O'na yardım edene de yardım et!" (Nesai, Hasais, Hd. No. 66, 95, 96; İbn Kesir, Bidaye, V, 212; el Bezzar, III, 188; Tirmizi, X, 221, Tuhfe; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV, 164-5 ve V, 3247)
Bera'a ibn-i Azib (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Nebi (s.a.v.)'i gördüm; O, Hasan ibn Ali'yi (r. ahuma) omzuna alarak, "Allah'ım, Ben bunu seviyorum, bunu Sen de sev" buyurdu (Nesaî, Hasais, Hd. No, 139; Tirmizi, X, 273-4, Tuhfe; İbn Hibban, 2294).
Takdir edersiniz ki, insanlık âleminde iki yol vardır… Biri, hak ve hakikat yolu, diğeri de insanlığı karanlıklara sürükleyen bâtıl cehalet yolu! İslam'ın intişarından sonra her dönem ve devirde zulümât perdeleri, Ehl-i Beyt dünyasını zaman zaman imha etmeye ve de yok etmeye çalışmışlardır.
Hz. Ali'nin şehadeti, Hz. Hüseyin'in şehadeti, Ehl-i Beyt imamlarının 12'sinden 7'sinin şehadeti, bu anlattığımız hususun açık bir izahıdır.
Resulüllah'ın (s.a.v.) rıhletinden hemen sonra, bu pak nesle karşı bir sırt çevirme başlamış, gelişen acı olaylar Hz. Ali'nin ve Hz. Hüseyin Efendimizin şehadeti ile sonuçlanmıştır.
Öyle ki, Hz. Ali'ye direkt dil uzatamayan muhalifler, babasına, Hz. Ebu Tâlib Efendimize iftiralarla saldırma yoluna gitmiş, velayet nurunun sahibi olan Hz. Ali'nin ilahi makamını lekelemeye çalışmışlardır.
Türk milleti de, her dönemde İslam'a sarılmış olsa da; bilhassa Yavuz Sultan Selim döneminde "saltanat tehdit altına girecek" diye vehmedilmiş; Şia mezhebi ile yapılan mücadelede, maalesef Ehl-i Beyt'e gönül veren insanlara haksızlık yapılmıştır. Saltanat yanlıları, Ehl-i Beyt'e aşık olmalarına rağmen, bilerek ya da bilmeyerek, Ehl-i Beyt'e farkında olmadan sırtını dönmüştür.
Yalnız bunun faturası kader planında öyle bir tecelli ile cevap bulmuştur ki, Ehl-i Beyt'e sırtını dönen bu insanlar, gönüllerini Tanzimat'la birlikte batıya çevirmiş, Ehl-i Beyt'in eğitimi, öğretimi adeta unutulmuştur.
Tam da bu noktada batıya dönen gönüller, azınlık adı altında Ehl-i Salib'e gönlünü kaptırmış; onlara hak verelim derken, koskoca bir imparatorluk inkıraza uğramış ve heba olup gitmiştir.
Şayet aynı yanlışlar devam eder; milletimizin varlık sebebi olan Ehl-i Beyt'e hizmet edilmez, eğitim-öğretim ve ekonomik destek sağlanmaz ise; korkarım tarih tekerrür eder, varlığımızı tehdit edecek kader hesapları ile karşı karşıya kalabiliriz.
Bu bağlamda, İmam Ali'ye dair bu çalışmamızın, siyasi imkan bulmamız durumunda açmayı planladığımız Ehl-i Beyt Üniversitesi için temel olmasını diliyorum.
Elinizdeki eserde göreceğiniz gibi, Hz. Ali, Resulullah'ın ahirete rıhletinden sonra da her Müslüman'ın yârı ve yardımcısı olmuştur.
Kendinden önce hilafet makamında bulunan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın her halükârda akıl, hüküm ve hikmet aldıkları baş danışmandır.
Eseri okuduğunuzda, İslam medeniyet tarihinde, adaletli devlet idareciliğinin en güzel örneklerinin ve kurumlarının, her türlü dahili fitne ve zor şartlara rağmen Hz. Ali (k. veche) tarafından ortaya konduğunu göreceksiniz.
Velayetin şahı olarak Hz. Ali'yi hakkıyla tanımak ve tanıtmak, elbette beşerin takatini aşmaktadır. Ancak elinizdeki eseri okuduğunuzda, O'nun eşsiz bir iman, ibadet, idare-yönetim, ilim ve vakar abidesi olduğunu fark edeceksiniz.
Böylece medeniyetimizin dayandığı temellerin, gerçekte ne kadar yüce ve güçlü olduğunu idrak ederek, yüreğiniz kuvvet bulacaktır.
Söz buraya gelmişken deriz ki, gönlünde Hz. Ali sevgisi taht kuran Türk milleti, işte hakikate ve insanlığa hizmet asaletine bu vesile ile ulaşmıştır.
Bu manada hiçbir Müslüman yoktur ki, o, Alevî olmasın. Alevîlik, Ali'yi sevmekse, o halde bütün Müslümanlar Alevî'dir. Bu manada inşaallah elinizdeki eserimiz, milletimiz için "birlik ve dirlik iksiri" olacaktır.
Bu vesile ile eserin hazırlanmasında başta muhterem eşim olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyor; velayetin şahı İmam Ali'nin şefaatlerini talep ederek, hem dünya hayatımızda "birlik ve dirlik" içinde olmayı, hem de Resulüllah'ın Havz-ı Kevseri'nin başında hep beraber cem olmayı Yüce Allah'tan niyaz ediyorum."
Prof. Dr. Haydar Baş Trabzon / 2010