Masiva ve dünya hayatı -2-
Dünyanın mâsiva oluşu, Allah’a vuslatta engel teşkil etmesi sebebiyle; dünyaya meyletmek, onu sevmek, geçiciliğini, hiçliğini unutup ona karşı haris olmak Peygamber Efendimiz tarafından da zemmedilmiştir
11.11.2024 18:04:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Dünyanın mâsiva oluşu, Allah'a vuslatta engel teşkil etmesi sebebiyle; dünyaya meyletmek, onu sevmek, geçiciliğini, hiçliğini unutup ona karşı haris olmak Peygamber Efendimiz tarafından da zemmedilmiştir.
Enes'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Dünyayı sevmek her kötülüğün başıdır. Bir şey sevmen seni (başka şeylere karşı) kör yapar, sağır eder."
Kâ'b b. İyâd'dan, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır."
Enes'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Dört şey bedbahtlıktır: Gözden yaş akmaması, kalp katılığı, uzun emel ve dünya hırsı."
Ebû Zer'den (radiyallahu anh); "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) mesciddeyken yanına girdim, şöyle buyurdu:
'Mescidin bir saygısı (tahiyyesi, selâmı) vardır.'
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! Mescidin saygısı nedir?'
'(Girince) kılacağın iki rekât namaz' buyurdu.
'Allah Sana, İbrahim ve Mûsâ'nın suhuflarında bulunanlardan hiçbir şey indirdi mi?' diye sorunca, bana;
'Ey Ebû Zer, şunu oku: İyi temizlenen ve Rabb'inin adını anıp namaz kılan kimse felaha ermiştir. Siz bilakis dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa âhiret daha iyi ve daha kalıcıdır. Bu, ilk suhuf olan İbrâhim'in ve Mûsâ'nın suhuflarında da vardır.'
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! İbrâhim ve Mûsâ'nın suhuflarında ne vardı?'
Cevaben, 'Bunlarda ibretlik şeyler de vardı. (Mesela) Ölümü görüp de inandığı hâlde rahat olan kişiye şaşarım. Cehennem'in var olduğunu bilip de gülene şaşarım. Dünyanın içinde yaşayanlarla beraber değiştiğini görüp de tatmin olan kişiye de şaşarım. Kadere inanıp da sonra (yorulup) durana şaşarım. Hesaba inanıp (gereğince) amel etmeyene de şaşarım' buyurdu."
Bir kul, günahları işlemekte devam ettiği hâlde, dünya varlığından bir şey eksilmeyip artıyor, Allah'ın gazabını dünyada görmüyorsa bu onun için en büyük gazaptır. Peygamber Efendimiz şu ikazı yapıyor:
"Bir kul, günahları işlemekte devam ettiği hâlde, dünya varlığından sevdiği şeyleri ona, Cenâb-ı Hakk'ın vermekte olduğunu görünce bil ki, bu şüphesiz Allah Teâlâ tarafından o kul için bir istidraçtır. Yani o kulun tedricen felâkete kavuşacağına bir alâmettir."
O azabı âhirette görecektir. Âhiret nimetleri dünya nimetlerinden üstün olduğu gibi, âhiret azabı da dünya azabından kat kat fazladır. Bu durumda o mal-mülk günahkâr için nimet değil, bilakis azaptır. Âhirette Cehennem'e gireceği gibi, onun için Cennet ancak dünyadır.
Ebû Hureyre'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Dünya mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir."
Bu mevzu ile ilgili olara Kur'ân-ı Kerim'de Mûsâ (a.s.) kavminden Kârun'un kıssası anlatılır. Kârun, malı ile infak etmeyip, kibirlenenlerden olduğu için hem bu dünyada, hem âhirette helak olanlardan oldu:
"Kârun, Mûsâ'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı.
Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Kârun ise, 'O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi' demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).
Derken, Kârun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, 'Keşke Kârun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı' dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: 'Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.'
Nihâyet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, 'Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şâyet Allah bize lutufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış' demeye başladılar.
İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Enes'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Dünyayı sevmek her kötülüğün başıdır. Bir şey sevmen seni (başka şeylere karşı) kör yapar, sağır eder."
Kâ'b b. İyâd'dan, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır."
Enes'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Dört şey bedbahtlıktır: Gözden yaş akmaması, kalp katılığı, uzun emel ve dünya hırsı."
Ebû Zer'den (radiyallahu anh); "Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlihi) mesciddeyken yanına girdim, şöyle buyurdu:
'Mescidin bir saygısı (tahiyyesi, selâmı) vardır.'
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! Mescidin saygısı nedir?'
'(Girince) kılacağın iki rekât namaz' buyurdu.
'Allah Sana, İbrahim ve Mûsâ'nın suhuflarında bulunanlardan hiçbir şey indirdi mi?' diye sorunca, bana;
'Ey Ebû Zer, şunu oku: İyi temizlenen ve Rabb'inin adını anıp namaz kılan kimse felaha ermiştir. Siz bilakis dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa âhiret daha iyi ve daha kalıcıdır. Bu, ilk suhuf olan İbrâhim'in ve Mûsâ'nın suhuflarında da vardır.'
Dedim ki: 'Ey Allah Resûlü! İbrâhim ve Mûsâ'nın suhuflarında ne vardı?'
Cevaben, 'Bunlarda ibretlik şeyler de vardı. (Mesela) Ölümü görüp de inandığı hâlde rahat olan kişiye şaşarım. Cehennem'in var olduğunu bilip de gülene şaşarım. Dünyanın içinde yaşayanlarla beraber değiştiğini görüp de tatmin olan kişiye de şaşarım. Kadere inanıp da sonra (yorulup) durana şaşarım. Hesaba inanıp (gereğince) amel etmeyene de şaşarım' buyurdu."
Bir kul, günahları işlemekte devam ettiği hâlde, dünya varlığından bir şey eksilmeyip artıyor, Allah'ın gazabını dünyada görmüyorsa bu onun için en büyük gazaptır. Peygamber Efendimiz şu ikazı yapıyor:
"Bir kul, günahları işlemekte devam ettiği hâlde, dünya varlığından sevdiği şeyleri ona, Cenâb-ı Hakk'ın vermekte olduğunu görünce bil ki, bu şüphesiz Allah Teâlâ tarafından o kul için bir istidraçtır. Yani o kulun tedricen felâkete kavuşacağına bir alâmettir."
O azabı âhirette görecektir. Âhiret nimetleri dünya nimetlerinden üstün olduğu gibi, âhiret azabı da dünya azabından kat kat fazladır. Bu durumda o mal-mülk günahkâr için nimet değil, bilakis azaptır. Âhirette Cehennem'e gireceği gibi, onun için Cennet ancak dünyadır.
Ebû Hureyre'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: Dünya mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir."
Bu mevzu ile ilgili olara Kur'ân-ı Kerim'de Mûsâ (a.s.) kavminden Kârun'un kıssası anlatılır. Kârun, malı ile infak etmeyip, kibirlenenlerden olduğu için hem bu dünyada, hem âhirette helak olanlardan oldu:
"Kârun, Mûsâ'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı.
Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Kârun ise, 'O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi' demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).
Derken, Kârun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, 'Keşke Kârun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı' dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: 'Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.'
Nihâyet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, 'Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şâyet Allah bize lutufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış' demeye başladılar.
İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)