'Oğlum, iflâstan sonra ve ondan beter ne vardır?'
Davud nebî bir gün oğlu Süleyman'a şöyle bir sual sordu: - Oğlum, iflâstan sonra ve ondan beter ne vardır?
28.05.2023 07:42:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Davud nebî bir gün oğlu Süleyman'a şöyle bir sual sordu: - Oğlum, iflâstan sonra ve ondan beter ne vardır?
Cevabını yine kendisi verdi: - Bundan daha beter olanı, bir adamın ibâdete devam etmesi, sonra da onu bırakıp boş işlere dalmasıdır.
Davud peygambere, Süleyman peygambere ve bütün peygamberlere, meleklere, velî ve salih kullara selâm olsun.
"Âhiretten beri durup, dünya hayatına razı mı oluyorsunuz?" (Tevbe/38)
Dünya hayatı, senin içinde bulunduğun maddî varlığın olup âhiret ise bundan yok olmaktır.
Himmetler değişir, sırlar değişir. Avam halk değişir. Havas kullar değişir. Bunların her birinin kendine has bir hâli vardır. Bunları anlayabilmek için fena âlemine geçmen gerek...
Dünya, işte bu dıştan görünen sayılır; âhiret ise, içinden açılıp gelen âlemlerdir. O âlem önünde açılınca, aklın ermediği çeşitli şeyler görürsün. Onları ayan olarak görünce hayret edersin.
Sana herkesin düşündüğü şeyleri yaptıran akıl, dünyadandır; akılların aklını bulduran derin düşünce ise, âhiretten.
Derinliğine dal, oradan ne alırsan âhirettir. Dışında olup bitenler de dünya... Dünyalık hâller Hakk'ın zâtından gayri olanlardır...
Âhirete gelince, bu âlemin dedisini kodusunu bırakıp Mevlâ'ya bağlı olmaktır. Hattâ denir ki, âhiret, övülmeyi, sevilmeyi, sövülmeyi ve üzüntülerle geçen günleri eşit görmektedir.
Senin için önemli olan nedir? Bunu anlamak kolay. Bize göre Hak Teâlâ olmalı. Ama, sen bunu düşünmüyorsun. Düşün; önemli bildiğin ne?.. Kastın neye yönelmiş ise, önemli bildiğin odur. Hak ise, Hak... gayri ise, gayri...
Hakk'ı dilemekte sağlam iradeye sahip olabilirsen, o senin elinden tutar. Kader alemindeki sohbete erdirir...
İraden sağlam olursa, adımların Âdem peygamberin adımı kadar uzun olur. Bu hâli bulabilmek için komşunun dedikodusunu duymaman, iyi edeb sahibi olman gerek.
Tüh sana zavallı cahil. Hakk'ın fazlını ve onun kullarına verdiği nimeti bilmediğine tüh... O iyi kullar, Hakk'ın emrini kalpten duydular, itaat ettiler.
Kul, kulluğunda kâmil olunca, levh-ü mahfuzdaki kısmetini görür. Sonra bununla yetinmez, ehlinin orada olan nasibine bakmak ister. İçinden bir ses gelir. Hâline hayret edilir.
Hak bir emir verir: "Ona dokunmayın; o, bir kuldur ki, kendisine in'am ettik..." (Zuhruf/59)
O kullar, Hak Teâlâ'nın bilinmesini dilediği her şeyi bilirler. Onları anlatan şu Âyet-i Kerime var: "Onlar, katımızda seçilmiş ve özlenmiş kimselerdir." (Sad/47)
Bu anlattığımız hâli bulmak için ezelde belirtilen kabiliyet esastır; sonra ise, büyük bir zâta uyup peşinden gitmek gerek...
Ey evlâd! Kısmetin var ya, onu başkası alamaz. O hâlde, tabiî ve boş arzunla yeme, işine, şeytanın elini karıştırma. Bir an bekle, cennet yurduna gir, Rabbin yakınlığını bul... Senin olan o zaman daha iyi olur…
Allahü Teâlâ'nın yaşadığınız zaman içinde bazı kudsî tecellileri var; ayık olunuz ve kendinizi o tecellilere arz ediniz.
İşler anladığın gibi değil; kalbin ihtiyar (dilemek) oldu. Şahı, onu yakınlığı kapısına oturttu. Dış cephesi zayıf olmuş ne çıkar, iç âlemi kuvvetli olduktan sonra...
Kalpde kemik yok, bu sebeple onun kemik zafiyeti olmaz. Onun cildi inceldi. İlâhî gayret ve İlâhî minnet onu sevindirdi.
Kalbin, Rabbinin kapısını buldu ve gördü. Yakınlık duygusu onu sardı ve bayılttı.
Kalbin esirgenmesi için her şeyi varlığı ile meşgul eden zâttan, bir meşgale bulmak gerek. Kalple yapılan zerre miktar ibâdet, zahirde yapılan nice ibâdetten hayırlıdır.
Mademki farz ibâdetleri, sünnetleri edâ etmek sana yazıldı, onları yap. Onlardan kurtuluş mümkün değil... Sonra, yapsan ne mahzuru var?
Bir gün Cüneyd'in yanına birkaç kişi geldi ve ona: - Hudrî değirmen taşının üstüne çıkıyor; yemeden, içmeden onunla beraber dönüyor, dediler.
Cüneyd bunun üzerine: - Namaz zamanında nasıl tavır aldığına baktınız mı? O zaman ki durumu nasıl oluyor? deyince şöyle anlattılar: O zaman sakin oluyor ve diyor ki: "Ondan kurtuluş yok."
Büyük zâtların birçoğu, doğuşundan ölümüne kadar ibâdeti bırakmaz. Bir kısmı da zayıflayınca nafile ibâdeti bırakır.
Manevî olan kerametler, Hak yakınlığından olursa, İlmî bir değer taşırsa, müşahede ehlinin tasdikini alabilirse bir zararı yoktur. Aksi hâlde o hâller, şeytanın azdırmasıdır. O hâller şeytandan olabilir ve azdırır. Nefisten ise, seni ezer.
Verilen hükümlerin gereğini yapıp onlara sahip olmak bir ilim doğurur. Bu hâle devam eden zâtlar için iç âlemleri neticeye bağlanır. Ve o büyüklere sırların kapısı açılır. Bunlardan haberin var mı?
Şahsî arzularından geç. Hak arzu edince sonra birleşirsin. Birleş, sonra vuslat âlemini bul." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Cevabını yine kendisi verdi: - Bundan daha beter olanı, bir adamın ibâdete devam etmesi, sonra da onu bırakıp boş işlere dalmasıdır.
Davud peygambere, Süleyman peygambere ve bütün peygamberlere, meleklere, velî ve salih kullara selâm olsun.
"Âhiretten beri durup, dünya hayatına razı mı oluyorsunuz?" (Tevbe/38)
Dünya hayatı, senin içinde bulunduğun maddî varlığın olup âhiret ise bundan yok olmaktır.
Himmetler değişir, sırlar değişir. Avam halk değişir. Havas kullar değişir. Bunların her birinin kendine has bir hâli vardır. Bunları anlayabilmek için fena âlemine geçmen gerek...
Dünya, işte bu dıştan görünen sayılır; âhiret ise, içinden açılıp gelen âlemlerdir. O âlem önünde açılınca, aklın ermediği çeşitli şeyler görürsün. Onları ayan olarak görünce hayret edersin.
Sana herkesin düşündüğü şeyleri yaptıran akıl, dünyadandır; akılların aklını bulduran derin düşünce ise, âhiretten.
Derinliğine dal, oradan ne alırsan âhirettir. Dışında olup bitenler de dünya... Dünyalık hâller Hakk'ın zâtından gayri olanlardır...
Âhirete gelince, bu âlemin dedisini kodusunu bırakıp Mevlâ'ya bağlı olmaktır. Hattâ denir ki, âhiret, övülmeyi, sevilmeyi, sövülmeyi ve üzüntülerle geçen günleri eşit görmektedir.
Senin için önemli olan nedir? Bunu anlamak kolay. Bize göre Hak Teâlâ olmalı. Ama, sen bunu düşünmüyorsun. Düşün; önemli bildiğin ne?.. Kastın neye yönelmiş ise, önemli bildiğin odur. Hak ise, Hak... gayri ise, gayri...
Hakk'ı dilemekte sağlam iradeye sahip olabilirsen, o senin elinden tutar. Kader alemindeki sohbete erdirir...
İraden sağlam olursa, adımların Âdem peygamberin adımı kadar uzun olur. Bu hâli bulabilmek için komşunun dedikodusunu duymaman, iyi edeb sahibi olman gerek.
Tüh sana zavallı cahil. Hakk'ın fazlını ve onun kullarına verdiği nimeti bilmediğine tüh... O iyi kullar, Hakk'ın emrini kalpten duydular, itaat ettiler.
Kul, kulluğunda kâmil olunca, levh-ü mahfuzdaki kısmetini görür. Sonra bununla yetinmez, ehlinin orada olan nasibine bakmak ister. İçinden bir ses gelir. Hâline hayret edilir.
Hak bir emir verir: "Ona dokunmayın; o, bir kuldur ki, kendisine in'am ettik..." (Zuhruf/59)
O kullar, Hak Teâlâ'nın bilinmesini dilediği her şeyi bilirler. Onları anlatan şu Âyet-i Kerime var: "Onlar, katımızda seçilmiş ve özlenmiş kimselerdir." (Sad/47)
Bu anlattığımız hâli bulmak için ezelde belirtilen kabiliyet esastır; sonra ise, büyük bir zâta uyup peşinden gitmek gerek...
Ey evlâd! Kısmetin var ya, onu başkası alamaz. O hâlde, tabiî ve boş arzunla yeme, işine, şeytanın elini karıştırma. Bir an bekle, cennet yurduna gir, Rabbin yakınlığını bul... Senin olan o zaman daha iyi olur…
Allahü Teâlâ'nın yaşadığınız zaman içinde bazı kudsî tecellileri var; ayık olunuz ve kendinizi o tecellilere arz ediniz.
İşler anladığın gibi değil; kalbin ihtiyar (dilemek) oldu. Şahı, onu yakınlığı kapısına oturttu. Dış cephesi zayıf olmuş ne çıkar, iç âlemi kuvvetli olduktan sonra...
Kalpde kemik yok, bu sebeple onun kemik zafiyeti olmaz. Onun cildi inceldi. İlâhî gayret ve İlâhî minnet onu sevindirdi.
Kalbin, Rabbinin kapısını buldu ve gördü. Yakınlık duygusu onu sardı ve bayılttı.
Kalbin esirgenmesi için her şeyi varlığı ile meşgul eden zâttan, bir meşgale bulmak gerek. Kalple yapılan zerre miktar ibâdet, zahirde yapılan nice ibâdetten hayırlıdır.
Mademki farz ibâdetleri, sünnetleri edâ etmek sana yazıldı, onları yap. Onlardan kurtuluş mümkün değil... Sonra, yapsan ne mahzuru var?
Bir gün Cüneyd'in yanına birkaç kişi geldi ve ona: - Hudrî değirmen taşının üstüne çıkıyor; yemeden, içmeden onunla beraber dönüyor, dediler.
Cüneyd bunun üzerine: - Namaz zamanında nasıl tavır aldığına baktınız mı? O zaman ki durumu nasıl oluyor? deyince şöyle anlattılar: O zaman sakin oluyor ve diyor ki: "Ondan kurtuluş yok."
Büyük zâtların birçoğu, doğuşundan ölümüne kadar ibâdeti bırakmaz. Bir kısmı da zayıflayınca nafile ibâdeti bırakır.
Manevî olan kerametler, Hak yakınlığından olursa, İlmî bir değer taşırsa, müşahede ehlinin tasdikini alabilirse bir zararı yoktur. Aksi hâlde o hâller, şeytanın azdırmasıdır. O hâller şeytandan olabilir ve azdırır. Nefisten ise, seni ezer.
Verilen hükümlerin gereğini yapıp onlara sahip olmak bir ilim doğurur. Bu hâle devam eden zâtlar için iç âlemleri neticeye bağlanır. Ve o büyüklere sırların kapısı açılır. Bunlardan haberin var mı?
Şahsî arzularından geç. Hak arzu edince sonra birleşirsin. Birleş, sonra vuslat âlemini bul." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.