Türkiye Cumhuriyeti'nin "ilk Amerikan sevdalısı Başbakanı" olan Adnan Menderes, 1959'da Washington'la dostluğun bir hayır getirmediğini gördüğünde artık çok geçti.
Menderes borç alamadığı Amerika'ya tepki olarak, hiç değilse ilişkileri dengelemek üzere Moskova'yı ziyaret etme kararı aldı. Tarih bile belirlendi, ama dedik ya çok geçti. Menderes'in ziyaretinden kısa bir süre önce 60 ihtilali yaşandı. Sonrası malum:
Başbakan asıldı, ihtilal komutanları yaptıkları ilk açıklamada "NATO'ya bağlıyız" mesajı verdiler.
1964'te ünlü Johnson mektubu İnönü'ye ulaştığında Türkiye, şapkasını önüne koydu. Hayat alanı Kıbrıs'ta stratejik ortak bellediği Amerika, karşısına çıkıyor ve "benim silahımla savaşamazsın" diyordu. Sonuçta Türkiye, Milli Savunma Sanayii'sinin temellerini bu krizden sonra attı.
Denilebilir ki Johnson mektubu olmasa, 74 Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirilemezdi.
1960'ların sonunda Amerika ile bu kez haşhaş krizi yaşandı. Nixon Türkiye'ye "Haşhaş üretimini yasaklayın" dedi. İktidarda Demirel hükumeti vardı. Adalet Partisi azami ekseriyeti çiftçi olan tabanını kaybetmemek için, bu çağrıyı redetti. 12 Mart müdahalesi ile Haşhaş üretimi yasaklandı.
İhtilalden sonra iktidara gelen Ecevit, yasağı kaldırdı.
1960'lı yıllarda ilginç bir gelişme daha yaşandı. ABD düşman(!) Sovyetler Birliğini, dost(!) Türkiye'ye tercih etti. Washington; Türkiye'nin o günlerde temel ihraç maddesi olan ve ekonomisini bu maddenin dış satımından elde ettiği gelir üzerine oturttuğu "Krom madeni"ni bizden değil, Sovyetlerden almaya başladı.
Demirel kızdı, Moskova'nın yolunu tuttu. Sonuçta Seydişehir Aluminyum, İskenderun Demir Çelik tesisleri gibi ülkenin en ciddi üretim merkezleri kuruldu.
1991'de Körfez Savaşı çıktığında, iktidarda Turgut Özal vardı. Her yolu Washington'a açılan Özal, ABD'nin talep etmesini beklemeksizin Türkiye-Irak petrol boru hattını kapattı. Baba Bush'u bölgeye davet etti.
Sonuçta Amerika Irak'a girdi ama PKK'yı da, heybesine koyarak...
Özal-Bush dostluğundan geriye kalan 30 bin insanın şehadeti ve 150 milyar $'lık kayıp oldu...
60 yıllık ilişkiler sürecinde ABD Türkiye'yi ekonomiden dış politikaya, güvenlikten siyasete kadar her konuda "sarmaladı". Ama asıl önemlisi ülkeyi "düşünce kalıplarında" teslim alması oldu.
Türkiye'ye "bizsiz hiç birşey yapamazsınız" mantığını yerleştirdi.
Oysa 60 yıllık hikayenin yukarıda anlattığımız bölümlerinde de okunacağı üzere, asıl "kendileriyle" hiç bir şey yapamıyorduk.
Şimdi iktidarda Erdoğan-Gül hükumeti var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin "en Amerikancı, en ders almaz hükumeti..."
Özal'la yarışacak, Özalla atbaşı gidecek bir ABD sevgisi ve ABD bağımlılığı var hükümetin.
ABD, 60 yıldır yerleştirdiği "alışkanlık" ve "kurumların bağımlılığı" üzerine şimdi bu avantajı da kullanarak, onun getirdiği alışkanlıkla strateji belirliyor.
ABD'nin Dışişleri Bakanı Colin Powell "Türk askerini Irak halkı istemiyor" derken, işte bu birikimden aldığı güçle konuşuyor.
Washington Irak'ta su gibi, ekmek gibi muhtaç olduğu Türk Askeri için en ufak bir çekince koymaksızın, Dışişleri Bakanı aracılığıyla ferman kesiyor. Taktik bir duruş içine giriyor.
"Nasıl olsa Türkiye çantada keklik, nasılolsa Ankara'da sıkı dostlar var... "
Irak denkleminin bizim için vazgeçilmez parçası olan PKK konusunda da, en ufak bir ciddiyet ve sorumluluk hissetmiyor. Bunun da nedeni yine aynı...
Güvenilen kapıların sonuna kadar kayıtsız, şartsız açılacağına dair inanç.
Böyle olmasa, küçücük de olsa bir itiraz geleceğine inansa, müellifi olduğu af yasasının sonuçlarını görmek için "6 ay daha bekleyeceğiz" diyebilir miydi?
Eğer PKK terörist örgütse bu ne perhiz, bu ne turşu?
Yoksa PKK, terör listesinden çıktı da bizim haberimiz mi yok?
Asıl önemlisi ise şu;
Amerikalılar Kuzey Irak'ta Ensar-ül İslam adlı bir örgütü, terörist iddiasıyla daha bu topraklara adım attıkları ilk günde çökerttiler.
Bunun için ne bir af yasası çıkarttılar, ne de Altı ay beklediler.
Ensar-ül İslam'a anında infaz, PKK pazarlığa tabii.
Ensar-ül İslam kötü terörist, PKK iyi terörist...
ABD'yi anladık. O üzerine düşeni yapıyor. Ama ya Ankara, ya hükumet?
Allah aşkına şu PKK kartı masaya sürüldüğünde, Ensar-ül İslam'ı hatırlatacak bir Allah'ın kulu yokmu? Mümkünse bir de ABD'den yediğimiz kazıkların tarihini...
Menderes borç alamadığı Amerika'ya tepki olarak, hiç değilse ilişkileri dengelemek üzere Moskova'yı ziyaret etme kararı aldı. Tarih bile belirlendi, ama dedik ya çok geçti. Menderes'in ziyaretinden kısa bir süre önce 60 ihtilali yaşandı. Sonrası malum:
Başbakan asıldı, ihtilal komutanları yaptıkları ilk açıklamada "NATO'ya bağlıyız" mesajı verdiler.
1964'te ünlü Johnson mektubu İnönü'ye ulaştığında Türkiye, şapkasını önüne koydu. Hayat alanı Kıbrıs'ta stratejik ortak bellediği Amerika, karşısına çıkıyor ve "benim silahımla savaşamazsın" diyordu. Sonuçta Türkiye, Milli Savunma Sanayii'sinin temellerini bu krizden sonra attı.
Denilebilir ki Johnson mektubu olmasa, 74 Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirilemezdi.
1960'ların sonunda Amerika ile bu kez haşhaş krizi yaşandı. Nixon Türkiye'ye "Haşhaş üretimini yasaklayın" dedi. İktidarda Demirel hükumeti vardı. Adalet Partisi azami ekseriyeti çiftçi olan tabanını kaybetmemek için, bu çağrıyı redetti. 12 Mart müdahalesi ile Haşhaş üretimi yasaklandı.
İhtilalden sonra iktidara gelen Ecevit, yasağı kaldırdı.
1960'lı yıllarda ilginç bir gelişme daha yaşandı. ABD düşman(!) Sovyetler Birliğini, dost(!) Türkiye'ye tercih etti. Washington; Türkiye'nin o günlerde temel ihraç maddesi olan ve ekonomisini bu maddenin dış satımından elde ettiği gelir üzerine oturttuğu "Krom madeni"ni bizden değil, Sovyetlerden almaya başladı.
Demirel kızdı, Moskova'nın yolunu tuttu. Sonuçta Seydişehir Aluminyum, İskenderun Demir Çelik tesisleri gibi ülkenin en ciddi üretim merkezleri kuruldu.
1991'de Körfez Savaşı çıktığında, iktidarda Turgut Özal vardı. Her yolu Washington'a açılan Özal, ABD'nin talep etmesini beklemeksizin Türkiye-Irak petrol boru hattını kapattı. Baba Bush'u bölgeye davet etti.
Sonuçta Amerika Irak'a girdi ama PKK'yı da, heybesine koyarak...
Özal-Bush dostluğundan geriye kalan 30 bin insanın şehadeti ve 150 milyar $'lık kayıp oldu...
60 yıllık ilişkiler sürecinde ABD Türkiye'yi ekonomiden dış politikaya, güvenlikten siyasete kadar her konuda "sarmaladı". Ama asıl önemlisi ülkeyi "düşünce kalıplarında" teslim alması oldu.
Türkiye'ye "bizsiz hiç birşey yapamazsınız" mantığını yerleştirdi.
Oysa 60 yıllık hikayenin yukarıda anlattığımız bölümlerinde de okunacağı üzere, asıl "kendileriyle" hiç bir şey yapamıyorduk.
Şimdi iktidarda Erdoğan-Gül hükumeti var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin "en Amerikancı, en ders almaz hükumeti..."
Özal'la yarışacak, Özalla atbaşı gidecek bir ABD sevgisi ve ABD bağımlılığı var hükümetin.
ABD, 60 yıldır yerleştirdiği "alışkanlık" ve "kurumların bağımlılığı" üzerine şimdi bu avantajı da kullanarak, onun getirdiği alışkanlıkla strateji belirliyor.
ABD'nin Dışişleri Bakanı Colin Powell "Türk askerini Irak halkı istemiyor" derken, işte bu birikimden aldığı güçle konuşuyor.
Washington Irak'ta su gibi, ekmek gibi muhtaç olduğu Türk Askeri için en ufak bir çekince koymaksızın, Dışişleri Bakanı aracılığıyla ferman kesiyor. Taktik bir duruş içine giriyor.
"Nasıl olsa Türkiye çantada keklik, nasılolsa Ankara'da sıkı dostlar var... "
Irak denkleminin bizim için vazgeçilmez parçası olan PKK konusunda da, en ufak bir ciddiyet ve sorumluluk hissetmiyor. Bunun da nedeni yine aynı...
Güvenilen kapıların sonuna kadar kayıtsız, şartsız açılacağına dair inanç.
Böyle olmasa, küçücük de olsa bir itiraz geleceğine inansa, müellifi olduğu af yasasının sonuçlarını görmek için "6 ay daha bekleyeceğiz" diyebilir miydi?
Eğer PKK terörist örgütse bu ne perhiz, bu ne turşu?
Yoksa PKK, terör listesinden çıktı da bizim haberimiz mi yok?
Asıl önemlisi ise şu;
Amerikalılar Kuzey Irak'ta Ensar-ül İslam adlı bir örgütü, terörist iddiasıyla daha bu topraklara adım attıkları ilk günde çökerttiler.
Bunun için ne bir af yasası çıkarttılar, ne de Altı ay beklediler.
Ensar-ül İslam'a anında infaz, PKK pazarlığa tabii.
Ensar-ül İslam kötü terörist, PKK iyi terörist...
ABD'yi anladık. O üzerine düşeni yapıyor. Ama ya Ankara, ya hükumet?
Allah aşkına şu PKK kartı masaya sürüldüğünde, Ensar-ül İslam'ı hatırlatacak bir Allah'ın kulu yokmu? Mümkünse bir de ABD'den yediğimiz kazıkların tarihini...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021