İmam Musa Kazım’ın (a.s) tevhit hakkındaki sözleri
İmran es-Sabi, Me'mun'un, İslâm'a muhalif olan tüm bilginleri İmam aleyhi's-selâm ile tartışmak için topladığı büyük bir mecliste, İmam aleyhi's-selâm'a birçok sorular sordu
30.03.2025 17:38:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İmran es-Sabi, Me'mun'un, İslâm'a muhalif olan tüm bilginleri İmam aleyhi's-selâm ile tartışmak için topladığı büyük bir mecliste, İmam aleyhi's-selâm'a birçok sorular sordu.
İmam da sorulan soruları birer birer cevaplandırarak orda ki bilginlerin hepsine galip oldu. Hadis uzun olduğundan dolayı biz, kitaba uygun olan bir bölümünü zikretmekle yetindik.
İmran es-Sabi, İmam aleyhi's-selâm'a: "Biz Allah'ı künhüyle mi birliyoruz, yoksa sıfatlarıyla mı? Bana açıklar mısınız?" diye sorunca İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular:
İlk, tek ve ezeli nur olan O yüce zat, birdir; ortağı ve O'nunla beraber olan bir şey yoktur. O, ikincisi olmayan birdir.
Ne (künhü) malumdur, ne de (vücudu) meçhul. Ne muhkemdir, (diğer varlıklar gibi açıktır), ne de müteşabih (gizli).
Ne hatırdadır, ne unutulmuştur ve ne de diğer hiçbir varlığın ismiyle adlandırılabilecek bir şeydir.
Bunun için kendi künhüyle kaim olan ilk varlıktır; (kendi zatına dayanmaktadır); kendisinden başkasına ihtiyacı olmayan müstağni (ihtiyaçsız) bir nurdur.
Ne bir vakitten (itibaren) vardır ve ne de bir vakide kadar olacaktır. Ne bir şeyin üzerinde durmuş (başka bir tabirle ne mekânı vardır), ne bir şeyin arkasına saklanmış ve ne de bir şeyin içerisine gizlenmiştir.
İnsanın aklına O'nunla ilgili bir ışık, bir misal, bir karartı veya bir gölge geldiği zaman da onu kelimelerle ifade edemiyor.
Bütün bu sıfatlara, O'ndan başka hiçbir şeyin olmadığı zamanda ve yaratılıştan önce sahip idi. "Hiçbir şeyin olmadığı zaman" demek de doğru değil, çünkü zaman da yoktu.
Bunlar, sonradan ortaya çıkan tabirlerdir ki, maksadı anlatmak için onlardan yararlanılmaktadır. Ey İmran, anladın mı? İmran da: "Evet anladım." dedi.
İmam aleyhi's-selâm daha sonra şöyle buyurdular: "Bil ki tasavvur, meşiyyet ve iradenin manası birdir. Fakat isimleri farklıdır. Allah'ın, ilk irade ve meşiyyeti harflerdir ki onları, her şeyin aslı ve her müşkülün çözümü kılmıştır.
Tasarım merhalesinde bu harfler kendilerinden başka hiçbir manayı, hiçbir varlığı ifade etmiyorlardı; varlıkları tasarıma bağlıydı. Allah tasarımdan öncedir.
Çünkü Allah'tan önce hiçbir şey olmadığı gibi O'nunla beraber olan bir varlık da yoktur. Tasarım da harflerden öncedir. Çünkü harfler tasarımla ortaya çıkmıştır.
Tasarım olduğunda gidilecek yol yoktu. Tasarım Allah'tandır; ama Allah'ın aynı değildir. Görmüyor musun, her şeyin fiili ve haddi kendisinden başkadır. Her şeyin sıfatı da yine kendisinden başkadır.
Çünkü harfler, birbirlerinden ayrı oldukları müddetçe kendi başlarına harftirler ve kendilerinden başka hiçbir şeye delalet etmezler. Ama terkip edildiği zaman isim veya sıfat olarak, kendilerinden başka şeylere de delalet ederler.
Bil ki, vasıflandırılmayan bir şeyin sıfatı, adlandırılamayan bir şeyin adı ve sınırlandırılamayan bir şeyin sınırı olmaz. Allah'ın isimleri ve sıfatları, O'nun kemal ve varlığına delalet ederler.
Bunlar, bir dörtgen, daire veya üçgenin bir alanı kuşattığı gibi Allah'ı kuşatmazlar. Allah isimler ve sıfatlarla tanınır; ama sınırlandırma şeklinde değil. Allah hakkında böyle bir şey olmaz. Bu yüzden yaratıklar, kendilerini tanıdıkları gibi Allah'ı tanıyamazlar.
Eğer Allah'ın sıfatları O'na delalet etmeseydi, isimleri O'nu bildirmeseydi, halk Allah'ın isimleri ve sıfatlarına ibadet etmiş olurdu, hakikatine değil. Böyle olunca da ibadet edilen mabut, Allah'tan başka olurdu. Çünkü sıfatları O'ndan başkadır.
İmran, İmam aleyhi's-selâm'a: "Tasarımın mahlûk olup olmadığı hakkında bana bilgi ver." dediğinde de İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular:
Tasarım sakin (hareketsiz) bir mahlûktur; sakin olduğundan dolayı da idrak olunmaz. Mahlûk olmasının sebebi de sonradan var oluşudur. Onu sonradan var eden de Allah'tır. "Şey" diye isimlendirildiğinde mahlûk olmuştur.
Varlık âleminde Allah ve yaratığından başka üçüncü bir şey yoktur. Allah'ın yarattığı sakin, (hareketsiz) müteharrik (hareketli), değişik, karışık (mürekkep), malum ve müteşabih olabilir. "Şey" diye isimlendirilen her şey mahlûktur." (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
İmam da sorulan soruları birer birer cevaplandırarak orda ki bilginlerin hepsine galip oldu. Hadis uzun olduğundan dolayı biz, kitaba uygun olan bir bölümünü zikretmekle yetindik.
İmran es-Sabi, İmam aleyhi's-selâm'a: "Biz Allah'ı künhüyle mi birliyoruz, yoksa sıfatlarıyla mı? Bana açıklar mısınız?" diye sorunca İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular:
İlk, tek ve ezeli nur olan O yüce zat, birdir; ortağı ve O'nunla beraber olan bir şey yoktur. O, ikincisi olmayan birdir.
Ne (künhü) malumdur, ne de (vücudu) meçhul. Ne muhkemdir, (diğer varlıklar gibi açıktır), ne de müteşabih (gizli).
Ne hatırdadır, ne unutulmuştur ve ne de diğer hiçbir varlığın ismiyle adlandırılabilecek bir şeydir.
Bunun için kendi künhüyle kaim olan ilk varlıktır; (kendi zatına dayanmaktadır); kendisinden başkasına ihtiyacı olmayan müstağni (ihtiyaçsız) bir nurdur.
Ne bir vakitten (itibaren) vardır ve ne de bir vakide kadar olacaktır. Ne bir şeyin üzerinde durmuş (başka bir tabirle ne mekânı vardır), ne bir şeyin arkasına saklanmış ve ne de bir şeyin içerisine gizlenmiştir.
İnsanın aklına O'nunla ilgili bir ışık, bir misal, bir karartı veya bir gölge geldiği zaman da onu kelimelerle ifade edemiyor.
Bütün bu sıfatlara, O'ndan başka hiçbir şeyin olmadığı zamanda ve yaratılıştan önce sahip idi. "Hiçbir şeyin olmadığı zaman" demek de doğru değil, çünkü zaman da yoktu.
Bunlar, sonradan ortaya çıkan tabirlerdir ki, maksadı anlatmak için onlardan yararlanılmaktadır. Ey İmran, anladın mı? İmran da: "Evet anladım." dedi.
İmam aleyhi's-selâm daha sonra şöyle buyurdular: "Bil ki tasavvur, meşiyyet ve iradenin manası birdir. Fakat isimleri farklıdır. Allah'ın, ilk irade ve meşiyyeti harflerdir ki onları, her şeyin aslı ve her müşkülün çözümü kılmıştır.
Tasarım merhalesinde bu harfler kendilerinden başka hiçbir manayı, hiçbir varlığı ifade etmiyorlardı; varlıkları tasarıma bağlıydı. Allah tasarımdan öncedir.
Çünkü Allah'tan önce hiçbir şey olmadığı gibi O'nunla beraber olan bir varlık da yoktur. Tasarım da harflerden öncedir. Çünkü harfler tasarımla ortaya çıkmıştır.
Tasarım olduğunda gidilecek yol yoktu. Tasarım Allah'tandır; ama Allah'ın aynı değildir. Görmüyor musun, her şeyin fiili ve haddi kendisinden başkadır. Her şeyin sıfatı da yine kendisinden başkadır.
Çünkü harfler, birbirlerinden ayrı oldukları müddetçe kendi başlarına harftirler ve kendilerinden başka hiçbir şeye delalet etmezler. Ama terkip edildiği zaman isim veya sıfat olarak, kendilerinden başka şeylere de delalet ederler.
Bil ki, vasıflandırılmayan bir şeyin sıfatı, adlandırılamayan bir şeyin adı ve sınırlandırılamayan bir şeyin sınırı olmaz. Allah'ın isimleri ve sıfatları, O'nun kemal ve varlığına delalet ederler.
Bunlar, bir dörtgen, daire veya üçgenin bir alanı kuşattığı gibi Allah'ı kuşatmazlar. Allah isimler ve sıfatlarla tanınır; ama sınırlandırma şeklinde değil. Allah hakkında böyle bir şey olmaz. Bu yüzden yaratıklar, kendilerini tanıdıkları gibi Allah'ı tanıyamazlar.
Eğer Allah'ın sıfatları O'na delalet etmeseydi, isimleri O'nu bildirmeseydi, halk Allah'ın isimleri ve sıfatlarına ibadet etmiş olurdu, hakikatine değil. Böyle olunca da ibadet edilen mabut, Allah'tan başka olurdu. Çünkü sıfatları O'ndan başkadır.
İmran, İmam aleyhi's-selâm'a: "Tasarımın mahlûk olup olmadığı hakkında bana bilgi ver." dediğinde de İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular:
Tasarım sakin (hareketsiz) bir mahlûktur; sakin olduğundan dolayı da idrak olunmaz. Mahlûk olmasının sebebi de sonradan var oluşudur. Onu sonradan var eden de Allah'tır. "Şey" diye isimlendirildiğinde mahlûk olmuştur.
Varlık âleminde Allah ve yaratığından başka üçüncü bir şey yoktur. Allah'ın yarattığı sakin, (hareketsiz) müteharrik (hareketli), değişik, karışık (mürekkep), malum ve müteşabih olabilir. "Şey" diye isimlendirilen her şey mahlûktur." (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.