Ölüm döşeğindeki Ariel Şaron'a vekalet eden İsrail Başbakanı Ehud Olmert, İran'ı kastederek, "İsrail'in varlığını sorgulayan hiçbir ülkeye nükleer güce sahip olma izni vermeyeceklerini" açıkladı. Bu, daha önce bir çok İsrailli yetkilinin İran'ın nükleer tesislerinin yok edilmesine yönelik açıklamalardan sonuncusu. Olmert'e göre uluslararası toplumun birinci gündem maddesi İran. Rusya ve Çin ikna edilemezse ve ABD'nin caydırıcılığı İran'ı durduramazsa geriye tek ihtimal kalıyor; İsrail'in İran'a nokta saldırması. Peki İran dünya için bu kadar tehdit mi? İsrail'i gerçekten haritadan siler mi? Nükleer silahları teröristlere verir mi? Tehdit abartılıyor mu yoksa gerçekten dünya için endişe verici bir noktaya mı gelindi? Paniğin nedeni ne? İranlı uluslararası ilişkiler uzmanı Ebulgasım Bayyenat'ın İran tehdidini irdeleyen 17 Ocak tarihli yazısı bütün bu gelişmelere, histeri nöbetlerine farklı bakmamızın yolunu gösteriyor. Bayyenat, tehdidin niteliğini, nükleer gücün rejiminin karakteriyle ilişkilendirilmesini sorgularken İran'ın bize gösterildiği kadar uluslararası toplumdan kopuk bir devlet olmadığını, izlediği dış politikanın ABD ve İsrail'in gösterdiği kadar "yabancı" olmadığını örnekliyor. İran'ın da en az İsrail kadar böyle nükleer gücü yönetme ehliyeti olduğunu örneklerle açıklıyor. Durumun Ahmedinecad'ın seçilmesiyle abartıldığını belirten yazar, İran rejiminin "ılımlı" ve "pragmatik" yapısına dikkat çekiyor ve "ulusal çıkar ve stratejik meselelerin rejimin kimliğinin üstünde yer aldığını" vurguluyor. Örnekleri şöyle: İran, Rusya'nın Çeçenleri ezmesine ve bölgedeki insan hakları ihlallerine ses çıkarmadı. Çeçenler'e destek vermedi. Kafkasya'da Rusya'dan yana politika izledi. Tacikistan iç savaşında da aynı tutumunu gösterdi. İslamcı muhalefete destek vermedi. Yine Rusya ile birlikte hareket etti. Azeri-Ermeni krizinde Erivan'la sıcak ilişkilerini devam ettirdi. İran dış politikasının dini/ideolojik görüntüsüne, barındırdığı Azeri nüfusa ve Müslümanların sert eleştirilerine rağmen Tahran, Azerbaycan'a değil, Ermenistan'a yakın durdu. Stratejik konularda pragmatizm burada da kendini gösterdi. Keşmir sorununda Pakistan'dan yana tavır almadı. Hindistan ve Pakistan arasında tercih yapmadı ve mükafatını gördü. Şimdi İran'dan Pakistan'a, oradan da Hindistan'a ulaşacak enerji projeleri Tahran için dev bir kazanç oldu. Burada da pragmatik yaklaşım gösterdi. Taliban'ın devrilmesinde ABD ile dolaylı işbirliği yaptı ve etkin rol oynadı. Taliban'a karşı ABD ile birlikte hareket eden güçlere destek verdi. Bu durum, İran'ın düşmanlarıyla, ABD ile bile işbirliği yapabildiğine dair çok önemli bir örnektir. İran dış politikasında pragmatik yaklaşımın etkili olmadığı tek alan İsrail-Filistin meselesidir. Burada İslam dünyasının bakışını esas alan bir politika izliyor. Ahmedinecad'ın İsrail'e ilişkin sözleri de bu açıdan yapılmış taktik açıklamalar. İran'ın bir başka ülkeye nükleer saldırı yapacağı iddiası çok saçma. Çünkü İran'ın hedef alabileceği bütün ülkeler nükleer güç ya da bir nükleer gücün koruması altında. Böyle bir saldırı, İran'ın nükleer saldırıya maruz kalması ve korkunç bir yıkıma uğraması anlamına geliyor. Bunlar da bir İranlı'nın bakışı. Ama İran dış politikasının dini/ideolojik bir boyutunun olmadığı, en azından kalmadığı artık bir gerçek. Dikkatli gözlemciler, stratejik konularda ve ulusal çıkarların söz konusu olduğu durumlarda bugünkü İran'ın izlediği politikaların Şah döneminden pek de farklı olmadığını görecektir. Nükleer ehliyet konusunda rejimlerin kimliği o kadar da belirleyici değil. İsrail nükleer güç olmasa İran'a ve çevresine karşı bu kadar tehditkar olabilir miydi? Nükleer silahları ilk kullanan ülke, Kuzey Kore ya da İran gibi ülkeler değil, "demokratik" bir ülkeydi... Bugün bile nükleer silah kullanmaktan söz edenler yine onlar... İbrahim Karagül / Yeni Şafak
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.