Necip Fazıl "Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu" adlı kitabını şu cümlelerle bitirir:
"Bugün İslamiyeti içeride müdafaa etmek, dışarıda müdafa etmekten zor hale gelmiştir. Ben bu davayı eğer Avrupa'da, Amerika'da, Afrika'da, hatta kutuplarda müdafaa etmiş olsaydım belki bir anlayış istidadı, bir 'acaba?' merakı olsun bulabilirdim. Burada ise herşeyin anlaşılmış olduğunu zannetmenin, sadece kabuktan ibaret kalmanın ve böylece her türlü nefis muhasebesinden mahrumluğunun düzelmez akameti vardır."
Üstadın kırk yıl kadar önce bu sözlerle ifade ettiği ve kırk yıldan bu yana da her geçen gün biraz daha mişkil hale gelerek süre gelen bu mesele, aslında beşbin yıllık şanlı bir tarihe sahip Türk milletinin içinde bulunduğu şu yakışıksız halinin de sebebi olsa gerek: Herkes herşeyi biliyor. Kimse bilmediğini kabul etmiyor; hatta bozuntuya da vermiyor. Fıkrası bile var: Çocuk babasına ardı ardına sorular sorar. Baba hepsine aynı cevabı verir "Bilmiyorum"... Çocuk son bir soru daha sorar: "Baba, sorularımla seni sıkıyor muyum?" Baba cevap verir. "Olur mu öyle şey evladım, sor, sor ki öğrenesin!"
Meselenin mizahi boyutu bir tarafa, kişinin bilmediği bir konuda söz söylemesi -biz hususen dini konulardan bahsediyoruz - kendisi için neticesini hesap edemeyeceği kadar ciddi bir tehlikedir. Gazali bu tehlikeyi şöyle açıklar:
"Halk tabakasından biri zina eder veya hırsızlık yaparsa onun bu suçu ilimle ilgili konuşmasından daha hafiftir. Çünkü Allah'ın dininin inceliklerini bilmeyen bir kimsenin, bu konularda söz söylemesi zamanla kendisini küfre sürükler. -Aynen yüzme bilmeyen kimsenin kendisini denize atması gibi- Böyle bir kimse muhakkak boğulur..."
Evet durum bu kadar ciddidir çünkü ilim sanıldığının aksine sahip olunması hayli zor bir değerdir. Eskiler, bu zorluğu "İlim senin tamamını almadıkça birazını bile sana vermez. Ona tamamını versen bile, onun birazını alabilmen yine şüphelidir" diyerek anlatmışlardır.
Bu tesbit doğrudur, zira birden fazla meseleye yorulan zihin, tıpkı çeşitli arklara dağılmış sulara benzer. Çeşitli arklara dağılan suları arklar emer, emilmeyen sular da buhar olur uçar, geriye ekinlere ulaşması gereken bir damla bile su kalmaz. Onun için kendini sadece bu işe adamayan birinin ilmi zabdetmeye yetecek takati bulması mümkün değildir.
Gerçek bu olduğu halde insanların din hakkında pervasızca konuşmalarının nedeni N.Fazıl'ın da dediği gibi nefis muhasebesinden, daha geniş manasıyla söyleyecek olursak tasavvuf terbiyesinden mahrum oluşlarıdır.
Nitekim bu konuyu ilmi olarak tedkik eden islam alimleri "İnsanın gurura, kibire kapılmasına neden olan mal, mülk, makam, mevkii, güzellik gibi vasıfların içinde en önde geleni ilimdir, bilgidir" demişlerdir. Yani insan en çok bilgisiyle böbürlenir ve böyle böbürlenmek nefis açısından hem daha zevkli, hem de daha kolaydır!
Çünkü mal, mülk, güzellik görünmesi gereken vasıflardır. Oysa ilim - bilgi gözükmek durumunda değildir. İnsan bilgi sahibi olmadığı halde bilgi sahibiymiş gibi büyüklenebilir, nefsani bir haz duyabilir.
İşte büyükler "Kendisine birşey sorulduğunda yanlış cevap vermek yerine 'bilmiyorum' demek, kişiye, bilip de o müşkili gidermekten daha az ecir kazandırmaz" diyerek müminleri bu tehlikeden sakındırmaya çalışmışlardır.
Peygamber Efendimizin "İlim üç şeyden ibarettir: Allah'ın Kitabı, Peygamberin Sünneti ve 'lâ edri', 'bilmiyorum', demek." mealindeki hadisleriyle, 'bilmiyorum' demeyi ilimden saymaları ve Hz. Ebubekirin de "Bildiğim tek şey varsa o da bilmediğimdir" diyerek esasen ilmini ilan etmesi, günümüz insanının üzerinde çokça kafa yorması gereken hakikatlerdir.
Sahip olduğu ilimden ötürü neredeyse kendisine verilen selamları almayacak kadar gurura kapılan Gazali'ye bir müddet sonra "Eğer bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım başım göğe değerdi" dedirten tasavvuf da yine bu bağlamda hassasiyetle incelenmesi gereken bir müessesedir.
Değil bilmediklerimizi, bildiğimizi sandığımız konuları bile yeniden tedkik ederken çoğu zaman yepyeni şeyler öğreniriz.
"Fatiha suresi hakkında bildiklerimi yazsaydım kırk katır yükü kitap olurdu" diyen Hz. Ali Efendimizin bu sözü bilinenlerin içinde ne bilinmeyenler olduğuna dair en güzel örnek olsa gerek...
"Bugün İslamiyeti içeride müdafaa etmek, dışarıda müdafa etmekten zor hale gelmiştir. Ben bu davayı eğer Avrupa'da, Amerika'da, Afrika'da, hatta kutuplarda müdafaa etmiş olsaydım belki bir anlayış istidadı, bir 'acaba?' merakı olsun bulabilirdim. Burada ise herşeyin anlaşılmış olduğunu zannetmenin, sadece kabuktan ibaret kalmanın ve böylece her türlü nefis muhasebesinden mahrumluğunun düzelmez akameti vardır."
Üstadın kırk yıl kadar önce bu sözlerle ifade ettiği ve kırk yıldan bu yana da her geçen gün biraz daha mişkil hale gelerek süre gelen bu mesele, aslında beşbin yıllık şanlı bir tarihe sahip Türk milletinin içinde bulunduğu şu yakışıksız halinin de sebebi olsa gerek: Herkes herşeyi biliyor. Kimse bilmediğini kabul etmiyor; hatta bozuntuya da vermiyor. Fıkrası bile var: Çocuk babasına ardı ardına sorular sorar. Baba hepsine aynı cevabı verir "Bilmiyorum"... Çocuk son bir soru daha sorar: "Baba, sorularımla seni sıkıyor muyum?" Baba cevap verir. "Olur mu öyle şey evladım, sor, sor ki öğrenesin!"
Meselenin mizahi boyutu bir tarafa, kişinin bilmediği bir konuda söz söylemesi -biz hususen dini konulardan bahsediyoruz - kendisi için neticesini hesap edemeyeceği kadar ciddi bir tehlikedir. Gazali bu tehlikeyi şöyle açıklar:
"Halk tabakasından biri zina eder veya hırsızlık yaparsa onun bu suçu ilimle ilgili konuşmasından daha hafiftir. Çünkü Allah'ın dininin inceliklerini bilmeyen bir kimsenin, bu konularda söz söylemesi zamanla kendisini küfre sürükler. -Aynen yüzme bilmeyen kimsenin kendisini denize atması gibi- Böyle bir kimse muhakkak boğulur..."
Evet durum bu kadar ciddidir çünkü ilim sanıldığının aksine sahip olunması hayli zor bir değerdir. Eskiler, bu zorluğu "İlim senin tamamını almadıkça birazını bile sana vermez. Ona tamamını versen bile, onun birazını alabilmen yine şüphelidir" diyerek anlatmışlardır.
Bu tesbit doğrudur, zira birden fazla meseleye yorulan zihin, tıpkı çeşitli arklara dağılmış sulara benzer. Çeşitli arklara dağılan suları arklar emer, emilmeyen sular da buhar olur uçar, geriye ekinlere ulaşması gereken bir damla bile su kalmaz. Onun için kendini sadece bu işe adamayan birinin ilmi zabdetmeye yetecek takati bulması mümkün değildir.
Gerçek bu olduğu halde insanların din hakkında pervasızca konuşmalarının nedeni N.Fazıl'ın da dediği gibi nefis muhasebesinden, daha geniş manasıyla söyleyecek olursak tasavvuf terbiyesinden mahrum oluşlarıdır.
Nitekim bu konuyu ilmi olarak tedkik eden islam alimleri "İnsanın gurura, kibire kapılmasına neden olan mal, mülk, makam, mevkii, güzellik gibi vasıfların içinde en önde geleni ilimdir, bilgidir" demişlerdir. Yani insan en çok bilgisiyle böbürlenir ve böyle böbürlenmek nefis açısından hem daha zevkli, hem de daha kolaydır!
Çünkü mal, mülk, güzellik görünmesi gereken vasıflardır. Oysa ilim - bilgi gözükmek durumunda değildir. İnsan bilgi sahibi olmadığı halde bilgi sahibiymiş gibi büyüklenebilir, nefsani bir haz duyabilir.
İşte büyükler "Kendisine birşey sorulduğunda yanlış cevap vermek yerine 'bilmiyorum' demek, kişiye, bilip de o müşkili gidermekten daha az ecir kazandırmaz" diyerek müminleri bu tehlikeden sakındırmaya çalışmışlardır.
Peygamber Efendimizin "İlim üç şeyden ibarettir: Allah'ın Kitabı, Peygamberin Sünneti ve 'lâ edri', 'bilmiyorum', demek." mealindeki hadisleriyle, 'bilmiyorum' demeyi ilimden saymaları ve Hz. Ebubekirin de "Bildiğim tek şey varsa o da bilmediğimdir" diyerek esasen ilmini ilan etmesi, günümüz insanının üzerinde çokça kafa yorması gereken hakikatlerdir.
Sahip olduğu ilimden ötürü neredeyse kendisine verilen selamları almayacak kadar gurura kapılan Gazali'ye bir müddet sonra "Eğer bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım başım göğe değerdi" dedirten tasavvuf da yine bu bağlamda hassasiyetle incelenmesi gereken bir müessesedir.
Değil bilmediklerimizi, bildiğimizi sandığımız konuları bile yeniden tedkik ederken çoğu zaman yepyeni şeyler öğreniriz.
"Fatiha suresi hakkında bildiklerimi yazsaydım kırk katır yükü kitap olurdu" diyen Hz. Ali Efendimizin bu sözü bilinenlerin içinde ne bilinmeyenler olduğuna dair en güzel örnek olsa gerek...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.