Bugün Hz. Mevlana'nın Hakk'a yürüyüşünün, yani Rabbine vuslatının veya hepimizin bildiği şekliyle Şebi Arus'unun (Düğün Gecesi) 730. yıldönümü. O da nice Allah dostu gibi hep diri kalacakMevlânâ Hazretleri, Konya'da kırk yaşlarında iken Şems ile görüşmüştü. Mevlânâ Hazretleri, o devresinde sırf bir fakîhdi. Hukukçu idi. Müderrisdi. Çok talebeleri vardı. Varlıklı ve mülk sahibi bir insandı. O, Şems'le görüşmesinden sonra daha alim bir fakîh, daha değişik bir hukukçu olmadı. Zâhirî ilmi değişmedi. Bunları çok aştı. Celâleddîn-i Rûmî, Şems ile buluştuktan sonra ortaya asıl Mevlânâ çıktı. O, Şems ile görüşmesinden evvel bir alimdi; sonra alim bir aşık ve bağrı yanık bir arif oldu.Mevlânâ "Aşk gibi bir muallim yoktur" der.O, önceki alimlik hâlini "hamdım" diye ifâdelendirir. Sonraki hâlini ise, aşık bir alime dönüşmüş kemal ve olgunlukla nitelendirir.Uçmaya hazır kartalŞems, Celaleddîn-i Rûmî'ye kendi özünü, sahib olduğu değerleri tanıtarak ayağındaki zincirleri kopardı. Çünkü Mevlânâ uçmaya hazır bir kartaldı. Şems, O'nun ayağındaki bu bağları çözdü. O'na gönül penceresinden öteleri gösterdi. Bundan sonra Hazret-i Mevlânâ, ışık etrafındaki pervaneler gibi Şems'teki tecellînin cazibesine kapılarak yanmaya başladı.
Hazret-i Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr'inde Şems'le başlamış olan bu macerasını şu şekilde anlatır:Şems Mevlânâ'ya: -Âlimsin, başsın, rehbersin; saltanat sahibisin, dedi.Mevlânâ da O'na:-Bundan sonra zahir âlemin alimi değilim; başı değilim; rehberi değilim. Senin yaktığın meş'alenin aydınlattığı akıl üstü bir alemde fakir ve garîb bir seyyahım, dedi.Şems tekrar: -Sende hala akıl var! Bu sebeple divane olamadığın için bu evin mahremi değilsin, dedi. Mevlânâ da: -Bundan sonra aklıma gönlümle örtü örttüm. Divâne oldum. Himmetinle artık bu alemin mahremiyim, dedi.Şems yine:
-Sende hesâb var! Sekr halinde değilsin! Bu alemin dışındasın. Bu alemi aydınlatan akıl değil, aşktır. Önünü göremiyorsun, dedi.Mevlânâ Şems'e: -Bundan sonra himmetinle baştanbaşa ateş kesildim. Her yanımı aşk ve sekr kapladı, dedi.Şems bu sefer: -Sen bir cemaatin meş'alesisin! Yerin yükseklerde, dedi Mevlânâ ise: -Bundan sonra artık o meş'alem söndü. Gözümde onların, Mayıs böceklerinin yanıp sönen parıltısından bir farkı yok. Artık başka meş'alelerin aydınlığında yürüyorum, cevabını verdi.
Şems: -Sen ölü değilsin, Sen zahirî diriliğini muhafaza ediyorsun. Bu kapıdan öteye böyle geçilmez! Fani varlığını, bütün ihtişam ve debdebesiyle terk etmen gerekir, dedi.
Mevlânâ: -O eskidendi. Seni tanıdıktan sonra insanların bildiği manada diri değilim. Başka bir dirilikle buluşarak öldüm, dedi. Şems O'na: -Hala nefsani istinadların var! Makâmın mansıbın bâkî! Bunlardan kurtul, dedi. Mevlânâ da: -Bundan böyle Sen'in beni çekip götürdüğün ledün aleminde mevki ve mansıb aramaktayım. Evvelki varlığıma ait herşeyi terk ettim; onları aştım, dedi. Şems: -Kolun kanadın var! Ben sana kol-kanat veremem, dedi. Mevlânâ: -Bundan sonra Sen'in kolun kanadın olmak için, kolumu ve kanadımı kırdım, dedi. Şems de, bu ikrar karşısında vazifesinin bittiğine kanaat getirip O'na ilahî tecelliler ile dolu ebediyyet ufuklarında yanması için bir kanat taktı...Dünya gurbetinden kurtuluşBüyük velî, ölüm gecesini "Şeb-i Arûs" (düğün gecesi), yani dünya gurbetinden kurtuluş, vuslata eriş olarak ifade eder. Ölümün, ruhun hürriyete kavuşup, hakîkî bir ölümsüzlük ve ikbale gidiş olduğunu, şu mısra'ları ile ne güzel ifâde eder: "Öldüğüm gün, tabutumu götürürlerken, bende bu dünya derdi var sanma/Benim için ağlama, yazık, vâh vâh deme! Beni toprağa verdiklerinde de vedâ, vedâ deme!"
Hazret-ı Mevlânâ diğer bir gazelinde de şöyle der: "Ey cân! Sende bu toprak perdesi ile örtülmüş gizli bir hayat vardır. Burada, gayb aleminde gizlenmiş yüzlerce Yusuf gibi güzeller mevcûddur..."
Diğer bir beytinde, ruhunda yanan aşk ateşinin ölümle bile sönmeyeceğini şu şekilde ifade eder: "Vefatımdan sonra benim kabrimi aç ve içimin ateşi sebebiyle kefenimden nasıl duman yükseldiğini gör!"
Sultan Veled, İbtidâ-nâme'sinde babasının cenâze alayını şu şekilde anlatır: "Ulu Sultan göç etti. Gözler yaşla doldu. Gönüller matem içinde inledi. Her temiz insan O'na sadık, her millet O'na aşıktı". Mevlânâ Hazretleri, "hamdım, piştim, yandım!" şeklinde hulâsa ettiği hayatını bir başka ifade ile şöyle tasvîr etmektedir: "Ölü idim; dirildim. Gözyaşı idim; tebessüm oldum. Aşk deryasına daldım; nihayet bakî olan devlete eriştim..."
Hazret-i Mevlânâ, Dîvan-ı Kebîr'inde Şems'le başlamış olan bu macerasını şu şekilde anlatır:Şems Mevlânâ'ya: -Âlimsin, başsın, rehbersin; saltanat sahibisin, dedi.Mevlânâ da O'na:-Bundan sonra zahir âlemin alimi değilim; başı değilim; rehberi değilim. Senin yaktığın meş'alenin aydınlattığı akıl üstü bir alemde fakir ve garîb bir seyyahım, dedi.Şems tekrar: -Sende hala akıl var! Bu sebeple divane olamadığın için bu evin mahremi değilsin, dedi. Mevlânâ da: -Bundan sonra aklıma gönlümle örtü örttüm. Divâne oldum. Himmetinle artık bu alemin mahremiyim, dedi.Şems yine:
-Sende hesâb var! Sekr halinde değilsin! Bu alemin dışındasın. Bu alemi aydınlatan akıl değil, aşktır. Önünü göremiyorsun, dedi.Mevlânâ Şems'e: -Bundan sonra himmetinle baştanbaşa ateş kesildim. Her yanımı aşk ve sekr kapladı, dedi.Şems bu sefer: -Sen bir cemaatin meş'alesisin! Yerin yükseklerde, dedi Mevlânâ ise: -Bundan sonra artık o meş'alem söndü. Gözümde onların, Mayıs böceklerinin yanıp sönen parıltısından bir farkı yok. Artık başka meş'alelerin aydınlığında yürüyorum, cevabını verdi.
Şems: -Sen ölü değilsin, Sen zahirî diriliğini muhafaza ediyorsun. Bu kapıdan öteye böyle geçilmez! Fani varlığını, bütün ihtişam ve debdebesiyle terk etmen gerekir, dedi.
Mevlânâ: -O eskidendi. Seni tanıdıktan sonra insanların bildiği manada diri değilim. Başka bir dirilikle buluşarak öldüm, dedi. Şems O'na: -Hala nefsani istinadların var! Makâmın mansıbın bâkî! Bunlardan kurtul, dedi. Mevlânâ da: -Bundan böyle Sen'in beni çekip götürdüğün ledün aleminde mevki ve mansıb aramaktayım. Evvelki varlığıma ait herşeyi terk ettim; onları aştım, dedi. Şems: -Kolun kanadın var! Ben sana kol-kanat veremem, dedi. Mevlânâ: -Bundan sonra Sen'in kolun kanadın olmak için, kolumu ve kanadımı kırdım, dedi. Şems de, bu ikrar karşısında vazifesinin bittiğine kanaat getirip O'na ilahî tecelliler ile dolu ebediyyet ufuklarında yanması için bir kanat taktı...Dünya gurbetinden kurtuluşBüyük velî, ölüm gecesini "Şeb-i Arûs" (düğün gecesi), yani dünya gurbetinden kurtuluş, vuslata eriş olarak ifade eder. Ölümün, ruhun hürriyete kavuşup, hakîkî bir ölümsüzlük ve ikbale gidiş olduğunu, şu mısra'ları ile ne güzel ifâde eder: "Öldüğüm gün, tabutumu götürürlerken, bende bu dünya derdi var sanma/Benim için ağlama, yazık, vâh vâh deme! Beni toprağa verdiklerinde de vedâ, vedâ deme!"
Hazret-ı Mevlânâ diğer bir gazelinde de şöyle der: "Ey cân! Sende bu toprak perdesi ile örtülmüş gizli bir hayat vardır. Burada, gayb aleminde gizlenmiş yüzlerce Yusuf gibi güzeller mevcûddur..."
Diğer bir beytinde, ruhunda yanan aşk ateşinin ölümle bile sönmeyeceğini şu şekilde ifade eder: "Vefatımdan sonra benim kabrimi aç ve içimin ateşi sebebiyle kefenimden nasıl duman yükseldiğini gör!"
Sultan Veled, İbtidâ-nâme'sinde babasının cenâze alayını şu şekilde anlatır: "Ulu Sultan göç etti. Gözler yaşla doldu. Gönüller matem içinde inledi. Her temiz insan O'na sadık, her millet O'na aşıktı". Mevlânâ Hazretleri, "hamdım, piştim, yandım!" şeklinde hulâsa ettiği hayatını bir başka ifade ile şöyle tasvîr etmektedir: "Ölü idim; dirildim. Gözyaşı idim; tebessüm oldum. Aşk deryasına daldım; nihayet bakî olan devlete eriştim..."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.