Kâinatta fâil-i hakikî yalnız Cenâb-ı Hak olmasına rağmen sebepler silsilesini (sünnetullah'ı) zikretmek küfür olmaz. Mânevî sahada da durum aynıdır: Mânevî mümkün veya mevcudun varlığında yine sebepler silsilesi vardır.
Bu sebeplerin zikredilmesi veya kulun o sebeplere tevessülü asla fâil-i hakikî'yi inkâr değil, bilâkis sünnetullah'a ittibadır. Hem bu hakikat; "Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na (yaklaşmaya) vesîle arayın..."emri ile sabittir. Bu emri yerine getirmek ibadettir. Nitekim Cehennem'de azap, Cennet'te nimet vardır. Aslında, azap da nimet de Allah'tandır. Ama cennet nimete, Cehennem de azaba vesîledir. Kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Bu işe de Cenab-ı Hak, 'Kirâmen Kâtibin'i vesîle kılmıştır. "Kulların üstünde galip O'dur ve üzerinize, amellerinizi yazan 'Hafeze' melekleri gönderir..." Ayrıca insanı koruyan Allah (cc) olduğu halde bunda da melekleri vesîle kılmıştır: "Her insan için önünden ve arkasından takip eden melekler vardır; onu Allah'ın emriyle korurlar..."
Keza; Allah (cc), Bedir'de Peygamber ordusuna melekleri vasıtasıyla yardım etmiştir. Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "O vakit Rabb'inizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size: 'Gerçekten Ben arka arkaya bin melâike ile imdat ediyorum' diye duanızı kabul buyurmuştu." "Allah size bu meleklerle yardımı sırf bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz korkudan yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer, ancak Allah'ın katındandır..."Bunlardan çıkardığımız netice şudur: Cenab-ı Hak, maddî ve manevî işleri sebeplerle halkederken, acaba kullarının hidayetinde maddî ve manevî vesîleler (sebepler) koymuş mudur? Şüphesiz ki, hidayet Allah'tandır; ancak resûller, nebiler ve velîler bu hidayete vesîledir. Aksi takdirde Cenab-ı Hakk'ın peygamberleri göndermesine lüzum olmazdı... Bu noktaya gelmişken, bir yanlış itikada dikkat çekmeden de geçemeyeceğiz: Bu, "Allah ile kul arasına kimse giremez" şeklindeki itikattır. Hiç şüphesiz ki, Allah ile kul arasına kimse giremez. Yalnız herşeyde olduğu gibi kulun hidayet ve irşadında da mutlaka bir sebebe ihtiyaç vardır. İrşad ve hidayetin sebepsiz olacağını düşünmek, İslâm'ın ve imanın mantalitesinden mahrumiyetin ifadesidir. Maddî ve mânevî bir işte bir vasıta gerekir de, dünya ve ahiret hayatının akibetini belirleyecek derecede mühim olan 'hidayet' ve 'irşad' meselesinde nasıl olur da bir vasıta gerekmez? Yoksa; elbette Allah ile kul arasına kimse giremez.
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler / Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
Bu sebeplerin zikredilmesi veya kulun o sebeplere tevessülü asla fâil-i hakikî'yi inkâr değil, bilâkis sünnetullah'a ittibadır. Hem bu hakikat; "Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na (yaklaşmaya) vesîle arayın..."emri ile sabittir. Bu emri yerine getirmek ibadettir. Nitekim Cehennem'de azap, Cennet'te nimet vardır. Aslında, azap da nimet de Allah'tandır. Ama cennet nimete, Cehennem de azaba vesîledir. Kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Bu işe de Cenab-ı Hak, 'Kirâmen Kâtibin'i vesîle kılmıştır. "Kulların üstünde galip O'dur ve üzerinize, amellerinizi yazan 'Hafeze' melekleri gönderir..." Ayrıca insanı koruyan Allah (cc) olduğu halde bunda da melekleri vesîle kılmıştır: "Her insan için önünden ve arkasından takip eden melekler vardır; onu Allah'ın emriyle korurlar..."
Keza; Allah (cc), Bedir'de Peygamber ordusuna melekleri vasıtasıyla yardım etmiştir. Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "O vakit Rabb'inizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size: 'Gerçekten Ben arka arkaya bin melâike ile imdat ediyorum' diye duanızı kabul buyurmuştu." "Allah size bu meleklerle yardımı sırf bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz korkudan yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer, ancak Allah'ın katındandır..."Bunlardan çıkardığımız netice şudur: Cenab-ı Hak, maddî ve manevî işleri sebeplerle halkederken, acaba kullarının hidayetinde maddî ve manevî vesîleler (sebepler) koymuş mudur? Şüphesiz ki, hidayet Allah'tandır; ancak resûller, nebiler ve velîler bu hidayete vesîledir. Aksi takdirde Cenab-ı Hakk'ın peygamberleri göndermesine lüzum olmazdı... Bu noktaya gelmişken, bir yanlış itikada dikkat çekmeden de geçemeyeceğiz: Bu, "Allah ile kul arasına kimse giremez" şeklindeki itikattır. Hiç şüphesiz ki, Allah ile kul arasına kimse giremez. Yalnız herşeyde olduğu gibi kulun hidayet ve irşadında da mutlaka bir sebebe ihtiyaç vardır. İrşad ve hidayetin sebepsiz olacağını düşünmek, İslâm'ın ve imanın mantalitesinden mahrumiyetin ifadesidir. Maddî ve mânevî bir işte bir vasıta gerekir de, dünya ve ahiret hayatının akibetini belirleyecek derecede mühim olan 'hidayet' ve 'irşad' meselesinde nasıl olur da bir vasıta gerekmez? Yoksa; elbette Allah ile kul arasına kimse giremez.
Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler / Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.