eAziz Milletim! Senin, dost ve düşmanlarının imrendiği, hakça takdir edildiği en yüce değerlerle bezenmiş, Hakk'a kulluk ve halka hizmet şuuru ile beşeriyete mutluluğu sunan âdil ve cihanşümul çok şerefli bir mazin ve tarihi geçmişinin olduğunu asla unutma!
Osmanlı'yı anlamak
Var olduğun ve Hakk'a kulluk amacı ile inandığın günden beridir, sadece şahsî varlığını ve çıkarlarını değil, bütün insanlık âleminin dünyevî ve uhrevî saadetini düşünerek çalıştın. Dünya tarihinde, altın harflerle yazdığın altı asırlık şerefli mazin, sayılmayacak kadar mutlu olaylarla doludur. Şayet bu ifademe dudak bükerek inanmayan nankörler varsa, bütün dünya, İslam ve şerefli Osmanlı tarihini dikkatle ve merhametle akıl süzgecinden geçirsin.
Gözün, kulağın ve kalbin olması yeterli olmayıp, esas olan şey, ancak, "Hakk'ı gören, işiten, duyarak hisseden" ve neticeden ibret alarak, insanı, Hakk'a kulluk şuur ve inancına götürerek, ömür sermayesini, ilahi rızayı kazanmak için emek ve gayret göstermektir.
En zor şey insan olmak
Bu hakikati beyan ile örnek göstermemdeki murad ve maksat, gerçeği idrak için peşin hükümlerden kurtulmak ve olaylara nafiz nazarla bakmak ve hakkı, Hakk'a teslim etmek, şuur ve vicdana vasıl olmaktır. Zira insanoğlu, bencil duygu ve peşin hükümlerden kurtulmadıkça, doğru düşünme ve âdil bir karar verme gerçeğine kavuşamaz. Demek oluyor ki; doğru karar ve beyanlarımız ve hatta bütün düşünce ve davranışlarımız, doğru bir insan olmamızla doğru orantılıdır. Bu nedenle bir insan, her şeyden evvel gerçekten doğru bir insan olma gayret ve şuuru ile kendisini yetiştirmek zorunda ve mecburiyetinde olmalıdır. Aksi takdirde, mensubu olduğu topluma ve hatta bizatihi öz varlığına zarardan başka hiç bir faydası dokunmaz.
"Dünyada en zor şey insan olmaktır; kendimizi bilmek; insan olmak."
Garplı gözüyle Müslüman Türkler
Ne var ki doğru bir insan olmanın yolu da, özü de ilmi olarak ancak İslâm dini ve İslâm ahlâkî esaslarına tam imanla bağlı yaşamaktan geçmektedir. Bunun aksini düşünmek bile insanlık âlemine en büyük felaketi getirmeye kâfidir. Bu ahlâk ile donanmak yabancıları bile bize gıpta ettirmiş ve bu ahlâkla donanmış dünkü halimiz hakkında şunları söyletmiştir:
Türkler'de fukaralık görülmez
"Eski Müslüman Türklerde hayrat ve hasenat yalnız Kur'an ile Türk imamları tarafından telkin ve teşvik edilmiş olmakla kalmayıp, halk tarafından da o kadar sadakatle ve öyle bir elbirliğiyle tatbik edilir ki; bütün Türkiye ile Kırım'da dilenciliğin veyahut dilenciliği meslek ittihaz etmiş fukaranın ne olduğu bile malum değildir. Hakiki ve maddi bir te'diye imkansızlığından ve alacaklısının tecil kabul etmemesinden dolayı, borçlunun biri hapse mi atılmıştır? Hemen zenginler gidip, kurtarırlar ve borcunu tesviye ederler. Bir başkasının evi yanıp, ekseriyetle görüldüğü gibi bütün aile efradının dünyada nesi varsa hepsi kül olup gitmiş midir? Ne kadınların hıçkırıkları, ne çocukların ağladıkları duyulabilir. Bütün servetleri işte böyle mahvolmuş kimselerde, bilâkis mukadderata karşı tam bir tevekkül görülür ve hayratperver ahali derhal evin yeniden inşasıyla yeni mefruşat alınmasına kâfi gelecek yardımda ve hatta lüzumundan fazla muavenette bulunur. Her cami, kendi varidatıyla kendi sahasındaki muhtaçlarla hastaların ihtiyaçlarını temin eder."
"Türklerin riayet ettikleri İslâm'ın beş şartından dördüncüsü de zekâttır. İşte bu şart mucibince her sene servetlerinin kırkta birini fukaraya vermek mecburiyetindedirler. Eğer akrabaları içinde fakirler varsa, onları diğerlerine tercih ile mükelleftirler. Fakat yoksa zekâtlarını fakir komşularına ve o da yoksa, önlerine gelen fukaraya verirler. Türkler, bu şartın ifasında kusur etmezler. Çünkü çok hayır severler; din ve mezhep tefrik etmeksizin bütün muhtaçlara yardım ederler. Onun için Türkler arasında fukaraya pek az tesadüf edilir. Hayrat ve hasenatları büyüktür. Kimisi hayatta iken, serveti ile fakir fukaraya bakar. Kimisi ölürken, hastaneler tesisi, yahut yol boylarında çeşmeler ve bunlara mümasil şeyler inşası için muazzam sermayeler bırakır; hatta birçokları da bu hayrat ve hasenatı, daha sağlıklarında yaparlar."
"Türkler; dini koruma gayretini de yüksek derecesine vardırırlar. Misafirperverlikle, âlicenaplıkda gösterişe, vakar ile ciddiyette istiyâda tâbîdirler. Kat'iyyen bezirgan ruhlu değillerdir."
Osmanlı'yı anlamak
Var olduğun ve Hakk'a kulluk amacı ile inandığın günden beridir, sadece şahsî varlığını ve çıkarlarını değil, bütün insanlık âleminin dünyevî ve uhrevî saadetini düşünerek çalıştın. Dünya tarihinde, altın harflerle yazdığın altı asırlık şerefli mazin, sayılmayacak kadar mutlu olaylarla doludur. Şayet bu ifademe dudak bükerek inanmayan nankörler varsa, bütün dünya, İslam ve şerefli Osmanlı tarihini dikkatle ve merhametle akıl süzgecinden geçirsin.
Gözün, kulağın ve kalbin olması yeterli olmayıp, esas olan şey, ancak, "Hakk'ı gören, işiten, duyarak hisseden" ve neticeden ibret alarak, insanı, Hakk'a kulluk şuur ve inancına götürerek, ömür sermayesini, ilahi rızayı kazanmak için emek ve gayret göstermektir.
En zor şey insan olmak
Bu hakikati beyan ile örnek göstermemdeki murad ve maksat, gerçeği idrak için peşin hükümlerden kurtulmak ve olaylara nafiz nazarla bakmak ve hakkı, Hakk'a teslim etmek, şuur ve vicdana vasıl olmaktır. Zira insanoğlu, bencil duygu ve peşin hükümlerden kurtulmadıkça, doğru düşünme ve âdil bir karar verme gerçeğine kavuşamaz. Demek oluyor ki; doğru karar ve beyanlarımız ve hatta bütün düşünce ve davranışlarımız, doğru bir insan olmamızla doğru orantılıdır. Bu nedenle bir insan, her şeyden evvel gerçekten doğru bir insan olma gayret ve şuuru ile kendisini yetiştirmek zorunda ve mecburiyetinde olmalıdır. Aksi takdirde, mensubu olduğu topluma ve hatta bizatihi öz varlığına zarardan başka hiç bir faydası dokunmaz.
"Dünyada en zor şey insan olmaktır; kendimizi bilmek; insan olmak."
Garplı gözüyle Müslüman Türkler
Ne var ki doğru bir insan olmanın yolu da, özü de ilmi olarak ancak İslâm dini ve İslâm ahlâkî esaslarına tam imanla bağlı yaşamaktan geçmektedir. Bunun aksini düşünmek bile insanlık âlemine en büyük felaketi getirmeye kâfidir. Bu ahlâk ile donanmak yabancıları bile bize gıpta ettirmiş ve bu ahlâkla donanmış dünkü halimiz hakkında şunları söyletmiştir:
Türkler'de fukaralık görülmez
"Eski Müslüman Türklerde hayrat ve hasenat yalnız Kur'an ile Türk imamları tarafından telkin ve teşvik edilmiş olmakla kalmayıp, halk tarafından da o kadar sadakatle ve öyle bir elbirliğiyle tatbik edilir ki; bütün Türkiye ile Kırım'da dilenciliğin veyahut dilenciliği meslek ittihaz etmiş fukaranın ne olduğu bile malum değildir. Hakiki ve maddi bir te'diye imkansızlığından ve alacaklısının tecil kabul etmemesinden dolayı, borçlunun biri hapse mi atılmıştır? Hemen zenginler gidip, kurtarırlar ve borcunu tesviye ederler. Bir başkasının evi yanıp, ekseriyetle görüldüğü gibi bütün aile efradının dünyada nesi varsa hepsi kül olup gitmiş midir? Ne kadınların hıçkırıkları, ne çocukların ağladıkları duyulabilir. Bütün servetleri işte böyle mahvolmuş kimselerde, bilâkis mukadderata karşı tam bir tevekkül görülür ve hayratperver ahali derhal evin yeniden inşasıyla yeni mefruşat alınmasına kâfi gelecek yardımda ve hatta lüzumundan fazla muavenette bulunur. Her cami, kendi varidatıyla kendi sahasındaki muhtaçlarla hastaların ihtiyaçlarını temin eder."
"Türklerin riayet ettikleri İslâm'ın beş şartından dördüncüsü de zekâttır. İşte bu şart mucibince her sene servetlerinin kırkta birini fukaraya vermek mecburiyetindedirler. Eğer akrabaları içinde fakirler varsa, onları diğerlerine tercih ile mükelleftirler. Fakat yoksa zekâtlarını fakir komşularına ve o da yoksa, önlerine gelen fukaraya verirler. Türkler, bu şartın ifasında kusur etmezler. Çünkü çok hayır severler; din ve mezhep tefrik etmeksizin bütün muhtaçlara yardım ederler. Onun için Türkler arasında fukaraya pek az tesadüf edilir. Hayrat ve hasenatları büyüktür. Kimisi hayatta iken, serveti ile fakir fukaraya bakar. Kimisi ölürken, hastaneler tesisi, yahut yol boylarında çeşmeler ve bunlara mümasil şeyler inşası için muazzam sermayeler bırakır; hatta birçokları da bu hayrat ve hasenatı, daha sağlıklarında yaparlar."
"Türkler; dini koruma gayretini de yüksek derecesine vardırırlar. Misafirperverlikle, âlicenaplıkda gösterişe, vakar ile ciddiyette istiyâda tâbîdirler. Kat'iyyen bezirgan ruhlu değillerdir."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.