İmam Ali ve mezalim mahkemeleri -2
Bu mahkeme kadısı şüpheli, tereddütlü işlerde yavaş hareket etmek, gerçeğin aydınlanmasında şüphenin giderilmesinde işi geciktirebilir
15.04.2023 18:51:00
Bu mahkeme kadısı şüpheli, tereddütlü işlerde yavaş hareket etmek, gerçeğin aydınlanmasında şüphenin giderilmesinde işi geciktirebilir.
Bölgenin en büyük idare makamı olan valiye gönderebilir. Oysa normal mahkeme kadısı böyle bir şey yapamaz, davaları yersiz geciktiremez.
Taraflar davayı karışık bir hale soktuklarında, Mezalim Mahkemesi kadısı rıza ve sulha gerek duymadan, hal için davayı hakemlere gönderebilir. Normal mahkeme kadısı ise, ancak taraflar anlaşırsa davayı hakeme havale eder.
İnkâr işaretleri gözükürse, taraflar ile hiç konuşmaz, arkadaşlık edemez. Kefalet verilmesi mümkün olan yerlerde kefil ister. Yalan ve inkârdan tarafları uzaklaştırır, kendi de uzak olur.
Yanlış ve karışık şahitlikte bulunanların yanında diğer şahitleri de bulundurur, bilirkişilerin fikirlerini dinler.
Şahitler bilerek yeminlerini değiştirirlerse, yeniden yemin verir. Şüpheyi gidermek için yemin ve şahit sayısını arttırır. Normal mahkeme kadısı ise, böyle bir şey yapamaz.
Dava konusunda ise önce şahitleri çağırtıp, ifadelerini aldıktan sonra tarafları dinler. Normal mahkeme kadıları ise, davacı ve davalılar kanıtlarını getirip açıkladıktan sonra şahide başvurur.
Peygamberimizin bu konudaki uygulamaları:
İslam öncesi dönemde Mekke'de "Hilfu'l-Fudûl" adında Mezalim mahkemesine benzer bir adli kurumun var olduğunu biliyoruz.
Hatta Hz. Peygamber bu mahkemenin kuruluş toplantısına katılmıştır.
Medine'de İslâm Devleti kurulduktan sonra, Hz. Zübeyr ile Ensar'dan bir kişi arasında sulama yüzünden çıkan bir anlaşmazlığa Hz. Peygamber'in baktığını görmekteyiz.
Hz. Peygamber bu meseleyi çözmek için şöyle demişti: "Ey Zübeyr, önce sen sula sonra da Ensarî!" Bu söze memnun olmayan Ensarî, "Şüphesiz ki, o amcanın oğludur ya Resulallah" deyince, O da Zübeyr'e hitaben, "Ey Zübeyr, suyu iki topuklarına ulaşıncaya kadar akıt" şeklinde talimat vermişti.
İlk üç halife dönemlerinde Mezalim Mahkemesi'nden söz edilmediği gibi o devrilerde cereyan etmiş bu çeşit olaylara da vâkıf değiliz.
Hz. Ali döneminde yaşanan şu olay bu mahkemelerin ve temyiz konusunda başvurulan bir mecra olarak devlet başkanının fonksiyonunu daha iyi anlamamızı sağlar.
Bir genç Hz. Ali'ye şikâyette bulunarak babasının bazı kişilerle sefere çıktığını bir daha evine dönmediğini, durumunu arkadaşlarına sorunca yolculukta vefat ettiğini anlattıklarını, giderken yanında götürdüğü bol miktardaki mal ve para hakkında bilgi istendiğinde, onlardan "bir şey bırakmadı" şeklinde bir cevap aldığını, bu konuda Kûfe Kadısı Şureyh'e dava açıldığını, fakat bu kadının bahsi geçen kişileri yemin ettirerek serbest bıraktığını bildirdi. Ve Halifeden bu haksızlığı gidermesini istedi.
Bu durum karşısında Halife, birkaç polisi görevlendirerek şikâyet edilen kişilerin birbiri ile görüştürülmemelerini emretti. Sonra kâtibini yanına aldı.
Suçluların birini çağırdı ve şöyle dedi: "Bana bu gencin babası hakkında bilgi ver. Hangi gün sizinle sefere çıktı, nerede kaldınız, yolculuğunuz nasıl geçti, arkadaşınız hangi hastalıktan öldü ve malına ne oldu?" Hz. Ali şöyle devam etti: "Onu kim yıkadı, kim defnetti, namazını kim kıldırdı ve nerede gömüldü?"
Halifenin kâtibi bu bilgileri kaydederken Hz. Ali de tekbir getiriyor, onun gerisinde duruşmayı izleyen âlimler ve fakihler de aynı şeyi yapıyordu. Bu esnada diğer suçlular arkadaşlarının suçu kabullenerek kendilerini ele verdiğin zannettiler.
Hz. Ali birinci suçluyu yerine gönderdikten sonra sırasıyla ikinci ve üçüncü sanığı da aynı şekilde sorguya çekti. Ve böylece tüm suçluların ifadesini almış oldu. Halife, kâtibi tarafından kaydedilen ifadelerin çelişkili olduğunu gördü.
Hz. Ali duruşmanın bu safhasından sonra birinci sanığın tekrar getirilmesini emretti. Ve ona şöyle dedi: "Ey Allah'ın düşmanı, arkadaşlarının sorgulamasından sonra senin inadını ve yalan söylediğini tespit ettim. Bilmiş ol ki, seni cezadan ancak doğru konuşman kurtarabilir."
Arkasından da onu hapishaneye gönderdi. Ve tekbir getirdi. Yanında bulunanlar da aynı şeyi yaptılar. Bu durumu uzaktan izleyen diğer sanıklar yine arkadaşlarının kendilerini ele verdiğini zannettiler. Hz. Ali bu sefer sonuncu sanığı çağırdı ve onu tehdit etti.
Nihayet bu kişi şu itirafta bulundu: "Ey Mü'minlerin Emiri, yemin ederim ki ben işledikleri suça taraftar değildim." Bu söz üzerine Hz. Ali tüm sanıkları mahkemeye topladı. Ve onlara da suçlarını itiraf ettirdi. Sonra da hapishanede bulunan sanığı istedi ve durumu ona bildirdi. Onun da ifadesi alınınca gerçek ortaya çıkmış oldu.
Bu olay, Hz. Ali döneminde Mezalim Mahkemesi'nin halifenin şahsında kuruluş gayesinde uygun bir çalışma içinde olduğunu göstermektedir.
Hz. Ali haksızlığa uğrayan insanların dertlerine çare bulmak, gerçeği ortaya çıkararak, adaleti tesis etmek için devlet başkanı olarak zaman ayırmış ve mükemmel bir idarecilik örneği sergilemiştir.
Hz. Ali'nin, Mezalim Mahkemesi'nin başkanı sıfatıyla görev yaptıkları vilayetlerin insanlarına karşı adalete aykırı davranan veya adları çeşitli yolsuzluklara karışan bazı valileri de bu mahkemede yargılamış ve çeşitli cezalara çaptırmıştır.
Hz. Ali, Rabia kabilesine mensup insanların maaşlarını ödeme-yen vali Munzir b. Carûd'u, Kûfe'de yapılan bir mahkemeden sonra otuz bin dirhem ceza ödemeye zorlamıştı.
Ancak vali bu miktarı ödemeyince, halife onu gözaltına aldı. Ancak araya girenler ve valinin yemin etmesi neticesi serbest bıraktı.
Hz. Ali halifeliği döneminde, bir vatandaş herhangi bir vali hakkında şikâyette bulunsa şunu söylerdi:
"Allah'ım! Ben onlara kullarına karşı kötü muamelede bulunmaları veya hakkını bırakmaları için izin vermedim."
Şu söz de yine Hz Ali'ye aittir:
"Mazlumun zâlime çektirdiği acı, zâlimin mazluma çektirdiği acıdan daha şiddetli olur."
Birisi Hz. Ali'ye, "Yer ile gök arasında mesafe ne kadardır?" diye sormuş. Hz. Ali, "Mazlumun duası kadardır" diye cevap vermiştir. (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Bölgenin en büyük idare makamı olan valiye gönderebilir. Oysa normal mahkeme kadısı böyle bir şey yapamaz, davaları yersiz geciktiremez.
Taraflar davayı karışık bir hale soktuklarında, Mezalim Mahkemesi kadısı rıza ve sulha gerek duymadan, hal için davayı hakemlere gönderebilir. Normal mahkeme kadısı ise, ancak taraflar anlaşırsa davayı hakeme havale eder.
İnkâr işaretleri gözükürse, taraflar ile hiç konuşmaz, arkadaşlık edemez. Kefalet verilmesi mümkün olan yerlerde kefil ister. Yalan ve inkârdan tarafları uzaklaştırır, kendi de uzak olur.
Yanlış ve karışık şahitlikte bulunanların yanında diğer şahitleri de bulundurur, bilirkişilerin fikirlerini dinler.
Şahitler bilerek yeminlerini değiştirirlerse, yeniden yemin verir. Şüpheyi gidermek için yemin ve şahit sayısını arttırır. Normal mahkeme kadısı ise, böyle bir şey yapamaz.
Dava konusunda ise önce şahitleri çağırtıp, ifadelerini aldıktan sonra tarafları dinler. Normal mahkeme kadıları ise, davacı ve davalılar kanıtlarını getirip açıkladıktan sonra şahide başvurur.
Peygamberimizin bu konudaki uygulamaları:
İslam öncesi dönemde Mekke'de "Hilfu'l-Fudûl" adında Mezalim mahkemesine benzer bir adli kurumun var olduğunu biliyoruz.
Hatta Hz. Peygamber bu mahkemenin kuruluş toplantısına katılmıştır.
Medine'de İslâm Devleti kurulduktan sonra, Hz. Zübeyr ile Ensar'dan bir kişi arasında sulama yüzünden çıkan bir anlaşmazlığa Hz. Peygamber'in baktığını görmekteyiz.
Hz. Peygamber bu meseleyi çözmek için şöyle demişti: "Ey Zübeyr, önce sen sula sonra da Ensarî!" Bu söze memnun olmayan Ensarî, "Şüphesiz ki, o amcanın oğludur ya Resulallah" deyince, O da Zübeyr'e hitaben, "Ey Zübeyr, suyu iki topuklarına ulaşıncaya kadar akıt" şeklinde talimat vermişti.
İlk üç halife dönemlerinde Mezalim Mahkemesi'nden söz edilmediği gibi o devrilerde cereyan etmiş bu çeşit olaylara da vâkıf değiliz.
Hz. Ali döneminde yaşanan şu olay bu mahkemelerin ve temyiz konusunda başvurulan bir mecra olarak devlet başkanının fonksiyonunu daha iyi anlamamızı sağlar.
Bir genç Hz. Ali'ye şikâyette bulunarak babasının bazı kişilerle sefere çıktığını bir daha evine dönmediğini, durumunu arkadaşlarına sorunca yolculukta vefat ettiğini anlattıklarını, giderken yanında götürdüğü bol miktardaki mal ve para hakkında bilgi istendiğinde, onlardan "bir şey bırakmadı" şeklinde bir cevap aldığını, bu konuda Kûfe Kadısı Şureyh'e dava açıldığını, fakat bu kadının bahsi geçen kişileri yemin ettirerek serbest bıraktığını bildirdi. Ve Halifeden bu haksızlığı gidermesini istedi.
Bu durum karşısında Halife, birkaç polisi görevlendirerek şikâyet edilen kişilerin birbiri ile görüştürülmemelerini emretti. Sonra kâtibini yanına aldı.
Suçluların birini çağırdı ve şöyle dedi: "Bana bu gencin babası hakkında bilgi ver. Hangi gün sizinle sefere çıktı, nerede kaldınız, yolculuğunuz nasıl geçti, arkadaşınız hangi hastalıktan öldü ve malına ne oldu?" Hz. Ali şöyle devam etti: "Onu kim yıkadı, kim defnetti, namazını kim kıldırdı ve nerede gömüldü?"
Halifenin kâtibi bu bilgileri kaydederken Hz. Ali de tekbir getiriyor, onun gerisinde duruşmayı izleyen âlimler ve fakihler de aynı şeyi yapıyordu. Bu esnada diğer suçlular arkadaşlarının suçu kabullenerek kendilerini ele verdiğin zannettiler.
Hz. Ali birinci suçluyu yerine gönderdikten sonra sırasıyla ikinci ve üçüncü sanığı da aynı şekilde sorguya çekti. Ve böylece tüm suçluların ifadesini almış oldu. Halife, kâtibi tarafından kaydedilen ifadelerin çelişkili olduğunu gördü.
Hz. Ali duruşmanın bu safhasından sonra birinci sanığın tekrar getirilmesini emretti. Ve ona şöyle dedi: "Ey Allah'ın düşmanı, arkadaşlarının sorgulamasından sonra senin inadını ve yalan söylediğini tespit ettim. Bilmiş ol ki, seni cezadan ancak doğru konuşman kurtarabilir."
Arkasından da onu hapishaneye gönderdi. Ve tekbir getirdi. Yanında bulunanlar da aynı şeyi yaptılar. Bu durumu uzaktan izleyen diğer sanıklar yine arkadaşlarının kendilerini ele verdiğini zannettiler. Hz. Ali bu sefer sonuncu sanığı çağırdı ve onu tehdit etti.
Nihayet bu kişi şu itirafta bulundu: "Ey Mü'minlerin Emiri, yemin ederim ki ben işledikleri suça taraftar değildim." Bu söz üzerine Hz. Ali tüm sanıkları mahkemeye topladı. Ve onlara da suçlarını itiraf ettirdi. Sonra da hapishanede bulunan sanığı istedi ve durumu ona bildirdi. Onun da ifadesi alınınca gerçek ortaya çıkmış oldu.
Bu olay, Hz. Ali döneminde Mezalim Mahkemesi'nin halifenin şahsında kuruluş gayesinde uygun bir çalışma içinde olduğunu göstermektedir.
Hz. Ali haksızlığa uğrayan insanların dertlerine çare bulmak, gerçeği ortaya çıkararak, adaleti tesis etmek için devlet başkanı olarak zaman ayırmış ve mükemmel bir idarecilik örneği sergilemiştir.
Hz. Ali'nin, Mezalim Mahkemesi'nin başkanı sıfatıyla görev yaptıkları vilayetlerin insanlarına karşı adalete aykırı davranan veya adları çeşitli yolsuzluklara karışan bazı valileri de bu mahkemede yargılamış ve çeşitli cezalara çaptırmıştır.
Hz. Ali, Rabia kabilesine mensup insanların maaşlarını ödeme-yen vali Munzir b. Carûd'u, Kûfe'de yapılan bir mahkemeden sonra otuz bin dirhem ceza ödemeye zorlamıştı.
Ancak vali bu miktarı ödemeyince, halife onu gözaltına aldı. Ancak araya girenler ve valinin yemin etmesi neticesi serbest bıraktı.
Hz. Ali halifeliği döneminde, bir vatandaş herhangi bir vali hakkında şikâyette bulunsa şunu söylerdi:
"Allah'ım! Ben onlara kullarına karşı kötü muamelede bulunmaları veya hakkını bırakmaları için izin vermedim."
Şu söz de yine Hz Ali'ye aittir:
"Mazlumun zâlime çektirdiği acı, zâlimin mazluma çektirdiği acıdan daha şiddetli olur."
Birisi Hz. Ali'ye, "Yer ile gök arasında mesafe ne kadardır?" diye sormuş. Hz. Ali, "Mazlumun duası kadardır" diye cevap vermiştir. (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)