Mutlu, Ehl-i Beyt’e tâbi olandır
İmam Sâdık (a.s) buyurdu ki: “Biz (Ehl-i Beyt) Allah’ın halk arasındaki seçkin kulları ve O’nun halifeleriyiz. O halde mutlu, bize tâbi olan kimsedir; mutsuz da bize düşmanlık yapan ve muhalefet eden kimsedir”
15.05.2024 15:23:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Bir yıl Hişam b. Abdulmelik b. Mervan (zamanın halifesi) Mekke'ye gitti. Aynı yılda İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve oğlu İmam Sâdık (a.s) da Mekke'ye müşerref oldular.
Bir gün İmam Sâdık (a.s) Mekke'de bir konuşma yaptı, konuşmasında şöyle buyurdu: "Hz. Muhammed'i (s.a.a) peygamberlik makamına seçen ve O'nun vesilesiyle bize ikramda bulunan Allah'a hamd olsun. Biz (Ehl-i Beyt) Allah'ın halk arasındaki seçkin kulları ve O'nun halifeleriyiz. O halde mutlu, bize tabi olan kimsedir; mutsuz da bize düşmanlık yapan ve muhalefet eden kimsedir."
İmam Sâdık (a.s) buyuruyor ki:
Hişam'ın kardeşi Muslime bu olayı Hişam'a haber verdi. Hişam bizi Şam'a çağırttı. Şam'a vardığımızda üç gün boyunca bize (Hişam'la görüşme) izni verilmedi.
Dördüncü gün olduğunda bize Hişam'la görüşme izni verildi. Nihayet içeriye girdik. Hişam'ın karşısında bir hedef dikilmişti, memleketin ileri gelenleri ise o hedefe doğru ok atıyorlardı. Hişam babama hitaben şöyle dedi: "Ey Muhammed! Memleketin büyükleriyle sen de hedefe doğru ok at ve bu yarışa katıl."
Babam şöyle buyurdu: "Ben artık yaşlanmışım, ok atma zamanım geçmiştir, beni muaf kıl."
Hişam da şöyle dedi: "Allah'ın hakkına and olsun ki seni muaf kılmayacağım."
Daha sonra Ben-i Ümeyye'nin büyüklerinden birine, "Ok ve kemanı O'na ver" diye emretti. Babam (mecburen) o kemanı ondan aldı ve bir oku kemanın kirişine koyarak çekti. Ok kemandan çıkarak hedefin tam ortasına isabet etti. İkinci oku da kemanın kirişine koyup çekti, bu ok da atmış olduğu ilk okun tam ortasına isabet edip onu yardı. Daha sonra birbirinin peşi sıra dokuz tane ok attı, bunların her biri önceki atılan okun tam ortasına isabet edip onu parçalıyordu.
Hişam bu durumdan çok rahatsız oldu, öyle ki kendisini kontrol edemiyordu. Sadece şöyle dedi: "Ya Eba Ca'fer! Şimdi anladım ki sen Arap ve Acem'in en iyi ok atanısın."
Hişam'ın, bu sözü söylediği için pişmanlık duyduğunu anladım. Bu yüzden rahatsız oldu ve başını önüne eğerek düşünceye daldı. Ben ve babam onun karşısında ayaküstü durmuştuk ve ona bakıyorduk.
Ayakta durmamız uzayınca babam rahatsız oldu ve ona karşı öfkelendi. Hişam babamın rahatsız olduğunu anlayınca, "Ya Muhammed! Bana doğru gel" dedi. Daha sonra babama yönelerek şöyle dedi: "Ya Muhammed! Allah aşkına söyle, böyle ok atmayı kim sana öğretti ve böyle ok atmayı öğrenmen ne kadar sürdü?"
Babam cevabında şöyle dedi: "Gençlikte bazen ok atıyordum ama sonraları terk ettim; fakat siz ısrar edince tekrar attım."
Sonra Hişam şöyle dedi: "Ben ömrüm boyunca böyle ok atan birisini görmedim ve yeryüzünde senin gibi ok atan birinin bulunduğunu da zannetmiyorum! Acaba oğlun Cafer de senin gibi ok atabiliyor mu?"
Babam cevabında şöyle buyurdu: "Evet, biz, kemal ve tamamı (üstünlük ve faziletleri) birbirimizden miras alıyoruz. Allah-u Teâlâ bunları, 'Bugün dininizi kemale erdirdim ve nimetimi size tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim' ayetiyle Peygamberine nazil etmiştir. Yeryüzü bu özellikleri (üstünlük ve faziletleri) taşıyacak kimselerden boş değildir, bizden başkaları ise bu özelliklerden mahrumdurlar." (Bihar, c.46, s.306).
Bir gün İmam Sâdık (a.s) Mekke'de bir konuşma yaptı, konuşmasında şöyle buyurdu: "Hz. Muhammed'i (s.a.a) peygamberlik makamına seçen ve O'nun vesilesiyle bize ikramda bulunan Allah'a hamd olsun. Biz (Ehl-i Beyt) Allah'ın halk arasındaki seçkin kulları ve O'nun halifeleriyiz. O halde mutlu, bize tabi olan kimsedir; mutsuz da bize düşmanlık yapan ve muhalefet eden kimsedir."
İmam Sâdık (a.s) buyuruyor ki:
Hişam'ın kardeşi Muslime bu olayı Hişam'a haber verdi. Hişam bizi Şam'a çağırttı. Şam'a vardığımızda üç gün boyunca bize (Hişam'la görüşme) izni verilmedi.
Dördüncü gün olduğunda bize Hişam'la görüşme izni verildi. Nihayet içeriye girdik. Hişam'ın karşısında bir hedef dikilmişti, memleketin ileri gelenleri ise o hedefe doğru ok atıyorlardı. Hişam babama hitaben şöyle dedi: "Ey Muhammed! Memleketin büyükleriyle sen de hedefe doğru ok at ve bu yarışa katıl."
Babam şöyle buyurdu: "Ben artık yaşlanmışım, ok atma zamanım geçmiştir, beni muaf kıl."
Hişam da şöyle dedi: "Allah'ın hakkına and olsun ki seni muaf kılmayacağım."
Daha sonra Ben-i Ümeyye'nin büyüklerinden birine, "Ok ve kemanı O'na ver" diye emretti. Babam (mecburen) o kemanı ondan aldı ve bir oku kemanın kirişine koyarak çekti. Ok kemandan çıkarak hedefin tam ortasına isabet etti. İkinci oku da kemanın kirişine koyup çekti, bu ok da atmış olduğu ilk okun tam ortasına isabet edip onu yardı. Daha sonra birbirinin peşi sıra dokuz tane ok attı, bunların her biri önceki atılan okun tam ortasına isabet edip onu parçalıyordu.
Hişam bu durumdan çok rahatsız oldu, öyle ki kendisini kontrol edemiyordu. Sadece şöyle dedi: "Ya Eba Ca'fer! Şimdi anladım ki sen Arap ve Acem'in en iyi ok atanısın."
Hişam'ın, bu sözü söylediği için pişmanlık duyduğunu anladım. Bu yüzden rahatsız oldu ve başını önüne eğerek düşünceye daldı. Ben ve babam onun karşısında ayaküstü durmuştuk ve ona bakıyorduk.
Ayakta durmamız uzayınca babam rahatsız oldu ve ona karşı öfkelendi. Hişam babamın rahatsız olduğunu anlayınca, "Ya Muhammed! Bana doğru gel" dedi. Daha sonra babama yönelerek şöyle dedi: "Ya Muhammed! Allah aşkına söyle, böyle ok atmayı kim sana öğretti ve böyle ok atmayı öğrenmen ne kadar sürdü?"
Babam cevabında şöyle dedi: "Gençlikte bazen ok atıyordum ama sonraları terk ettim; fakat siz ısrar edince tekrar attım."
Sonra Hişam şöyle dedi: "Ben ömrüm boyunca böyle ok atan birisini görmedim ve yeryüzünde senin gibi ok atan birinin bulunduğunu da zannetmiyorum! Acaba oğlun Cafer de senin gibi ok atabiliyor mu?"
Babam cevabında şöyle buyurdu: "Evet, biz, kemal ve tamamı (üstünlük ve faziletleri) birbirimizden miras alıyoruz. Allah-u Teâlâ bunları, 'Bugün dininizi kemale erdirdim ve nimetimi size tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim' ayetiyle Peygamberine nazil etmiştir. Yeryüzü bu özellikleri (üstünlük ve faziletleri) taşıyacak kimselerden boş değildir, bizden başkaları ise bu özelliklerden mahrumdurlar." (Bihar, c.46, s.306).