İmam Ali Kur'ân'ın kayyimiydi
Mansur b. Hazim diyor ki: "Ben de şahitlik ederim ki Ali (a.s.), Kur'ân'ın kayyimiydi. Bu yüzden ona itaat etmek farzdı. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra insanlar arasındaki hüccet O'ydu. O'nun Kur'ân ile ilgili olarak söyledikleri haktır"
09.01.2024 09:30:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş
Ebu Ca'fer Muhammed b. Yakub el-Kuleynî, Usûl-i Kâfi'de şöyle anlatıyor:
Hişam b. Hakem, imam Ca'fer Sadık'tan (a.s.) şöyle rivayet eder:
"Nebilerin ve resullerin gelişini neye dayanarak kanıtlıyorsun?" diye soran bir zındıka şöyle dedi: "Biz, kesin ve kanıtlanmış olarak biliyoruz ki bizim bir yaratıcımız, meydana getiricimiz vardır. Bu yaratıcı, bizden ve yarattığı bütün varlıklardan daha yücedir. Bu yaratıcı, hikmet sahibidir, aşkındır. Yarattığı varlıkların O'nu gözle görmeleri, elleriyle dokunmaları, O'nunla doğrudan temas kurmaları, karşılıklı konuşmaları mümkün değildir.
Bu gerçek, bizim açımızdan kesinlik kazanınca biliyoruz ki, O'nun adına kullarına mesaj getiren elçileri vardır. Bu elçiler O'nun adına yarattıklarına ve kullarına açıklamada bulunurlar, O'nun buyruklarını bildirirler. Onlara kendi çıkarlarına olan şeyleri, menfaatlerine olan hususları gösterirler. Varlıklarını sürdürmelerini sağlayan, terk etmeleri durumun da ise yok oluşlarına neden olan amelleri açıklarlar.
Bundan da anlıyoruz ki, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah Celle ve Azze adına O'nun kullarına emir ve yasaklar yönelten, O'nun adına kullara açıklamalarda bulunan temsilciler vardır ve bunlar nebilerdir, kullarının arasından süzüp çıkardığı seçkinlerdir, hikmetle edeplenen bilgelerdir. Ve bunlar hikmetle gönderilmişlerdir. Yaratılış ve bedensel oluş açısından insanlarla aynı konumda olmalarına karşın, "ahlâk ve hareket tarzı" açısından aynı konumda değildirler.
Bunlar hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından desteklenirler. Bu da her zaman ve her dönemde gönderilen nebilerin ve resullerin sundukları kanıt ve belgelerle ispat edilmiştir. Bundan maksat, Allah'ın arzının, sözlerinin doğruluğuna ve adalet sahibi oluşuna delâlet eden ilâhî bir bilgiye sahip hüccetlerden yoksun kalmamasıdır."
Mansur b. Hazim şöyle rivayet etmiştir: İmam Ca'fer Sadık'a dedim ki: "Allah, yarattıkları aracılığıyla bilinmeyecek kadar yüce ve kerem sahibidir. Bilakis yarattıkları, O'nun aracılığıyla bilinirler."
"Doğru söyledin" dedi.
Dedim ki: "Rabbinin bir olduğunu bilen kimsenin, bu Rabbin rızasının ve öfke-sinin de olduğunu, neye razı olduğunun ve neden öfkelendiğinin ancak vahiy ve resul aracılığıyla bilineceğini bilmesi gerekir. Bir kimse vahiy almıyorsa Allah'ın elçilerini arayıp bulmakla yükümlüdür. Onlarla karşılaştığı zaman hüccet olduklarını, onlara itaat etmenin farz olduğunu bilir. İnsanlara dedim ki:
'Siz Resûlullah'ın Allah tarafından kullarına gönderilen bir hüccet olduğunu biliyor musunuz?'
'Evet, biliyoruz' dediler.
Dedim ki: 'Resûlullah (s.a.a.) vefat ettikten sonra Allah'ın kulları arasındaki hücceti kim oldu?' 'Kur'ân' dediler.
Kur'ân'a baktım. Mürcieciler, Kaderiyeciler ve hatta ona temelden inanmayan zındıklar, onunla ilgili olarak tartışıp duruyorlar. Karşı tarafa üstünlük sağlamak için onu kullanıyorlar. O zaman anladım ki, Kur'ân'ın hüccet olması, ancak bir kayyim ile mümkündür. Bu kayyimin Kur'ân ile ilgili olarak söylediği her şey hak olmalıdır. İnsanlara dedim ki: 'Kur'ân'ın kayyimi (denetçisi) kimdir?' Dediler ki: 'İbn Mesud Kur'ân'ı biliyor. Ömer biliyor ve Huzeyfe biliyor.'
Dedim ki: 'Tümünü mü biliyorlar?' Dediler ki: 'Hayır.' Ali (aleyhisselâm) dışında, şu adam Kur'ân'ın tümünü biliyor, diye birini gösterdiklerine tanık olmadım. Nitekim halk arasında bir mesele baş gösterdiğinde şu, 'bilmiyorum', beriki, 'bilmiyorum', öbürü, 'bilmiyorum' derken O, 'biliyorum' diyor. Ben de şahitlik ederim ki Ali (a.s.), Kur'ân'ın kayyimiydi. Bu yüzden ona itaat etmek farzdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)'den sonra insanlar arasındaki hüccet oydu. Onun Kur'ân ile ilgili olarak söyledikleri haktır."
İmam dedi ki: "Allah sana rahmet etsin."
Hişam b. Hakem, imam Ca'fer Sadık'tan (a.s.) şöyle rivayet eder:
"Nebilerin ve resullerin gelişini neye dayanarak kanıtlıyorsun?" diye soran bir zındıka şöyle dedi: "Biz, kesin ve kanıtlanmış olarak biliyoruz ki bizim bir yaratıcımız, meydana getiricimiz vardır. Bu yaratıcı, bizden ve yarattığı bütün varlıklardan daha yücedir. Bu yaratıcı, hikmet sahibidir, aşkındır. Yarattığı varlıkların O'nu gözle görmeleri, elleriyle dokunmaları, O'nunla doğrudan temas kurmaları, karşılıklı konuşmaları mümkün değildir.
Bu gerçek, bizim açımızdan kesinlik kazanınca biliyoruz ki, O'nun adına kullarına mesaj getiren elçileri vardır. Bu elçiler O'nun adına yarattıklarına ve kullarına açıklamada bulunurlar, O'nun buyruklarını bildirirler. Onlara kendi çıkarlarına olan şeyleri, menfaatlerine olan hususları gösterirler. Varlıklarını sürdürmelerini sağlayan, terk etmeleri durumun da ise yok oluşlarına neden olan amelleri açıklarlar.
Bundan da anlıyoruz ki, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah Celle ve Azze adına O'nun kullarına emir ve yasaklar yönelten, O'nun adına kullara açıklamalarda bulunan temsilciler vardır ve bunlar nebilerdir, kullarının arasından süzüp çıkardığı seçkinlerdir, hikmetle edeplenen bilgelerdir. Ve bunlar hikmetle gönderilmişlerdir. Yaratılış ve bedensel oluş açısından insanlarla aynı konumda olmalarına karşın, "ahlâk ve hareket tarzı" açısından aynı konumda değildirler.
Bunlar hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından desteklenirler. Bu da her zaman ve her dönemde gönderilen nebilerin ve resullerin sundukları kanıt ve belgelerle ispat edilmiştir. Bundan maksat, Allah'ın arzının, sözlerinin doğruluğuna ve adalet sahibi oluşuna delâlet eden ilâhî bir bilgiye sahip hüccetlerden yoksun kalmamasıdır."
Mansur b. Hazim şöyle rivayet etmiştir: İmam Ca'fer Sadık'a dedim ki: "Allah, yarattıkları aracılığıyla bilinmeyecek kadar yüce ve kerem sahibidir. Bilakis yarattıkları, O'nun aracılığıyla bilinirler."
"Doğru söyledin" dedi.
Dedim ki: "Rabbinin bir olduğunu bilen kimsenin, bu Rabbin rızasının ve öfke-sinin de olduğunu, neye razı olduğunun ve neden öfkelendiğinin ancak vahiy ve resul aracılığıyla bilineceğini bilmesi gerekir. Bir kimse vahiy almıyorsa Allah'ın elçilerini arayıp bulmakla yükümlüdür. Onlarla karşılaştığı zaman hüccet olduklarını, onlara itaat etmenin farz olduğunu bilir. İnsanlara dedim ki:
'Siz Resûlullah'ın Allah tarafından kullarına gönderilen bir hüccet olduğunu biliyor musunuz?'
'Evet, biliyoruz' dediler.
Dedim ki: 'Resûlullah (s.a.a.) vefat ettikten sonra Allah'ın kulları arasındaki hücceti kim oldu?' 'Kur'ân' dediler.
Kur'ân'a baktım. Mürcieciler, Kaderiyeciler ve hatta ona temelden inanmayan zındıklar, onunla ilgili olarak tartışıp duruyorlar. Karşı tarafa üstünlük sağlamak için onu kullanıyorlar. O zaman anladım ki, Kur'ân'ın hüccet olması, ancak bir kayyim ile mümkündür. Bu kayyimin Kur'ân ile ilgili olarak söylediği her şey hak olmalıdır. İnsanlara dedim ki: 'Kur'ân'ın kayyimi (denetçisi) kimdir?' Dediler ki: 'İbn Mesud Kur'ân'ı biliyor. Ömer biliyor ve Huzeyfe biliyor.'
Dedim ki: 'Tümünü mü biliyorlar?' Dediler ki: 'Hayır.' Ali (aleyhisselâm) dışında, şu adam Kur'ân'ın tümünü biliyor, diye birini gösterdiklerine tanık olmadım. Nitekim halk arasında bir mesele baş gösterdiğinde şu, 'bilmiyorum', beriki, 'bilmiyorum', öbürü, 'bilmiyorum' derken O, 'biliyorum' diyor. Ben de şahitlik ederim ki Ali (a.s.), Kur'ân'ın kayyimiydi. Bu yüzden ona itaat etmek farzdı. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)'den sonra insanlar arasındaki hüccet oydu. Onun Kur'ân ile ilgili olarak söyledikleri haktır."
İmam dedi ki: "Allah sana rahmet etsin."